ORYANTALİSLERİN SÜNNET DÜŞMANLIĞININ KAYNAĞI
O döneme kadar ağırlıklı olarak Kur’an merkezli yürüyen Oryantalist çalışmalar, Hurgronje’nin uyarılarından sonra Sünnet-i Seniyye alanına kaymıştır.
Özetle şöyle diyor: “İslâm coğrafyasının farklı kesimlerinden buraya gelen (haca gelen- bu kişi müslüman kılığına girerek bir yıl mekke’de kalmış 1884-85 yıllarında ve burada müslümanları gözlemiş. Yaptığı gözlemle oryantalistlerin hadislere/sünnete saldırmasını sağlamıştır. Günümüzde adı müslüman olanların bilmeden bu emele hizmet etmelerinin kökeni bu zattır.)
Müslümanlar arasında çarpıcı bir davranış birlikteliği var.
Dilleri, renkleri, kültürleri farklı Müslümanlar sokakta karşılaştıklarında birbirlerini selamlıyorlar. Selam veren hep aynı cümleyi söylüyor, selam alan da cevabi bir cümle söylüyor ve fakat bu cümleler hiç değişmiyor.
İbadethanelerine sağ ayakla girip sol ayakla çıkmaya dikkat ediyorlar.
Yemeğe oturduklarında bir kelime söylüyor, sağ elleriyle yemek yiyor, sofradan kalkarken başka bir kelime söylüyorlar.
Bunlar da hiç değişmiyor.
Fakat dikkat edilmesi gereken nokta şu ki; bunların hiçbirisi Kur’an’da yazmıyor. Benim tespitime göre bu, onların peygamberlerinin geleneğidir.”(sahnıseman)
SÜNNETE YÖNELİK TARİHSELCİ OKUMA
Goldziher’in sünnete yönelik başlattığı tarihselci okumanın meyvesi ilk kez İngilizlerin işgali altında bulunan Hindistan’da etkisini göstermeye başladı. Bu konuda M. Görmez’in yaptığı bir çalışmadan alıntı yaparak sizleri bilgilendirelim.
Hindistan’da, belki de tarihte ilk kez sünnet ve hadisi külliyen red eden bir düşünce ortaya çıktı. Bu düşüncenin ilk temsilcisi Kadiyani tarikatının öncüsü Seyyid Ahmed Han’dır. (1870-1914) Seyyid Ahmed Han, hadis ve sünnetle ilk kez ilgilenen müsteşrik Spenger’in Doğu-Hind şirketinde mesai arkadış olması; Spenger’in Delhi’de kurulan İslami İlimler Fakültesi’nde dekan olurken, Seyyid Ahmed Han’ın şer’i mahkemelerin başına getirilmesi oldukça dikkat çekicidir.
Kendilerine ehli Kur’an adını veren bu şahıslar, birçok konuda farklı görüşlere sahip olsalar da ittifak ettikleri iki nokta vardır. Biri, ilk defa Kur’an’la yetinme fikrini savunmaları; diğeri de sünnetin dinde hüccet olamayacağı fikridir. Ebu Davud şarihi Azimabadi’nin (1857) bildirdiğine göre, Hindistan’daki bu fırka daha da ileri giderek, sünnetle amel edenlerin, “Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse kafirlerin ta kendileridir.” (maide 44) ayetinin hükmüne gireceklerini söylemişlerdir. Bunların peşinden giden birçok genç, sünnete bavurmadan Kur’an’ı daha iyi anlayacaklarını savunmuş ve Kur’an’dan ilginç istinbatlarda bulunmuşlardır.
MISIR’DA SÜNNETİ RED VE KUR’AN TALEBELERİ
19. yüzyılın başından itibaren sünnet ve hadis ile ilgili tartışmaların halk arasında yayılacak kadar geliştiği yer Mısır olmuştur. Birçok kimse bu dönemde sünneti tamamen red etmiştir. Bunların başında Mirza Bakır gelir. Mirza Bakır önce İslam’dan çıkarak Hristiyan olmuş, daha sonra tekrar Müslüman olmuş, yeni içtihatlar peşinde koşmuştur. Daha sonra İngiltere’de çalışmalarını sürdüren Mirza Bakır, Mısır’a sünnetsiz dönmüştür.
Mirza Bakır’ın bu düşüncelerini ilk kez uygulama sahasına koyan Muhammed Tevfik Sıdki adında bir tıp doktoru olmuştur. Onun İslam Kur’an’dan ibarettir başlığı altındaki makale tartışmalara neden olmuştur.
Tevfik Sıdi’nin düşüncelerini okuduğumuzda aynı sözlerin günümüz Türkiye’sinde de söylendiğini görürüz. Bu da olayı sahneleyenlerin aynı merkez olduğunu göstermektedir. Tevfik Sıdki konu ile ilgili şüphe ve eleştirilerini makalesinde yazar ve tüm alimlerin bu konuda düşünmelerini ve görüşlerini belirtmelerini ister.
Geleneksel sünnet anlayışından şüphe ettiğini ve Sünnet konusunda yeni içtihatların olduğunu belirterek eleştirilerini sıralar. Bu eleştirilerin başında hadislerin yazımı konusundaki tartışmalar, Kur’an’ın muhafazaya alınıp hadislerin alınmaması gibi meseleler üzerinde durur. Ardından şunu sorar:
Neden dinin bir kısmı Kur’an, diğer bir kısmı sünnet ile sabit olmuştur?
