İnternette 1 Nisan olayı ile ilgili dolaşan bir yazı var. Hatta büyük gazetelerin çoğu da bu yazıyı yayınlamış, ama anlatılanların doğruluğu konusunda herhangi bir kaynağın bulunmadığını belirtmişlerdir. Biz de hasbelkader 1 Nisan’ın bir katliam günü olup olmadığını tahkik etmek istedik. Ne de olsa boş işler adamı olarak herkes bize sordu. Dolayısıyla ihale bize kaldı ve küçük bir araştırma yaptık.
Benim anlamadığım Türkiye’de ikiyüze yakın üniversite ve binlerce akademisyen var ve eğitimdeki aslan payı da onlar alır. Peki ne yaparlar. Özellikle tarihçilerimiz ne yaparlar? niye kimse araştırmaz veya bu iddianın doğruluğu, yanlışlığını sorgulamaz.
Ne yapalım…
Boş işler adamı olarak biz araştırdık ve size de sonucunu yazıyoruz.
Önce piyasada dolaşan rivayeti ve daha sonra değerlendirmeyi yazalım:
YAYGIN RİVAYET
Aynı zamanda 1 Nisanın farklı bir hikayesi bulunmaktadır. 15. yüzyılda Haçlı ordusu İspanya da bulunan Endülüs müslümanlarının son kalesini kuşatma altına alır. Bu kuşatmada kış ayı olması sayesinde kale korunabilmektedir.Haçlı ordusu komutanı durumu anlar ve taktik değiştirmeye karar verir. Komutanın yeni taktiği hilelerle doluydu. 31 Mart gecesinde kalenin önüne geçti ve bir eline hristiyanlığın dini kitabı İncil’i diğer eline ise Kuran-ı Kerim’i aldı. Ve bağırmaya başladı..”Şu iki kitap üzerine yemin olsun ki eğer kaleden çıkar ve ordumuza teslim olursanız size zarar vermeyeceğim.”
Müslümanlar zaten ellerinde imkan olmadığı için anlaşmayı kabul ettiler. Ertesi gün 1 Nisan da Haçlı ordusu komutanı bütün müslümanların öldürülmesi için emir vermiştir.Müslümanlar ise dün verdiği sözü komutana hatırlattılar.
Komutanın sözü ise ” Ben size o sözü dün akşam için verdim” Ve orada bulunan tüm müslümanlar şehit edildi.
Bu olaydan sonra 1 Nisan müslümanlar arasında ” Hile Günü” olarak bilindi.
OLAY VE KAYNAK ANALİZİ
GIRNATA DÜŞTÜ (YA DA ELFLER KALEYİ ALDI)
Kral Ferdinand Gırnata üzerine yürümeden önce onlara şöyle bir haber gönderdi: “Benim amacım, Gırnata devletini gasp ve mahvetmek değildir. Belki bir müddetten beri İslam yönetimi hanedanında meydana gelen nifak ve fesattan dolayı ne hudutlarda güvenlik, ne Gırnata devletinin reayasında ne de Kaştale hükümeti tebasında huzur ve rahat kalmamıştır. Bu hanedan kendi kendilerini düzeltemeyeceklerini anladıklarından, yalnız Gırnata’nın durumunu düzelterek savaş sorunlarını ortadan kaldırmak için Es-Sağir’i himayesi altına alacağını ve bundan sonra bir daha kavga ve çatışma çıkmayacağını, İslam ahalisinin daimi bir refah içinde bulunacağı belirtti.”
Halkın çoğunluğu saf kalpli olduğundan bu vaadlere inandılar. Gırnata Meclisinde konuşan Musa b. Ebul Gazan’ın savaşalım çığlıklarına meclisin çoğunluğu teslim olalım şeklinde yanıt verdi.
Bunun üzerine meclis şartları görüşmek için Hacib Ebul Kasım’ı Ferdinand’a gönderdi.
Ferdinand ve İzabel, ummadıkları bu yaklaşım üzerine hayrete düştüler. İki tarafın heyeti Gırnata yakınlarında Cerine köyünde müzakere yaptılar ve sonuçta bir antlaşma hazırladılar. Ardından ahidname yapıldı. Emir Ebu Abdullah es-Sağir ile yandaşlarına özel olarak imtiyazlar verildi. Bu imtiyaz da 14 maddeden oluşmaktadır. Yani bir anlamda Gırnata’yı altın tepsi ile sunan hainlere mükafat verilmiş oldu.
Antlaşma toplam 55 maddeden oluşmaktadır.
Fakat Ferdinand Emir’e hıyanetinin karşılığı olarak onu ödüllendirdi. ama halka ve içindekilere acımadı. Yani yapılan antlaşma sadece ikna içindi. Kağıt üzerinde kalmıştı. Zaten böyle bir antlaşma yapmak karşındakinin insafına kendini terk etmek demekti.
Antlaşma iki eşit güç arasında olur veya onların üzerinde daha güçlü bir hakemin kefaletiyle olur. Onun dışında yapılanlar sadece teslim olmaktı.
Emir şehri teslim edip Endülüs’ü terk ettiğindde Badol tepesine çıkar. Burası İspanyollar arasında “Arab’ın ah ettiği yer” olarak meşhur olmuştur. Orada pişmanlıkla ağlar. Annesi ona “ağla, ağla, namussuz alçak! Çünkü vatanını ve saltanatını yiğitçe koruyamadın. Şimdi sana karılar gibi ağlamak yaraşır.”
1. Nisan’ın ihanet günü olduğu rivayetinin kaynağı bu olaya dayansa da olay 1 nisan’da gerçekleşmemiştir (2 Ocak 1492). Kanımca olay ve zaman mefhumu zamanla halk muhayyilesinde birbirine karışmış ve bu olay 1 Nisan olarak anlaşılmıştır.
Fakat yine de bir komutanın eline Kur’an alarak ikna çalışması yapması kaynaklarda görülmedi. Mutlaka bir kaç olay zamanla halk tarihinde birbirine karışarak günümüze gelmiştir.
İbrahim Halil ER
Kaynak: Endülüs Tarihi, Ziya Paşa
Orhan Güzel
Üniversitelerdeki akademisyenler ne yapar? Aynı soruyu üniversitede de ders veren birine sormuştum. Akşama kadar hesap yaparlar, hanım 15 Bin ben 15 Bin maaş alıyoruz villanın taksidi arabanın taksidi benim maaş oraya gidiyor yetmiyor hesabı yaparlar demişti
Ahmet Bayraktar
Türkiyede bir karanlık güç varsa bence bu işlerle uğraşıyor. Hurafe uydurma
GIRNATA’NIN DÜŞMESİNDEN XIX. YÜZYIL SONUNA KADAR
ENDÜLÜS’TE İSLAM
“ENDÜLÜS MİLLETİNE REVA GÖRÜLEN SOYKIRIMI VE
BU MİLLETİN YÜZYILLARCA İSLÂMÎ İNANÇLARINI KORUMAK İÇİN
VERDİKLERİ CESUR MÜCADELE”
Prof.Dr. Muntasır Ali KETTANÎ
(çev. Seyfettin Erşahin)
Giriş
XVI. VE XVII. YÜZYILLARDA ENDÜLÜS MÜSLÜMANLARINA YAPILAN SOYKIRIM, onların torunları ve diğer Batı Akdeniz Müslümanları tarafından asla unutulmayan tarihî öneme sahip bir suçtur. II.Dünya Savaşında Nazilerin ve yakın zamanlarda Çetniklerin Bosna’da işledikleri benzeri cinayetler, zayıf hafızalı insanlığın aynı suçlarla tekrar tekrar yüzyüze kalabileceğini göstermektedir. Üzücü bir husus da şu ki, ENDÜLÜS MİLLETİNE KARŞI SOYKIRIMını başlatan, sözüm ona “Katolik Krallar”ın iki elebaşısı Ferdinand ve Isabella, geçenlerde Vatikan tarafından azizlik mertebesine çıkarıldılar. Halbuki, o cânilerin aforoz edilmeleri Vatikan’ın ahlâkî itibarına daha çok yakışırdı.
