Hazarlar tarih sahnesine Sabar Türkleri’nin devamı olarak çıkmışlardır. Günümüzde Hazar denizi adında yaşamaya devam eden Hazar ismi tarihî kaynaklarda, 558 yılında Sabarlar’ın siyasî varlıklarını kaybetmelerinden önceki Sâsânî-Sabar savaşları dolayısıyla geçer. X. yüzyıl İslâm tarihçisi Mes‘ûdî, İranlılar’ın Hazar adını verdiği topluluğa Türkler’in Sabar (Sabîr) dediklerini söylemektedir (et-Tenbîh, s. 83). Hazarlar Arapça kaynaklarda Hazar, İbrânîce’de Kuzari, Latince’de Chazari/Gazari, Grekçe’de Khazaroi, Rusça’da Kozar/Kazarin, Macarca’da Kozar/Kazar, Ermenice’de Hazir-k, Gürcüce’de Hazar-i, Çince’de T’u-Chüe Ho-sa (K’o-sa) adıyla zikredilmektedir.
Hazar ülkesi genelde Hazar deniziyle Karadeniz arasındaki sahayı kaplıyordu. Güneyde Kafkas dağları sınır olmakla beraber Azerbaycan ve İrmîniye sık sık Hazar hâkimiyetine girmiştir. Bu topraklar kuzeyde İdil (İtil) Bulgar Türkleri’nin ülkesine, Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara, hatta Kiev’e kadar uzanıyordu. Hazar Devleti, esas ağırlık merkezi önceleri Terek nehri boyunda iken daha sonra İdil, Yayık, Don ve Kuban nehirlerinin havzalarına yayılmış ve önemli ticaret yollarını kontrol altına almıştır. Devletin temel unsuru Ak Hazar ve Kara Hazar diye iki gruba ayrılan Hazar ahalisiydi. VIII ve IX. yüzyıllarda iyice genişleyen Hazar Hakanlığı’na İdil Bulgarları, Kama ve İdil boylarındaki çeşitli Fin kavimleriyle Burtaslar ve Orta Dinyeper (Özü) yöresindeki Slav kavimleri de itaat ettiler. En geniş zamanında Hazar ülkesinin sınırları Yayık ve Cim nehirlerinden batıda Dinyeper nehrine kadar uzanıyordu.
576 yılında Kırım’daki Kerç Kalesi’nin Göktürkler’in eline geçmesiyle bu devletin sınırları Karadeniz’e kadar ulaşmıştı. Hazarlar, 586 yılına ait bir Bizans kaynağında Türk adıyla birlikte zikredilmişler, aynı şekilde Çin yıllıklarından Hsin T’ang Shu’da da T’u-Chüe Ho-sa (K’o-sa), yani Türk Hazar olarak kaydedilmişlerdir. Bu durum Hazarlar’ın Göktürkler’e bağlandıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Göktürk Devleti 582 yılında batı ve doğu olmak üzere ikiye ayrıldığında Hazarlar batı kağanlığının en uç noktasını oluşturdular ve bu devletin arzusu üzerine Sâsânî İmparatorluğu’na karşı Bizans’a yardım ettiler. Sâsânî İmparatoru Enûşirvân’ın (531-579) sarayında Hazar Türkleri’nin de tercümanı vardı. İslâm ve Ermeni kaynaklarına göre Hazarlar VII. yüzyılın ortalarına kadar Batı Göktürkleri’ne bağlı kalmışlardır. Yine bu devirde Kafkaslar’daki Derbend Geçidi’ni aşarak Gürcistan ve Azerbaycan’a akınlar yapıp Tiflis’i kuşattılar. 626 yılında Sâsânîler’le Avarlar’ın İstanbul’u kuşatmaları üzerine Bizans İmparatoru Herakleios Hazarlar’dan 40.000 kişilik yardım sağladı. Herakleios kızı Eudokia’yı Hazar hakanına teklif etmişse de düğün hazırlıkları sürerken hakanın ölümü üzerine bu evlilik gerçekleşmemiştir. Daha sonra yine Hazarlar’dan Çorpan Tarhan Sâsânîler’e karşı başarılar kazanarak Aras nehrine kadar bütün Kuzey Azerbaycan’ı ele geçirdi. Başşehir Belencer’den başka Güney Kafkasya’da Kabale (şimdi Nuha vilâyetindeki Çuhur Kabala köyü) şehri kuruldu. 629 yılında da Tiflis zaptedildi ve bazı Ermeni grupları itaat altına alındı.
