Aşağıda anlatacağımız süreç ne kadar tanıdık değil mi?
Ordu Göreve pankartları 28 şubatta her gün çıkartılmaya başlandı. Özgürlüğün ve demokrasinin kalesi olması gereken üniversite öğretim görevlileri faşist, dikata ve totaliter bir rejim özlemi ile orduyu göreve çağırdılar.
Yargı mensuplarının adil ve bağımsız olması gerekirken cübbeleriyle ortaya çıkıp gösteri yaptılar ki bu hiçbir çağdaş ülkede görülmez.
Bütün bu olaylar bize bir merkezden düymeye basıldığını göstermektedir.
Şimdi biraz süreci DP ekseninde inceleyelim.
Adnan Mendres Hükümeti’ne karşı ordu içinden gelen hoşnutsuzluğun asıl sebebi ise başkaydı. DP iktidarının, TBMM’deki sayısal üstünlüğün verdiği güçle muhalefete karşı uyguladığı hoşgörüsüz tavır, başka partiye oy verdiği için Kırşehir’in ilçe yapılmasıyla doruğa çıkmıştı. Tüm bunlara başta “Arapça Ezan” yasağının kaldırılması gibi kararlar da eklenince, ideolojik olarak cumhuriyet ilkelerine ihanet edildiği düşüncesi ortaya çıkmıştı. CHP’nin serbest seçimlerde başarılı olabileceğinden ümidi kesen genç subaylar rahatsızdı. Bu yüzden 1954 yılından itibaren DP iktidarını devirmek için ordu içerisinde birbirinden habersiz birçok gizli komite kurulmuştu. Darbeden sonra “Milli Birlik Komitesi” üyelerinden olacak bu genç subaylar, komiteleri birleştirerek İttihatçıvari bir tarzda silah üzerine el basmış ve darbe yapmaya yemin etmişti. İllegal bu yapılanmalar mutakabata vardıktan sonra fırsat kollamaya başlamış, ülke hızla kutuplaşmaya, provakasyonlarla kaosa doğru sürüklenirken darbe için şartlar olgunlaşmıştı.
Gündemde bunlar yaşanırken Başbakan Adnan Menderes Türkiye ve Yunanistan görüşmeleri için Londra’ya hareket etmiştir. Menderes’in uçağı 17 Şubat 1959 tarihinde Gatwick Havaalanı yakınlarında düşmüştür. Yaşanan uçak kazasında 14 yolcu hayatını kaybederken Adnan Menderes mucizevi şekilde kurtulmuştur.
Yargı, üniversiteler ve toplumsal muhalefet aracılığıyla sık sık hükümet aleyhine gösteriler düzenlenmiş, “ordu göreve” çağrıları yapılmıştı. Bu şartlara rağmen İhtilal komiteleri, Amerika Birleşik Devletleri ve NATO ittifakının onayı olmadan harekete geçmemişti. Çünkü Menderes Hükümeti ve Amerikan Hükümeti arasındaki ilişkiler ABD’nin dümen suyuna gitme politikası doğrultusunda ilerlemişti. Fakat 1960 yılına doğru rüzgar tersine dönmüş, ihtilalcilere bekledikleri fırsatı bizzat Adnan Menderes vermişti. Ülkedeki ekonomik krizi aşmak için ABD’ ye bir ziyaret gerçekleştiren Başbakan, daha fazla yardım talep etmiş fakat isteği kabul görmemişti. Bunun üzerine o zamana kadar Amerika’ya koşulsuz destek veren Menderes, gereken yardımı alabilmek için SSCB’ye yönelmişti. İki ülke arasındaki yakınlaşma ise ABD ve NATO üyesi ülkeleri son derece rahatsız etmiş, kontrolden çıkmak üzere olan bu iktidara son vermek için artık düğmeye basılmıştı. Aldıkları dış destekle ihtilal komitelerinin hızı daha da artmıştı.
Neticede ise 27 Mayıs 1960’ta beklenen olmuş ve ordu ülke yönetimine el koymuştu. NATO ittifakı ve Amerikan üsleriyle birlikte rejim artık güvenceye alınmıştı. İhtilal bildirisinde de bu noktaya vurgu yapılarak “Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadıkız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. ” denilmişti. İhtilalciler “Yürürlükteki Anayasa’nın idare tarafından çiğnendiğini bu sebeple Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahale ettiğini” iddia ederken darbe yaparak Anayasa’yı ihlal etmişler ve bütünüyle rafa kaldırmışlardı. Seçilmiş Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Milletvekilleri tutuklanarak Meclis feshedilmiş ve askerlerden oluşan “Milli Birlik Komitesi” kurularak iktidar bu komiteye geçmişti. 1960 Darbesi, neticede Cumhuriyet tarihinde yeni askeri darbelere ve müdahalelere de kapı aralamıştı.
İbrahim Halil Er
Mehmet Şükrü Sungur
Neyse ki amel defterleri kimsenin tekelinde değil.
Herkesin,
ne neyi,
ne niyetle,
söylediğini ve yaptığını bilen,
Alim, Hâkim, Hakîm ve Rahîm bir Allah’ımız var.