Aşağıda, ENDÜLÜS MİLLETİNE REVA GÖRÜLEN SOYKIRIMI VE BU MİLLETİN YÜZYILLARCA İSLÂMÎ İNANÇLARINI KORUMAK İÇİN VERDİKLERİ CESUR MÜCADELE anlatılacaktır.
1) Gırnata’nın (Granada) Düşüşü (2 Ocak 1492)
Uzun bir mücadeleden sonra Gırnata, son Nasrî Sultanı Ebu Abdullah ile şehrin teslimi hakkında antlaşmaya varılan tarihten 23 gün önce Birleşik Kastilya-Aragon güçleri tarafından 2 Ocak 1492 tarihinde işgal edildi. Muzaffer Katolik krallar, yapılan 47 maddelik antlaşma metninde İslam inancını, cami, medrese ve kadılık gibi kurumlarıyla birlikte koruma ve İslam hukukunun uygulanması konusunda teminat verdiler. Bunun yanında, inanç özgürlüğünü ve ana dili/Arap dilini kullanma hakkını da garanti ettiler.
Gırnata, Hıristiyan güçlerin eline geçen ilk İslam şehri değildi. Çünkü, XI.yüzyıldan beri Tuleytula (Toledo 1085), Sarakusta (Zaragoza 118) gibi büyük İslam şehirlerinin düşüşüyle çok sayıda Müslüman nüfus Hıristiyanların hakimiyetine düşmüşlerdi. Ancak, onlara çok kötü davranılmakla birlikte İslâmî inançlarını koruma izni verilmişti. Müdeccen olarak adlandırılan bu Müslümanlara camileri, medreseleri ve fakihleriyle beraber cemaatler halinde varlıklarını sürdürme hakkı tanınmıştı. Hatta, onlar el-Acemiyye (Aljamiado) adı verilen, Arap alfabesiyle İspanyol dilinde bir edebiyat geliştirdiler. XVI.yüzyılın başlarında başkenti Sarakusta olan Aragon bölgesinin nüfus bakımından dörtte biri, başkenti Belensiye (Valencia) olan Belensiye bölgesinin ise üçte biri Müslüman idi.
Direnişleri çöktükten sonra, Gırnata Sultanlığı Müslümanları da Müdeccenler gibi muameleye tabi tutulacaklarını umdular. Ne var ki, gelişen olaylar Katolik kralların sözlerinde durmadıklarını, Katolik kilisesinin de İspanya’dan İslam’ın köklerini kazımayı kendisine görev edindiğini gösterdi.
2) Endülüs Müslümanlarına Yapılan Zulüm ve Zorla Hıristiyanlaştırılmaları (1492-1568)
Katolik krallar Gırnata’ya Kont Tendia’yı vali, Hernando Talavera’yı da piskopos olarak atadılar. Müslümanlara gelince, söz konusu kralların sözlerine inanmayan çok sayıda Müslüman aydın İslam ülkelerine göç etmeyi tercih etti. Bazı soylular da dahil bir avuç fırsatçı ise, Katolikliğe geçtiler. Buna karşılık, Gırnata’nın büyük Müslüman kitlesi yerlerinde kalıp inançlarını korumak için direnmeye karar verdiler.
Hıristiyanların ilk ihaneti, XV.yüzyıl sonunda Büyük Gırnata Camii’nin katedrale çevrilmesiyle başladı. Bunu, baskı yoluyla Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için papazların gruplar halinde yaptıkları çalışmalar izledi.
İlk İsyan (1500): 1499 Senesinde Katolik krallar, Müslümanları Hıristiyanlaştırmada daha çok baskı yapması için Kardinal Cisneros’u Gırnata’ya davet ettiler. Kardinal bir yandan ülkedeki camilerin çoğunu kiliseye çevirirken, diğer yandan ulemâ da dahil Endülüs aydınlarını zorla Hıristiyanlaştırmaya çalıştı. Bu uygulama, Elbeyyâzin (Albaicin) bölgesi halkının isyan etmesine yol açtı. 1500 Yılında İbrahim b. Ümeyye’nin liderliğinde bütün el-Büşşerât/el-Beşerât (Alpujarras) dağlarına yayılan isyan, gaddarlıkla bastırıldı. Mücahitlerin çoğu imha edildiği gibi, aileleri de köle pazarlarında satıldı.
İkinci İsyan (1501): Aynı zulüm, 1501 senesinde Elmeriye (Almeria) ve Runde (Ronda) bölgelerinde isyan eden Müslümanlara da reva görüldü.
1500 Senesinde İspanya Devleti ve Katolik kilisesi, Müslümanları zorla vaftiz etmeye başladı. Bunu takiben, önceki tahribattan geri kalan bütün camiler 1501 yılında kiliseye çevrildi. 12.10.1501 tarihinde yayımlanan bir kraliyet fermanıyla bütün Arapça kitapların yakılması emredildi. Bunun üzerine, şehirlerin ve kasabaların büyük meydanlarına yığılan Arapça kitaplar anlatılamaz bir barbarlık örneği olarak yakıldı. Bu, asla unutulmayacak bir cinayettir. Daha sonra Arapça yasaklandı ve Arapça konuşanlar için ölüm cezası öngörüldü.
Bütün bu felaketlerle mücadele eden Endülüslülerin imdat çığlıklarına ne Fas Sultanı Ebu Abdullah’tan, ne Osmanlı Sultanı II.Beyazıt’tan ve ne de Mısır Memluk Sultanı Eşref Kansu’dan (Kansu Gavri) bir cevap geldi!
Bir süre sonra Katolik kilisesi, ülkede İslam’ın hiçbir izini bırakmamak için, adaletsizliğin ve insaniyetsizliğin en kötü örnekleri olan korkunç İspanyol Engizisyon Mahkemelerini kurdu. Sanıkların ifadelerini işkenceyle alan ve kararlarını çok zayıf iddialara dayandıran bu mahkemelerin kapanlarına kapılanların hemen hemen hiçbirisi hayatta kalmadı. Kurbanlarının çoğu, aileleriyle birlikte kral, soylular ve halkın katıldığı büyük bir infaz törenlerinde canlı canlı yakıldılar. Ancak, çoğu kurbanlar yakılacak kadar bile yaşamayıp işkence altında öldüler.