Batı Göktürk Devleti yıkılınca Hazarlar bağımsızlıklarını ilân ettiler (630). Bu dönemde Karadeniz’in kuzeyinde Hazarlar’dan başka bir de Büyük Bulgar (Magna Bulgaria) Türk Devleti kuruldu (635). Ancak Güney Rusya’dan Tuna nehrine kadar geniş düzlüklere hükmeden bu devlet 665 yılından sonra Hazarlar tarafından yıkıldı; böylece Hazar ülkesinin sınırları iki katına çıktı. Azak denizi kıyılarının ele geçirilmesi Bizans’la temasların sıklaşmasına yol açarken Tuna nehrine kadar geniş bir alanın kontrolüne de imkân sağladı. Hızla yükselen Hazar Devleti içinde hâlâ Sabar bakiyelerine rastlamak mümkündü. Sabar reisi Alp İlitvar (İlteber) 682’de Gürcü prensinin kızıyla evlenerek Hıristiyanlığı kabul etti ve ileri sürüldüğüne göre Hazarlar arasında bu dini yaymaya çalıştı. Diğer taraftan Bizans’ın gönderdiği din adamları da ülkede propaganda yapmaya başladılar; fakat sonraki gelişmelerden bir sonuç alamadıkları anlaşılmaktadır. 695 yılında tahttan indirilip Kırım’daki Khersones Kalesi’ne sürgün edilen II. Iustinianos Hazar hakanına sığındı ve onun kız kardeşiyle evlendi. Vaftiz edilip Theodora adını alan bu Hazar prensesi, 705’te Bizans tahtına ikinci defa çıkmayı başaran Iustinianos’la birlikte devleti yönetti. Hazarlar II. Iustinianos’a karşı ayaklanan Khersonesliler’i desteklediler ve Bardanes-Philippikos’un tahta çıkmasına yardımcı oldular.
Bizans’a bağlı Kırım ahalisinin isyan etmesi ve Hazarlar’ın âsilerin tarafını tutması üzerine Hazar-Bizans ilişkileri sekteye uğradı. Ancak Araplar’ın İrmîniye bölgesine kadar uzanmaları Hazar-Bizans ittifakını tekrar gündeme getirdi. 717 yılında İslâm orduları İstanbul’u kuşattığı zaman Hazarlar Bizanslılar’ın isteği doğrultusunda Kafkaslar’ı aşıp Azerbaycan’a girdiler, fakat İslâm kuvvetleri tarafından geri püskürtüldüler. Bizans İmparatoru III. Leon’un (717-741) oğlu ve halefi V. Konstantinos daha sonra Irene adını alan Çiçek adlı bir Hazar prensesiyle evlendi; bu prensesten doğan oğlu IV. Leon (775-780) tarihte “Hazar Leon” lakabıyla meşhur olmuştur. Aynı devirde Orta Asya’dan gelen göçler Hazarlar’ı sıkıştırıyordu. 833 yılında Hazar hakanının yardım istemesi üzerine Bizans’tan gönderilen Petronas adlı mühendisin idaresindeki ustalar Don nehrinin sol kıyısında Sarkel Kalesi’ni (Beyaz Kale) inşa ettiler. 932’de Bizans’ta baskılara mâruz kalan çok sayıdaki yahudinin Hazarlar’a sığınması sonucunda Bizans-Hazar dostluğu bozuldu ve Hazarlar da ülkedeki hıristiyanlara baskı yapmaya başladılar. Bunun üzerine Kiev Prensi İgor ile ittifak kuran Bizans İmparatoru I. Romanos Lekapenos (920-944) Hazarlar’ın üzerine yürüdü. Müttefikler bir kısım toprak ele geçirdilerse de daha sonra geri püskürtüldüler; özellikle Rus kuvvetleri perişan edildi.
İslâm dünyası ile Hazarlar arasındaki münasebetler Halife Ömer zamanında (634-644), İrmîniye ve Azerbaycan’ın İslâm orduları tarafından fethedilmesi üzerine askerî çatışma şeklinde başlamış, daha sonra ticarî ve siyasî ilişkilere dönüşmüştür. Hazar Hakanlığı’na yönelik ilk İslâm akınları 642-646 yılları arasında vuku bulmuş, ilk önemli hücum ise 32 (652-53) yılında Selmân b. Rebîa kumandasındaki ordu tarafından yapılmıştır. Derbend (Bâbülebvâb) Geçidi’ni aşan Selmân o zamanki başşehir Belencer’e kadar sokuldu. Fakat bu orduyu yenen ve geri çekilmeye mecbur bırakan Hazar kuvvetleri İrmîniye bölgesine kadar ilerlemeyi başardı. Hz. Osman’ın şehid edilmesinden (35/656) ve Hz. Ali’nin halife seçilmesinden sonra meydana gelen karışıklıkların Kafkaslar yönündeki İslâm saldırılarını azaltması üzerine karşı harekete geçen Hazarlar Arrân’a kadar indiler. Emevî Halifesi Muâviye zamanında İslâm ordularının Kafkas taarruzları yeniden başladı.
Hazarlar’la müslümanlar arasındaki en şiddetli çarpışmalar Halife I. Velîd zamanında (705-715) oldu. Halifenin kardeşi Mesleme b. Abdülmelik kumandasındaki İslâm kuvvetleri Hazarlar üzerine yürüyerek bazı şehir ve kaleleri fethettiler (708). 714 yılında Derbend Geçidi’ni ele geçiren Mesleme 717’de İstanbul’u kuşatmak üzere bölgeden ayrılınca Hazarlar karşı harekâta girişerek İslâm kuvvetlerini geri çekilmek zorunda bıraktılar. Aynı yıl daha da ilerleyen Hazar ordusu Azerbaycan’ın büyük bir kısmını ele geçirdiyse de Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz’in görevlendirdiği Hâtim b. Nu‘mân el-Bâhilî Hazarlar’ı durdurmayı başardı (99/717-18). Fakat beş yıl sonra Kıpçaklar ve diğer Türk boylarının yardımını sağlayan Hazarlar’ın Mercülhicâre’de bozguna uğrattığı müslüman ordusu ciddi kayıplar verdi. Bu bozgundan kurtulabilenler büyük sıkıntılar içinde Dımaşk’a geldiler. Halife Yezîd b. Abdülmelik buna çok üzüldü ve Cerrâh b. Abdullah el-Hakemî’yi İrmîniye valiliğine getirerek Hazarlar’la mücadeleye memur etti. Hakemî, Hazar topraklarında ilerleyerek Derbend’in 6 fersah kuzeyinde Hazarlar’ı ağır bir yenilgiye uğrattı ve Tarki ile başşehir Belencer’i fethetti. Ancak 730 yılındaki savaşlarda mağlûp olarak Azerbaycan’a geri çekildi. 732’de Azerbaycan-İrmîniye valiliğine getirilen Mervân b. Muhammed 40.000 kişilik bir ordu ile Hazarlar üzerine büyük bir sefer yaptı ve Derbend Geçidi’ni aşıp Belencer’e girdi. Derbend’e kendi kuvvetlerini yerleştirdikten sonra 150.000 kişilik bir ordu ile iki koldan yeni Hazar başşehri İdil’e ilerledi. Belencer’in ele geçirilmesinden sonra bölge coğrafyasının İslâm kuvvetleri tarafından tanınması bu ilerlemede büyük rol oynadı. Hazar hakanı kuzeye çekilerek Araplar’a karşı 40.000 kişilik bir ordu gönderdi; fakat bu ordu yenildi ve 10.000 ölü, 7000 esir verdi. Bunun üzerine Araplar’la Hazarlar arasında İslâmiyet’i kabul etmeleri şartıyla barış yapıldı ve hakanın İdil’e dönmesine izin verildi. İmzalanan antlaşmaya göre İdil’de iki fakih kalacak ve Hazarlar’a İslâmiyet’i öğretecekti. Daha sonra Mervân aldığı esirleri Derbend’in güneyine yerleştirdi. Mervân b. Muhammed’in bu önemli seferinden sonra İslâm-Hazar münasebetleri genelde dostane bir seyir takip etmiştir. Emevîler’in yerine Abbâsîler’in İslâm dünyasında lider olmaları, iki devlet arasındaki barış konusunda önemli bir faktör teşkil eder. Halife Ebû Ca‘fer el-Mansûr Hazarlar’la dostça yaşamaya gayret ediyordu. Azerbaycan Valisi Yezîd b. Esîd (Üseyd) halifenin tavsiyesiyle Hazar hakanının kızını aldı. Fakat bu prensesin doğum sırasında ölmesi üzerine bunda kasıt arayan Hazar hakanı, As-Tarhan kumandasındaki bir orduyu İslâm topraklarına gönderdi; 764 yılında Tiflis ele geçirildi. Hârûnürreşîd zamanında vezir Fazl b. Yahyâ el-Bermekî Hazar hakanının kızıyla evlendi. Ancak bu prensesin de zehirlenerek öldürüldüğü söylentileri üzerine 799’da Hazarlar İslâm topraklarına yeni bir akın düzenlediler. Daha sonra Halife Vâsiḳ-Billâh tarafından Ye’cûc ve Me’cûc seddi hakkında bilgi edinmek için görevlendirilen Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî ile Sellâm et-Tercümân, Hazar hakanının müsaadesi ve yardımıyla yaptıkları araştırmada Hazar ülkesinde böyle bir seddin bulunmadığını tesbit etmişlerdir (İbn Hurdâzbih, s. 162-169).