Gırnata Müslümanları, açıktan açığa daha fazla direnemeyince ve imdat çığlıklarına İslam dünyasından cevap alamayınca, islamî inançlarını gizli tutmak şartıyla zahiren Hıristiyanlığı kabul ettikleri izlenimini verecek şekilde teşkilatlandılar. Ancak, Moriskolar veya Yeni Hıristiyanlar olarak adlandırılan bu insanlar acımasızca yönetildiler.
Müslümanlara baskı ve zulüm devam etti. 1508 yılında bir kraliyet fermanı yayımlanarak İslamî elbise giyimi yasaklandı. Moriskolara 1510 yılında yeni vergiler yüklendi. 1511 yılında çıkarılan başka bir fermanla önceki imhadan geriye kalan İslamî kitapların yakılması öngörülürken, Moriskoların silah taşımaları ve islamî usullerle hayvan kesmeleri yasaklandı… Benzeri fermanlar, Katolik kral Ferdinand’ın 1516 yılında ölümüne kadar devam etti.
Ferdinand’ın yerine geçen oğlu V.Karlos, Gırnata Müslümanlarına başlangıçta biraz yumuşak davrandı. Fakat 1523 yılında bir ferman çıkararak daha önce vaftiz edilemeyen Müslümanların da vaftiz edilmesini, kabul etmeyenlerinse köleleştirilmesini emretti. Bu gelişmeler karşısında Moriskolar krala başvurup daha önce Hıristiyanlığı asla hür iradeleriyle seçmediklerini, bu inancın kendilerine zorla kabul ettirildiğini ifade ettiler ve fermanın adaletten uzak olduğunu belirttiler. Bunun üzerine Gırnata’ya gelen V.Karlos, yaptığı incelemelerden sonra Moriskoların her şeye rağmen gerçek Hıristiyanlar oldukları ve dolayısıyla Katolik kilisesinin kanunlarına itaat etmeleri gerektiği yönünde karar verdi. Bu karar karşısında Moriskolar 80 bin duka altın toplayıp krala vererek söz konusu fermanı yürürlüğe koyma konusunda daha esnek davranmasını istediler. Kral, fermanı hemen yürürlüğe koymayı erteleyip daha fazla vergi almak şartıyla, Hıristiyanlığı tam olarak benimseyebilmeleri için Moriskolara 40 yıllık bir süre tanıdı.
V.Karlos 1555 yılında ölünce yerine mutaassıp ve zayıf kişilikli biri olan ve tamamen Katolik papazlar tarafından konrrol edilen oğlu II.Filip geçti. O, babasının tanıdığı 40 yıllık dönemin 1566 yılında dolması üzerine Müslümanları inançlarından uzaklaştırma yönünde daha evvel alınan kararları bütün gücüyle uygulamaya koymaya karar verdi. 01.01.1567 tarihli bir fermanla söz konusu kararları ihlal edenleri hapis, sürgün, işkence, mallarına el koyma ve ateşe verme gibi cezalara çarptıracağını ilan etti. Bu ferman, Engizisyon Mahkemeleri hakimleri tarafından bütün şehirlerde ve kasabalarda yargılama esnasında okundu. Moriskolar söz konusu fermanın uygulamaya konmaması yönünde yaptıkları bütün girişimlerden olumsuz sonuç aldılar. Sonunda, bu dayanılmaz kâbustan kurtulmak için isyana girişmeyi düşünmeye başladılar.
3) Üçüncü İsyan: Büyük Gırnata İsyanı (1568-1570)
Bundan bazı Müslüman gruplar düşman haberleşme hatlarına saldırarak Gırnata ve Belensiye dağlarına çıktılar. Bu arada, Gırnata valisi bir polis gücü kurdu. Bununla Moriskoların çocuklarının toplanarak kiliselerde Hıristiyan olarak yetiştirilmelerini de içeren bir dizi yeni kanunu yürürlüğe koymaya girişti. Bunun üzerine bir grup Müslüman lider, 1567 yılı sonunda Elbeyyâzin’de bir toplantı yapıp bir isyan planladılar. Bunun için içeriden ve dışarıdan destek sağlamanın yollarını görüştüler. Cezayir’deki Osmanlı yönetimine ve Fas’taki Sa’dîler’e heyetler göndererek silah ve para yardımı istediler. Bu talebe her iki Müslüman güç de cömert sözler verdiler.
İçte ise, İspanya’daki bütün Müslümanlara gizli heyetler gönderdiler. Bu heyetlerin getirdiği haberlerden hareketle, 45 bine yakın Müslümanın isyana katılacağını tahmin ettiler. Ancak, isyana sadece Gırnata vilayetlerindeki (Gırnata, Mâlega ve Elmeriye) Müslümanlar desteklediler. Buna karşılık, isyanın başarıya ulaşamayacağını düşünerek ve Osmanlıların er veya geç kendilerini kurtarmaya geleceklerini uman Mürsiye, Belensiye ve Aragon bölgesi Müslümanları isyancılara katılmadılar.
Bunun üzerine, isyanın önderleri Elbeyyâzin’de ikinci kez toplanarak Endülüs vilayetleri, Fas ve Cezayir’den gelen heyetlerin raporlarını değerlendirdiler ve 14.04.1568 tarihinde isyana karar verdiler. Ancak, Hıristiyan otoritelerin durumdan haberdar olup Müslüman önderleri rasgele hapsetmeye başlamaları üzerine bu tarih bir süre ertelendi.
Daha sonra, isyanın 26 önderi 27.09.1568 tarihinde Elbeyyâzin’de üçüncü bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda Fernando de Valor y Cordoba’yı Endülüs Sultanı olarak seçtiler. O da hemen Muhammed b. Ümeyye adını aldı ve isyanın 01.10.1568 tarihinde başlatılmasına karar verdi.
Bununla beraber, isyan istemeyerek 23.12.1568’de başladı. Her zaman olduğu gibi, bir grup İspanyol asker el-Büşşerât bölgesindeki Kadiyar halkına kötü muamelede bulunmaya başlayınca bir grup mücahit tarafından etkisiz hale getirildiler. Bu arada hemen Sultan Muhammed b. Ümeyye Gırnata’yı terk edip el-Büşşerât dağlarına gitti. Orada mücahitlerin önderlerinden 29.12.1568’de yeni biat aldı. Ordunun komutanlarını belirledi, çeşitli vilayetlere valiler atadı ve Lauhar’ı Endülüs’ün geçici başşehri yaparak oraya yerleşti. Aynı zamanda iki yönlü bir çaba harcadı: Bir yandan Hıristiyan ordusunu sürüp çıkardı, kiliseleri alıp tekrar camiye çevirdi. Endülüs halkına islamî kişiliklerini ihya etmek için tekrar Müslüman isimlerini kullanma ve Müslüman elbiselerini giyinme imkanı sağladı ve günlük namazlarını açıktan kılmalarına ortam hazırladı. Öte yandan, Cezayir’deki Osmanlı yöneticilerine ve Fas’a heyetler göndererek yardım istedi.