Hazar Devleti’nin kuzeydoğusu sürekli İç Asya’dan gelen diğer Türk kavimlerinin tehdidi altındaydı. Don ırmağının aşağı havzasında inşa edilmiş olan Sarkel Kalesi bir bakıma bu akınlardan ülkeyi koruma amacına yönelikti. Özellikle Peçenek ve Uz (Oğuz) boyları Hazar topraklarını zorluyordu. Fakat aynı zamanda bu boylara mensup pek çok kişi Hazar ordusunda görev almıştı. Kuzeybatıda ise Kiev şehrine kadar uzanan topraklar Hazar hâkimiyetindeydi. 860 yılından sonraki akınlarıyla Don ve Dinyeper nehirleri arasındaki araziyi ele geçiren Peçenek ve Uzlar Hazar Devleti’ni iyice zayıflattılar. 1000 yılını takiben Hazar ülkesi yine doğudan gelen çok yoğun bir Kuman-Kıpçak baskısına mâruz kaldı. Esasen zayıflamış olan devlet bu baskıya karşı koyamadı ve Hazar siyasî varlığı XI. yüzyılın içinde eriyip gitti. Bunda, Hazarlar’ın gittikçe asker millet olmaktan çıkmaları büyük rol oynadı. Son zamanlarda ordularında Hârizm’den gelme 10-12.000 kadar ücretli asker bulunuyordu. Daha sonra ticaret yollarının kesilmesiyle de devletin ekonomisi altüst oldu. Çünkü Ruslar Karadeniz kıyısındaki Tama-Tarhan şehrine ulaşmışlar, Kuman-Kıpçaklar da doğudan Batı Türkistan, İran gibi ülkelere giden ticaret yollarını kesmişlerdi. Bu yüzden ücretli askerlerin maaşları ödenemiyordu. Dolayısıyla devlet askerî ve siyasî yönden sarsıldı. Mûsevîliğin hânedan tarafından resmen kabul edilmesi de (aş.bk.) toplumu huzursuz hale getirmişti; İslâmiyet, Hıristiyanlık ve gök tanrı dinlerine mensup olan halk eskisi kadar hânedanı desteklemiyordu. 1066 yılında müslüman Oğuzlar’ın tesiriyle 3000 kadar Hazar ailesinin Derbend’i geçerek Selçuklular’a itaat ettiği bilinmektedir. 1076’da Selçuklu kumandanı Savtegin onlar için Kahtan adlı bir kasaba kurdurmuştur. Bundan dolayı 1170 yılına ait Gürcü kaynaklarında Derbend Hazarları’ndan söz edilir. Hâkānî-yi Şirvânî de Hazarlar’ın Şirvan’a yaptığı akınlardan bahsetmekte ve onların Dağıstan’da yaşadıklarını söylemektedir. Bugün Polonya ve Litvanya’da yaşayan birkaç bin Mûsevî Karaim Türkü’nün ve Kafkaslar’ın kuzeyinde yaşayan Karaçaylar’ın Hazarlar’ın bakiyesi olduğu kabul edilmektedir.