Başlangıçta bu gelişmelere İspanya devletinin tepkisi yavaş ve düzensiz oldu. Ancak, bir süre sonra doğuda Mürsiye’den batıda Gırnata’ya kadar uzanan alanda isyanı bastırmak için iki ordu kurdu. Bunun yanında Avrupa’nın bütün Hıristiyan devletlerinden yardım sağladı. Hazırlıklardan sonra Gırnata’ya doğru yola çıkan İspanyol ordusu, yollarda sivil halka acımasızca saldırdı. En büyük vahşet, 08.01.1569’da Hubile’de 2400 Müslüman çocuğun, kadının ve yaşlının bir gecede katledildiği vahşettir. Mürsiye’ye doğru ilerleyen diğer İspanyol ordusundaki askerler de güzergâhındaki tarlaları yaktılar, Mücahit ailelerini öldürdüler, kadınlara tecavüz ettiler ve hayatta kalan bir avuç Müslümanı da köle olarak sattılar. Bu durum karşısında Mücahitler İspanyol ordusuna karşı gerilla taktiğine başvurdular.
Hıristiyanlar, isyana katılmayanları da cezalandırdılar. Gırnata’daki devlet yöneticileri17.03.1569’da Muhammed b. Ümeyye’nin babası Antonio ve kardeşi Francisko dışındaki 150 Müslüman önderi toplayıp bütün bir gece boyunca devam eden eğlence aleminde acımasızca katlettiler. İsyana destek verip vermemesine bakmaksızın bütün Müslümanların mülklerine el koydular.
Bu cinayet, isyana yeni bir ivme kazandırdığı gibi, daha çok Müslümanın iştirakine de vesile oldu. Ne var ki, Osmanlılardan ve Sa’dîlerden beklenen yardım gelmedi. Osmanlıların yardım edemeyişlerinin iki sebebi vardı: Birincisi, iddialarına göre onlar Kıbrıs’ı kurtarmakla meşguldüler. İkincisi ise, zavallı Endülüslüleri uluslar arası politikalarında beşinci kol olarak kullanmaktaydılar.
Bu arada İspanya kralı, üvey kardeşi Juan de Austrian komutasında daha güçlü bir ordu kurdu. Fakat, Mücahitler Hıristiyan askerleri dağlardan kovmaya muktedir oldular. Hatta operasyonlarını doğuda Elmeriye ve batıda Runde’ye kadar yaydılar. Hıristiyanları büyük şehirlere sıkıştırdılar.
Bu gelişmeler karşısında Hıristiyanlar, Gırnata şehrinde bir isyandan korktukları için, 23.06.1569’da bütün Müslüman halkı şehirden çıkararak Kastilya Hıristiyan bölgesine dağıttılar. Sonra Juan de Austrian komutasındaki ordu el-Büşşerât dağlarını yeniden ele geçirmek için sahil yönünden harekete geçti. Fakat, bu kez de Mücahitlerin kahramanca direnişiyle karşılaştı. Bu durumda Hıristiyanlar, Mücahitlerin direnişlerini kırmak amacıyla bir hileye başvurdular: Sultan Muhammed b. Ümeyye’nin, babasını ve kardeşini kurtarmak için İspanyollara teslim olmaya hazır olduğu dedikodusunu yaydılar. Böylelikle Mücahitlerin saflarını böldüler ve Muhammed b. Ümeyye’yi de 20.10.1569 tarihinde Lauhar’da şehit etmeyi başardılar.
Bu olay üzerine Mücahitler içlerinden Muhammed b. Abbou adında bir Mücahidi Sultan olarak seçtiler. O, Mücahitleri yeniden teşkilatlandırdı ve yeni komutanlar atadı. Ardından hemen harekete geçti ve el-Büşşerât dağları bölgesinin başşehri Orhiva’yı kurtardıktan başka, kurtarılmış bölgeleri de genişletti.
Bu durum karşısında Juan de Austrian, ordusunun asker sayısını artırdı ve daha çok çaba harcayarak Mücahitlerin elindeki yerleri yeniden ele geçirmeye başladı. Operasyonlar çerçevesinde en büyük vahşet, Müslüman erkek ve kadınlarca savunulan Galera’nın işgali esnasında gerçekleştirildi: Müslümanların 3 aylık direnişlerinden sonra Juan şehre girdi ve onun emriyle Müslüman halkın hemen tamamı imha edildi. Bu katliam sonrası topraklara saçılan tuzun etkisi, bugün bile halen devam etmektedir.
Bütün bunlardan sonra Müslümanların direnişleri zayıflamaya başladı. Osmanlılara ve Sa’dîlere yapılan imdat çağrıları da cevapsız kaldı. Sultan İbn Abbou, Osmanlı Şeyhülislamına Padişahı kendilerine yardım konusunda ikna etmesi için 11.02.1570’de son bir mektup yazdı. Bu mektup şu cümlelerle bitiyordu: “Biz iki güçlü düşman ordusuyla karşı karşıyayız. Eğer bu savaşta yenilirsek, Osmanlı Padişahı hiçbir gücün ve mazeretin ona yardımcı olamayacağı Kıyamet gününde Allah Sübhânehû ve Teâlâ tarafından çetin bir hesaba çekilecektir”.
En sonunda, Endülüslüler mağlup oldular. Fakat Mücahitler, teslim olmaktansa küçük gruplar halinde savaşarak ölmeyi tercih ettiler. 13.03.1571’de Sultan İbn Abbou bir İspanyol ajanı tarafından şehit edildi. Vücudu Gırnata’ya getirildi ve şehrin bir başından öbür başına dolaştırıldı. Sonra şehrin büyük meydanında tam vahşilere yakışırcasına parçalanarak ana giriş kapısına asıldı. Şehidin naaşı 1601 yılına kadar orada asılı tutuldu. Ancak, Müslümanların direnişi onun ölümüyle sona ermedi ve 1573 yılına kadar devam etti.
4) Büyük İsyandan Sonra Müslümanların Dağıtılması (1570-1608)
Gırnata şehri halkının 05.03.1570 tarihli kraliyet fermanına dayanılarak sürülmesiyle Endülüs halkı yeni bir trajediyle karşı karşıya kaldı: Hıristiyan idareciler Gırnata Sultanlığı’nın bütün halkını cezalandırmaya karar verdiler. Halkın bütün mallarına el koydular, evlerinden söküp çıkardılar ve çeşitli İspanya topraklarına dağıttılar. Amaç onların kökünü kazımak ve Hıristiyan halk arasında islâmî kimliklerini kaybetmelerini sağlamaktı.