Yahudiliğin Hazar ülkesine gelişi ve Hazarlar’ın bu dini kabul edişiyle ilgili farklı tarihler öne sürülmektedir. 1140’ta yazılan Judah Halevi’nin (Jehudah) Kuzari adlı yarı edebî kitabına göre Hazar hânedanı 740 yılında Yahudiliği kabul etmiştir. Mes‘ûdî ise bu olayın Hârûnürreşîd’in halifeliği sırasında (786-809) olduğunu söyler. Hazarlar’ın Yahudiliği konusunda iki temel kaynak, X. yüzyılda Endülüs’te vezirliğe kadar yükselen Hisdai (Hasdai) ben Şaprût ile Hazar Hakanı Yûsuf arasında teâti edilen iki mektuptur. Hisdai’nin 950-960 yılları arasında yazıldığı sanılan mektubu, kendisinin ve sekreteri Menahem ben Saruk’un adını içeren bir akrostişle başlar; asıl metin ise Endülüs ve Hazar’ın coğrafî konumuna, Endülüs’ün tabii zenginliğine işaret ederek Hazarlar’ın nasıl yahudi olduğu meselesini işler. Bu çerçevede yahudilerin bölgeye nasıl geldiği, Hazarlar’ın hangi yolla yahudi oldukları, kralın hangi kabileden olduğu ve nerede yaşadığı gibi sorulara cevap ister. Hakan Yûsuf’a ait olduğu ileri sürülen mektupta ise Hisdai’nin mektubundaki sorulara cevap verilir. Hazarlar’ın tarihine ve Hakan Bulan idaresinde Yahudiliğe girişlerine temas edilir; Yahudiliği seçiş Bulan’ın bir rüyasına bağlanır. Mektubun geri kalan kısmında, sonraki hakan Obadiah’ın idaresinde yapılan bir din reformundan bahsedilir. Bu kral zamanında ülkede sinagoglar ve okullar inşa edilmiş, Tevrat, Mişna ve Talmud eğitimi yaygınlaşmıştır. Bu mektuplaşmaya dair ilk işarete, Jehudah ben Barzillai al-Bargelonī adlı bir İspanyol yahudisinin 1090-1105 yılları arasında kaleme aldığı Sefer ha-İttim adlı kitapta rastlanır. İkinci referans, XII. yüzyılda Abraham İbn Daud’un Sefer ha-Kabbalah adlı eserinde bulunur. Her iki mektup da ilk defa 1577’den sonra veya o sıralarda İstanbul’da basılan Isaac Abraham Akriş’in Kol Mevasser adlı çalışmasında İbrânîce olarak verilmiştir. Fakat mektupların asıl tanınması, Buxtorf’un 1660’da Jehudah Halevi’nin Kuzari’sini neşri sayesinde gerçekleşmiştir; Buxtorf bu yayında mektupları Latince’ye de çevirmiştir. Mektupların yazma nüshası Oxford’daki Christ Church Kütüphanesi’ndedir. Hakan Yûsuf’un mektubunun daha uzun bir kopyası da 1874’te A. Harkavy tarafından Leningrad Public Library’de bulunan Second Firkowich Collection’daki bir el yazmasından alınarak yayımlanmıştır. Bir başka önemli belge de adı bilinmeyen bir Hazar yahudisi tarafından yazılan ve Hakan Hârun ile Yûsuf’un Ruslar’a karşı direnişlerinden bahseden bir mektuptur. Mısır’da Kenîsetü’ş-Şâmî’de bulunan bu mektup, bugün Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi’nde muhafaza edilmesinden dolayı “Cambridge dokümanı” diye de bilinir.
Hazarlar’ın Yahudiliği seçmeleriyle ilgili olarak farklı görüşler ileri sürülmektedir. Onların hangi yahudi fırkasını benimsedikleri meselesi ise açık değildir. Bununla birlikte Kırım kökenli Karâîler’le (Kara‘im = Karaites) Hazarlar arasındaki ilişkinin varlığı Hazarlar’ın Karâîliği (Anâniyye) benimsediğini doğrular mahiyettedir. Fakat bazı çağdaş uzmanlar Hazarlar’ın önce Karâîliğe, sonra da Talmudist Yahudiliğe girdiklerini ileri sürmektedir. Bugün Hazar Karâîleri’ne ait herhangi bir cemaat yoktur. (DİA, Hazarlar)