05.03.1570’de 7 bin Müslüman Gırnata’dan çıkarılarak İspanya’nın başka bölgelerine sürüldü. Buna ilaveten 28.10.1570 tarihli bir fermanla, kalan Moriskolar da dağıtıldı. Bu sırada yaklaşık 50 bin Müslüman, ordunun zoruyla gruplar halinde yayan olarak Tuleytula, Kurtuba (Cordoba), İşbiliye (Sevilla) ve Mança bölgelerine sürüldü. Bunların 17 binden fazlası yollarda halsiz düşüp öldü. Hıristiyanlar, 1570 yılı sonuna kadar Müslümanları diğer kasaba ve köylere sürgün etme işlemine devam ettiler. 22.11.1571’de yayımlanan yeni bir fermanla daha fazla Gırnata Müslümanının dağıtılması öngörüldü. Böylece, 1571 yılı sonlarına gelindiğinde 80 binden fazla Endülüs Müslümanı evlerinden çıkarılarak açlık, hastalık ve sefalet içinde İspanya’nın dört bir yanına dağıtılmış oldu.
İspanya hükümeti Gırnata Sultanlığı topraklarına 50 bin yerli Hıristiyanı getirip Müslümanların evlerine yerleştirdi. Bununla beraber, bu kolonizasyon çabası çok sayıda Gırnatalının evlerine dönmesi ve çoğu Hıristiyanın da oraları terk etmesi üzerine başarısızlığa uğradı. Bu arada pekçok Müslüman, kırsal ve dağlık alanda direnişlerini sürdürdü. Hükümet de 1585 yılına kadar Müslümanları Gırnata’dan sürgün etmeyi öngören kararlar çıkarmaya devam etti.
Kastilya bölgesine sürgün edilen Gırnatalı Müslümanlar, oralarda yaşayan Müdeccenler arasında İslam’ı yeniden canlandırdılar. Devlet ve kilise bu durum karşısında daha fazla ne yapabileceklerini şaşırmışlardı. Müslümanların kendi aralarında toplanmalarından, Osmanlılar ile haberleşmelerinden ve birbirlerini dine davet etmelerinden paniğe kapılmışlardı. Karar üzerine karar yayınlayarak Moriskoların sahilde yaşamalarını, Aragon ve Belensiye Müslümanları ile ilişki kurmalarını yasakladılar. Engizisyon Mahkemeleri de Müslümanlar üzerindeki zulmünü ve kurbanlarının sayısını kat kat artırdı. Fakat, bütün bu zulümler Moriskoların ne islamî inancını ne de birgün özgürlüklerine kavuşacakları yönündeki umutlarını zayıflatabildi.
Moriskoların umudu daha çok kendileriyle yakın ilişkilerini devam ettiren Osmanlılardan gelecek yardımlar üzerinde yoğunlaştı. Bu arada Osmanlı gemileri sık sık güney Endülüs sahillerine demirleyerek yüzlerce Müslüman aileyi İslam ülkelerine taşıdılar. Bunun yanında Aragon Müslümanları Katolik zulmüne karşı ortak mücadele etmek ümidiyle Fransa’daki Protestanlar ile ilişkilerini devam ettirdiler.
16. Yüzyılın sonlarında İspanya Devleti ve Katolik kilisesi, Moriskoları iyi Hıristiyanlar yapma ve kalplerindeki islamî bağları koparma ümidini kesince, Müslüman problemini çözmek için daha acımasız ve ağır çareler önermeye başladılar. Bunların başlıcaları şunlardı: 1) Bütün Moriskoları belli mahallelere toplayıp yavaş yavaş imha etmek. 2) Doğrudan bir kerede imha etmek veya dolaylı yoldan erkekleri kadınlardan ayırarak ya da bütün erkekleri hadım ederek nesillerini sürdüremez hale getirmek. 3) Tamamını İspanya’dan sürmek.
Bunlardan üçüncüsü daha çok kabul gördü. Ancak, devlet ve kilisenin bu konuda da endişeleri vardı. Katolik kilisesi, Moriskoların Hıristiyan olduklarını düşündüğünden, bu sürgünün onlardaki Hıristiyan ruhun kaybolmasına sebep olacağından korkuyordu. İspanya devleti ise, sürgünün Akdeniz Müslüman devletlerine demografik bir güç vereceğini hesaplıyordu.
5) Büyük Sürgün (1609-1613)
İspanya hükümeti 30.01.1608 tarihinde bütün Moriskoları ülkeden kovmaya karar verdi. Müslümanların mallarıyla ülkeyi terk etmeleri istenmediği için bu karar gizli tutuldu. Sürgüne Rais Belensiyeno Müslümanlarından başlamak üzere büyük hazırlıklar yapıldı. 11.09.1609 tarihinde İspanya kralı, Belensiye’deki bütün Müslümanların 3 gün içinde Kuzey Afrika’ya sürülmelerini, ayrılmak istemeyenlerin hapse atılmalarını ve karşı gelenlerinse öldürülmelerini öngören fermanı imzaladı.
Fermana göre, devlet memurları gelinceye kadar Müslümanlar evlerinde oturup beklemek zorundaydılar. Yanlarına tek başına taşıyabileceklerinden fazla bir şey almayacaklardı. Eşyalarını saklayanlar veya imha edenler öldürülecekti. Müslümanların evleri, eşyaları ve mülkleri Hıristiyanlara dağıtılacaktı. 6 yaşından küçük Müslüman çocukları Hıristiyan olarak yetiştirilmek üzere Hıristiyan ailelere verilecekti.
Bu durum karşısında, pekçok Müslüman silahlı direnişi seçti ve öldürülünceye kadar dağlarda mücadeleye devam etti. Ancak, pekçoğu da karara boyun eğdi. Bunlar Likant (Alicante), Dâniye (Denia), Belensiye ve diğer limanlarda toplandı. Yol boyunca ellerinde taşıyabildikleri eşyalarını almak için ayak takımı Hıristiyanların saldırılarına uğradılar. Bu şartlar altında Eylül 1609 ile Ocak 1610 arasında Belensiyeli yaklaşık 130 bin Müslüman, Hıristiyan gemilerine doldurularak Kuzey Afrika sahillerine nakledildi. Çoğu gemici, ellerindeki eşyalarını almak için Müslümanları denize atmayı tercih etti. Bu arada, Mayıs 1611’de yayınlanan bir kararla “sağlam bir Müslüman getirene 60 altın ve onu köle yapma, ölü bir Müslüman getirene 30 altın” ödül vaat edildi.
09.12.1609’da kral III.Filip’in emriyle Gırnata bölgesi, Extramadura ve Mürsiye’den yaklaşık 52 bin Müslüman sürgün edildi. Bundan 19 gün sonra 28.12.1609’da Kastilya bölgesi Müslümanlarının sürülmesine karar verildi ve yaklaşık 50 bin Müslüman bölgeden çıkarıldı. Takiben, 17.04.1610’da çıkarılan bir kararla Aragon bölgesi Müslümanlarının sürülmesine başlandı. 61 binden fazla Müslüman trajik şartlar altında sürgün edildi. Onları 4 bin Katalonya bölgesi Müslümanı izledi.
Böylelikle, 1609-1614 yılları arasında tahminen 330 bin Müslüman çok ağır ve insanlık dışı şartlar altında İspanya’dan sürüldü. 25.03.1611’de ülkeyi Müslüman nüfustan temizledikleri için başta kral III.Filip olmak üzere İspanyol yöneticileri Tanrılarına şükür için büyük bir tören düzenlediler.
Endülüs’ten sürülen Müslümanlardan yaklaşık 60 bini Fas’a ve 160 bini Osmanlı Devleti topraklarına yerleşti. Osmanlı topraklarına gelenlerin 65 bini Cezayir’e, 55 bini Tunus’a, geri kalanlar da İzmir, İstanbul ve Bosna’ya yerleştirildi. Aşağı yukarı 10 bin Endülüs Müslümanı Avrupa ve Amerika kıtasının Hıristiyan devletlerine gittiler. Sürülen Müslümanlardan 70 bin kadarı nakliyat sırasında denizlerde ölürken, 30 bin kadarı da İspanya’ya geri dönmeyi başardılar.
İspanyol tarih kitaplarının iddiasına göre, büyük sürgünle İspanya Müslüman varlığından temizlendi ve yerlerine Hıristiyanlar yerleştirildi. Ancak, tarihî belgeler göstermektedir ki, XVII.yüzyıl başlarında İspanya nüfusunun %25’i yani 2 milyonu Müslüman asıllılardan oluşuyordu. Biraz da Endülüs2ten, çoğu Aragon ve Belensiye’den olmak üzere bunlardan sadece %20’si İspanya’dan sürüldü. Geri kalanlar İyi Hıristiyanlar olarak kabul edildi. Lidersiz bir şekilde bırakılan bu Müslüman asıllı kitleye köle statüsü tanındı. Bunlar İslam hakkında bilgilenme imkanından mahrum bırakıldılar. Pratik amaçlar için 9 asırlık varlığından sonra İslam İspanya’da öldü kabul edildi. Ancak, gerçek durum bundan mı ibaret?
6) XVII. Yüzyılda İspanya’da İslam
İspanya’da Müslümanlara reva görülen zulüm Büyük Sürgün ile bitmedi. 19.4.1614’te İspanya kralı bütün valilere bir emir gönderdi. Buna göre, Büyük Sürgün’den beri kendilerini gizleyen Moriskoların aranması durdurulacak, ancak İspanya’ya geri dönenlerin aranmasına devam edilecek, eğer yakalanırlarsa tekrar gönderilecek, itiraz edenler öldürülecekti. Bu tür fermanlar, 1621 yılına kadar çıkmaya devam etti.
1621’de kral III.Philip ölünce tahta geçen oğlu IV.Philip, 22.10.1621 tarihinde Katalonya’daki kraliyet müfettişinden bir rapor alır. Raporda Aragon, Katalonya, ve Belensiye’de çok sayıda Moriskonun ülkeyi terk etmedikleri, sürülenlerin de çoğunun evlerine geri döndükleri, huzur içinde yaşadıkları ve güçlü kişiler tarafından korundukları bildirilmekteydi. Müfettiş, kraldan söz konusu Moriskolara karşı harekete geçmesini istediyse de olumlu bir cevap alamadı.
1623’te İspanyol kortesleri (ülke yönetiminde söz sahibi olan soylular), geri dönen Moriskolara karşı yeterince haksızlık yapıldığını belirterek kraldan bu konudaki tatbikatların durdurulmasını, bu sayfanın artık kapatılmasını istediler. Kral bu istek karşısında konu hakkında yeni bir ferman yayınlamaya gerek olmadığını düşünerek sadece mahkemelere Moriskolar hakkındaki ihbarları kabul etmemelerini tavsiye etti. Ancak, buna rağmen Kastilya ve Endülüs bölgelerinde Moriskolar hakkında şikayetler devam etti.
1625’te İşbiliye şehri yönetimi bir rapor yayınlayarak mahallelerde çok sayıda Müslümanın hür veya köle olarak yaşadığını iddia etti. Hatta, bu Müslümanların Hıristiyanların çocuklarını kaçırarak İslamlaştırmaya çalıştıkları ileri sürüldü. Kral, 1626’da bir ferman yayınlayarak “sahilden uzakta yaşadıkları müddetçe ülkede kalan Moriskolara daha fazla zarar verilmemesini” istedi. Ancak, İspanya Devleti Moriskoların çoğalmasının önünü alamadı. 1634’te Mürsiye şehrinde hazırlanan resmi bir raporda iddia edildiğine göre, şehir ve etrafı Moriskolar ile doluydu. Kral, onların müşahede altında tutulmalarını ve iyi Hıristiyan olup olmadıklarının kontrol edilmesini emretti.
Engizisyon Mahkemesi XVII.yüzyılda da Müslümanlara zulüm etmeye devam etti. Bu menfur mahkeme, 1616’da Dâniye ve Belensiye’de Müslüman topraklarına kaçmayı planlayan köleleştirilmiş Endülüslüleri cezalandırdı. 1620’de ve 1625’te büyücülük yapmakla suçladığı bir Moriskonun mallarının müsadere edilmesine karar verdi. 03.10.1625 tarihinde İşbiliye Engizisyon Mahkemesi, bir grup Moriskoyu yerli Hıristiyan kalabalığın önünde idam etti. 17.11.1625’te köleleştirilmiş bir Moriskoyu kilise kapısına bazı islamî yazılar yazmak suçundan 100 kırbaç ve 4 yılı kürek mahkumluğu olmak üzere ömür boyu hapis cezasına çarptırdı.
1633’te Kûnka (Conga, Cuenca) Engizisyon Mahkemesi, sürgünden dönen bir Müslümana ve ailesine zayıf bir itham yüzünden işkence yaptı. 1667’de el-Ma’den (Almaden) Engizisyon Mahkemesi, Hıristiyan âyiniyle alay ettiği gerekçesiyle bir Moriskoya kırbaç cezası verdi. 1680’de Kâdis’ten birisi Hıristiyanlık’tan İslam’a geçtiği için Madrid’te büyük bir kalabalığın önünde diri diri yakıldı. 1689’da Kurtuba Engizisyon Mahkemesi, bir grup köleyi Müslüman olmakla suçlayıp şehirden sürdü. Gerçekten de İspanya Engizisyon Mahkemeleri en azından 177 Hıristiyanı İslam’a geçtikleri ve Müslüman topraklarına kaçarak bir şekilde İspanyollar ile savaşmaya hazırlandıkları gerekçesiyle cezalandırdı.
XVII.yüzyılda İspanya’da Müslüman varlığını gösteren başka bir delil de, çok sayıda cemaatin Hıristiyan boyunduruğundan kurtulacakları yönündeki ümitleriydi. Devlet Konsili, 09.02.1624 tarihinde Gırnata’da yaşayan ve ipek piyasasını kontrol eden Haellar ve Madridliler lakaplı iki aile hakkında bir rapor hazırladı. Raporda, bu aileler gizli Müslüman olmakla ve Kuzey Afrika Müslümanlarıyla ilişki kurmakla suçlandılar.
Dördüncü İsyan (1641): Endülüs’te 1641’de Tâhir el-Hurr adlı bir emîrin başını çektiği gizli bir isyan haberi alındı. Bunun üzerine harekete geçen devlet güçleri, Tâhir el-Hurr’u Estepone yakınlarında şehit ettiler. Fakat bu sorunu çözmedi. Müslümanların torunları, 1644’ten itibaren çeteler halinde teşkilatlandılar ve hükümet kervanlarına saldırıp ele geçirdikleri ganimetleri fakirlere dağıttılar.
Beşinci İsyan (1650): 1650’de tekrar bir isyan haberi alındı. Devlet güçleri, isyanın 5 liderini de ağır işkencelerle öldürdü. Müslümanların torunlarının bu tür isyanları bütün yüzyıl boyunca devam etti. Bunların en önemlileri de 1652’deki Kurtuba ve İşbiliye isyanlarıydı (Altıncı İsyan, 1650).
VII.yüzyılda Endülüs’ü ziyaret eden pekçok gezgin, gizli Müslümanlarla karşılaşmıştı. Bunlar arasında en çok bilineni, 1690 yılında Endülüs’e resmi bir ziyaret yapan Fas Sultanı İsmail’in elçisi Abdülvâhid el-Gassânî’dir. Ona ziyareti sırasında resmi memurlar da dahil çok sayıda Endülüslü, kendilerinin gizli Müslüman olduklarını söylediler.
7) XVIII. Yüzyılda Endülüs’te İslam
XVIII.yüzyılda İspanya’da Müslümanların varlıklarını devam ettirdiklerini, Devlet Konsili’nin “Müslümanları Kuzey Afrika’ya sürmeyi” öngören 20.09.1712 tarihli kararı açıkça göstermektedir. Uygulamaya konmayan bu karar Büyük Sürgün’den bir asır sonra Moriskolara karşı çıkarılan son karardı. Bununla beraber, Engizisyon Mahkemeleri Müslümanlara karşı korkunç zulümlerini devam ettirdiler. 1724’te çok sayıda Endülüslüyü Müslüman olmakla suçlayıp sürgüne gönderdiler. 1725’te sadece Gırnata’da en az 1800 (360 aile) kişiyi gizli olarak İslam’a inanmakla suçlayarak cezalandırdılar. Bu büyük rakamlar, bu dönemde İspanya’da çok sayıda Müslüman bulunduğunu göstermektedir.
Bu Engizisyon Mahkemelerinin kararlarının benzerleri Gırnata’da 1727’de görüldü. Burada da halk Müslüman olmakla suçlanarak mahkum edildi. 09.05.1728’de Gırnata’da orta sınıftan 46 kişi İslam’a inanmakla suçlanarak halk önünde cezalandırıldılar. Aynı şekilde, 10.10.1728’de 28 kişinin mülklerinin müsadere edilmesine karar verildi. Hatta, şehrin mutaassıp yerli Hıristiyanları kraldan Gırnata’yı Müslüman nüfustan tekrar temizlemesini istediler. Daha sonraları, 1769’da Mürsiye vilayetinin Cartagena şehrinde bulunan gizli bir mescit Müslümanların burada gizlice teşkilatlandıklarını göstermektedir.
Gerçekten de XVIII.yüzyılda İspanya’ya giden ziyaretçiler orada gizli İslam’ın var olduğunu kaydederler. Fas Sultanı, aslen Endülüs’ün Malaga şehrinden olan Ahmed el-Mehdî el-Gazal adlı elçisini 1766 ve 1768’de İspanya’ya gönderdi. El-Gazal, ziyaret ettiği İşbiliye, Gırnata, Ceyyân (Jean), Mürsiye ve Elkant (Alicante) gibi vilayetlerde halk ve memurlar arasında pekçok gizli Müslümanla karşılaştı. El-Gazal, Gırnata vilayetinin Levşe (Loja) şehri halkı hakkında şunları söyler: “Onlar Müslümanca cazibeleriyle Gırnata halkına benziyorlar. Gırnatalılara olan sevgileri, Müslüman asıllı olduklarını göstermektedir. Bazıları İslam’a ait gizli işaretler yaparken, bazıları bunu açıktan söylüyorlar.”
1775-1776’da Endülüs’ü ziyaret eden İngiliz gezgin Henry Swinburne, Gırnata’da çok sayıda gizli Müslüman aile ile karşılaştığını haber verir. Fas Sultanının elçisi Muhammed b. Osman el-Miknâsî de 1779’da Levşe ve Gırnata’da çok sayıda Müslümanla karşılaştığını kaydeder.
1786-1787’de başka bir İngiliz gezgin Joseph Towswnd’in kaydettiğine göre, bir Engizisyon hakimi ona şunları söyler: “Bugün herkes inanmaktadır ki, İspanya’da çok sayıda Müslüman ve Yahudi vardır. Müslümanların çoğu dağlarda, Yahudiler ise büyük şehirlerde yaşarlar. Her iki kesim de inançlarını tam bir gizlilik içinde korurlar.” Bu, 1787’de bölgeyi gezen İngiliz George Barrow tarafından teyid edilmiştir.
Bunlara ilaveten, epeyce çok sayıda Müslüman 1609 Büyük Sürgünü’nden kurtulmak için Çingenelerin arasına karıştılar. Bu nedenle bugün İspanyol Çingenelerinin kültüründe önemli bir Müslüman etkisi vardır.
8) XIX. Yüzyılda Endülüs Milliyetçiliğinin Doğuşu
XIX.yüzyılda Endülüs’ü ziyaret edenler, söz gelimi 1809’da Hamme ya da el-Hâme’yi (Los Banos) gezen İngiliz seyyah, 1828’de Büşşerât ya da el-Büşşere’yi (Alpujarras) ziyaret eden yazar Miniano ve aynı bölgeyi 1848’de gezen İngiliz seyyah Ford gibiler, belli belirsiz de olsa Endülüs’te İslam’ın varlığından söz etmektedirler.
Endülüslülerin çoğunun kalplerinde daima Hıristiyanlardan farklı oldukları ve kendilerine zorla kabul ettirilen yabancı bir kimlik tarafından ezildikleri duygusu saklı kaldı.
1808’de Napolyon’un ordularının İspanya’yı istila etmesiyle herşey değişti. Uzun asırlardan sonra ilk defa Endülüslülerin düşmanları yabancı bir güç tarafından yenilme duygusunu tatmışlardı. Bu arada, Endülüslüler Fransız istilacılara karşı İspanyol olarak değil Endülüslüler olarak ayaklandılar. Fransız deniz gücünü 14.07.1808 tarihinde teslim alırken, kara ordusunu da Ceyyan vilayetinin Balien mevkiinde 19.07.1808’de yenilgiye uğrattılar. Daha sonra Endülüslüler, 17.12.1808’de İşbiliye’de gizli bir hükümet kurdular ve 19.03.1821’de Kadis Anayasası olarak adlandırılan yeni bir anayasa yayınladılar.
Bu anayasa, kral ve kilisenin yetkilerini kısıtlayan, demokratik, anayasal bir monarşiyle yönetilen bir İspanya öngörmekteydi. İlk defa bu anayasa, Endülüs milleti de dahil, İspanya’nın çeşitli milletlerden oluştuğunu ilan etti. İspanya için milletlerin tam eşit olduğu bir federal sistem önerdi. Endülüs milliyetçiliği, onun tarihî ve İslamî temelleri göz önünde bulundurulmadan anlaşılamaz. Kadis Anayasası, XIX.yüzyıl boyunca İspanya’daki bütün (Fransız işgalinden) kurtuluş hareketlerinin temeli oldu.
Altıncı İsyan (1820): Fransızların kovulmasından sonra, Eylül 1812’de kral İspanya’ya döndü. Fakat, Kadis Anayasası’nı iptal ederek kendisinin ve Katolik kilisesinin hakimiyetini tekrar kurdu. Bu durum karşısında 01.01.1820’de İşbiliye halkı isyan ederek Kadis Anayasası’nın yeniden yürürlüğe konmasını istediler. İsyan bütün Endülüs bölgesine yayıldı. Bunun üzerine, kral isyancıların isteklerini kabul eder gibi görünürken, öte yandan Fransızlardan yardım istedi ve 03.10.1823’te Kadis Anayasası’nı hükümsüz kıldı. Bu olup bitenler karşısında Endülüs halkı baş kaldırdı ve kendilerine yapılan zulmün sembolü olan Engizisyon Mahkemelerine saldırarak yaktı.
Yedinci İsyan (1831):Aynı şekilde, 28.03.1831’de Kadis vilayetini el-Cezîre (Algeciras) bölgesinde General Torrijos ayaklandı ve Kadis Anayasası’nın tekrar yürürlüğe konmasını istedi. Fakat o, devlet güçleri tarafından yenilgiye uğratıldı ve öldürüldü.
Sekizinci İsyan (1835): Bu durumda Malaga halkı Mart 1835’te ayaklandı ve hükümet temsilcilerini kovarak Kadis Anayasası’na dayanan mahalli bir idare kurdular. Malaga’yı diğer Endülüs şehirleri de izledi. Böylece ayaklanma bütün Endülüs’ü kapladı. Endülüslüler bir ordu kurdular ve hükümet güçlerini yenilgiye uğrattılar. İsyancılar, hükümeti Katolik kilisesinin mülklerinin müsadere edilmesi isteği de dahil şartlarını kabul etmeye zorladılar. Ayrıca isyancılar Ceyyan vilayetinin Endûcer (Andujar) şehrinde bir yüksek devrim konsili kurdular. Bu konsil, Endülüs’e mahalli otonomi öngören bir Endûcer Anayasası hazırladı. Her ne kadar söz konusu konsil, 19.10.1835’te dağıtıldıysa da Endülüslü kimliğini şekillendirmede önemli bir unsur olarak kaldı. Fakat, İspanya tekrar kilise ve devletin zulmü altına girdi.
Dokuzuncu İsyan (1857): Endülüs çiftçileri 30.06.1857’de İşbiliye’de, daha evvel müsadere edilerek kiliseye ve soylulara peşkeş çekilen atalarının topraklarını geri isteyerek ayaklandılar. Fakat, önderlerinden 25 kişi öldürüldü ve 25 kişi de idam edildi.
Onuncu İsyan (1861): Yine Endülüslü çiftçiler, bu sefer Malaga ve Gırnatalılar da ayaklandılar. Fakat, onların da haklı istekleri acımasızca bastırıldı.
Onbirinci İsyan (1868): 18.09.1868’de Endülüslüler kraliçeye karşı isyan ettiler ve Kurtuba yakınlarında İspanya ordusunu yendiler. Bunun üzerine kraliçe Fransa’ya kaçmak zorunda kaldı. Endülüslüler, İspanya’nın bir federal cumhuriyete dönüştürülmesini, Endülüs bölgesine otonomi verilmesini ve Katolikliğin devlet dini olma özelliğinin kaldırılmasını istediler. Fakat, İspanyol ordusu ülkede kontrolü tekrar ele aldı ve 03.01.1883’te kraliçe İspanya’ya geri döndü.
10.01.1884’te Entakîre (Antequera) Anayasası esaslarına dayalı Federal Cumhuriyetçi Parti kuruldu.
Böylece XIX.yüzyıl Endülüslü hareketi, sınırları belirlenmiş bir Endülüs ile Endülüslü milleti fikrini tebellür ettirdi. Bu hareket, açıkça Katolik karşıtıydı ve Endülüs’ün islamî geçmişini ihya için mücadele verdi. Fakat, Endülüs milliyetçiliğine XX.yüzyılın başlarında esas şeklini veren, 05.07.1885’te Malaga’da doğan ve sonradan Müslüman olan Blas Infante idi.
Sonuç
Görüldüğü gibi, Endülüs halkı İslamî kimliklerini kendi iradeleriyle terk etmediler. Tam tersine, yüzyıllar boyunca devamlı vahşice zulüm ve cinayetlere maruz kaldılar. Bu yüzden adlarını, kültürlerini ve köklerini kaybettiler. Fakat, zayıf da olsa kalplerinde İslam’a karşı bir sevgi bağı kaldı. Özellikle, İspanyollardan farklı olma duygusu içlerinden asla yok edilemedi.
İslamî köklere dayalı bir Endülüs milliyetçiliği teorisini geliştiren Blas Infante, bunun için bütün gücünü ve hayatını ortaya koydu. Endülüs halkına diğer İspanyollardan farklı oldukları fikrini yaymakla suçlanarak Franko’nun askerleri tarafından 10.08.1936 tarihinde İşbiliye sokaklarında şehit edildi. Ne var ki onun çabaları 1975’te Franko’nun ölümünden sonra Endülüs’e İslam’ı, belki demokrasiyi de geri getirdi.
Ümit ederiz ki, günümüz Endülüs Müslümanlarının imdat çığlıkları atalarınınki gibi duymazlıktan gelinmez.
Kaynaklar
M.A. Kettani, “Resurrection of Islam in Al-andalus”, Majmaa al-Buhuth al-Islamica, İslamabad-Pakistan, 1992
W. Irving, “A Chronicle of the Conquest of Granada”, Everyman’s
M.G. Atienza, Las Capitulaciones para la Entrega de Granada, Granada-Espana, 1910
Luis del Marmol Caravajal, “Historia del Rebellion y Castigo de los Morseos de Granada”, Biblioteca de Anteres Espanoles
A.Dominguez Ortiz y Bernard Vincent, “Historia de los Moriskos”, Revista de Occidente, Madrid 1978
Pedro Longas, Vid Religiosa de los Moriskos, Madrid 1915
H.C. Lea, History of the Moriscos of Spain, their Conversion and Expulsion, London 1901
Diego Hurtado de Mendoza, “Guerra de Granada”, ed. 13, Blanco Gonzalez, Madrid 1970
B. Vincent, “Lexpulsion des Morisques du Royaume de Grenede el leuar Repartition en Castilla (1570-1571)”, Melagnes de la Casa Velazguez, vol. VI, 1970
Boronat y Barrachina, Los Moriskos Espanoles y su Expulsion, Belensiye 1901
Henry Swinburne, Travels through Spain in the Years 1775 and 1776
Joseph Towsend, A Journey through Spain in the Years 1786 and 1787, 3 volumes
{Bu yazı, Değişim Sürecinde İslam: Kutlu Doğum Haftası 1996, TDV, Ankara 1997, s. 65-79 kaynağından alınmıştır. 25 Haz. 2003}