Ayrıca ilk asırda her tarafın hadislerle dolup taştığını, bundan dolayı kavga ve ihtilafların meydana çıktığını, öyle ki bu din ile taklitsiz olarak amel etmenin imkansız hale geldiğini, her görüş ve mezhebin hadisler sayesinde bu dinde yer bulduğunu, neticede bunu önlemek için de daha kötü bir yola gidilerek ictihad kapısının kapatıldığını iddia eden Tevfik Sıdki, ikinci bir soru yöneltir:
-Bu şartlarda din ile amel etmek mümkün mü?
Sıdki soruya cevap olarak bu dinin kolay ve yaşanılır bir din olduğunu, bütün hadislerle amel vacib olduğu takdirde insanların işlerini güçlerini bırakıp uzun geceler boyunca kalın ciltli hadis kitaplarını mütalaa ederek hayatlarını geçirmek zorunda kalacaklarını belirtir.
Kendisini ve kendisi gibi düşünenleri el-Kur’aniyyun (Kur’ancılar) olarak isimlendiren Tevfik Sıdki, daha da ileriye giderek şöyle der:
-Biz Kur’ancılar diyoruz ki peygamber’e itaat konusunda bizim herhangi bir itirazımız yoktur. Bizim üzerinde durduğumuz sorular, Peygamber, bize Kur’an’ın farz kılmadığı bir şeyi farz kılabilir mi? Şayet farz kılabilirse, devlet yöneticileri de bize beş vakit namaz yerine yedi vakit farz kılabilir mi? Çünkü biz onlara da itaat ile emrolunmuşuz.”
Kısaca Sıdki’ye göre Hz. Peygmaber’in bütün söyledikleri ve yaptıkları ya mendubdur (hiçbir bağlayıcılığı yoktur) ya da sadece yaşadığı asırdaki insanları bağlayıcıdır. Sair insanlara düşen ise Kur’an’dan istinbat ile hayatlarını yönlendirmektir. Din anlayışı, “Beşere vacib olan her şey, Allah’ın kitabında belirtilen hususlardan ibarettir.” Diye formüle eden Sıdki, Peygamberden gelen şeriatı, belli bir zamana has hazırlık dönemi şeriatı olarak tavsif etmiştir.
Sıdki’ye reddiyeler sadece Mısır’dan değil, Hindistan’dan da gelir. Sıdki’ye tutarlı olması tavsiyesinde bulunur. Ancak Sıdki’nin tutarlı olabilmesi için, oturup dini yeni baştan ele alması, abdestten namaza, oruçtan hacca, gerek ibadet gerekse muamelat ile ilgili her konuyu yeniden tanzim etmesi gerekmektedir. Kıldığı namazı, tuttuğu orucu, verdiği zekatı sünnete göre tanzim eden birisinin “Kur’an’dan ibaret” dini sloganıyla ortaya çıkması bir çelişki olurdu. Nitekim Sıdki de bunu yaptı ve bunları Kur’an’a göre yeniden ele aldı. Ancak kur’an’a göre çizdiği namaz şekli istihzalara konu oldu ve pek tutmadı. Neticede görüşünden vaz geçti.
GÜNÜMÜZ
Sıdki her ne kadar görüşünden vaz geçse de bu konudaki tartışmalar bitmedi. Yani Sıdki her ne kadar başlatan kişi olsa da bunu durdurmaya gücü yetmedi. 1970’lere kadar bu tartışma yoğun bir şekilde yaşandı. Fakat ülkemizde bu tartışma 90’lardan sonra alevlenmeye başlandı. Bugün Sünneti kabul etmeyenler ortaya çıkıp kendilerini “Kur’an talebeleri” olarak nitelerken, başka bir ekol de Kur’an ile ilgili şüphe ve tereddüt tohumları ekmeye, Kur’an’ın tarihsel olduğu, eksik ve yanlışları olduğu, günümüz insanlarına hitap etmediği fitnesini ortaya koymaktadır.
İbrahim Halil ER
Mustafa Candan
Sünnet dinin doğru uygulanmasında bir mihenk taşıdır o kayarsa ümmet ibadetler ve uygulamada büyük parçalanma yaşar bunu da İngilizler iyi bilir..
Haricilere git onlarla sünnet/rasulullah uygulamalarından örnek ver der elçisine HZ ALİ Ra..
Uğurcan Yildirim
Mehmet Görmez, ” yaşayan sünnet, yaşamayan sünnet ” ayırımı yaparak, bu projeye istemeden de olsa destek vermiş olmuyor mu?
Ibrahim Halil Er
Uğurcan Yildirim kastini bilmiyorum sormak lazim
İlker Yakut
ben müslüman olduğumu iddia ediyorum, Allah bilir elbette
sünnet ve hadis adı altında toplanan neşriyatın gerçekliğini sadece aklım/gönlüm ayırt edebilir, vahiy süreklidir, biz de bilmeye muktedir yaratılmışız…
“yaşam” dediğimiz fragmanda aşırılıktan kaçınmak doğru tavır olacaktır,
uygulama için hadis ve sünnet mantıklı tercihtir,
coğrafi koşullar ve çalışma şartları, rızkın temini gibi hayati zorunluluklarla ibadetleri uygulamak, (kuranda belirtilenlerin haricindeki) yasaklara uymak mümkün değilse,
hayatı çok zor kılıyorsa af dileyerek hayatına devam etmek, esasa, sadece kitaba uymak bence Allah’ın rızasına uygun olacaktır
çok ta güzel atasözlerimiz var,
“gavura kızıp oruç bozulmaz”,
İngiliz’e çalışan münafıklar “sünnet/hadis yoktur” diyorsa bizim onlara karşı sunacağımız görüş katı bir red değil
“sünnet/hadis vardır, münafıkça amaçlarla üretilenler de vardır, ayırd etmek Allah’ın insana verdiği yeteneklerle mümkündür” olmalıdır,
denge,
denge kaybedilmemeli…
Nursi Ünalan
Kısa bir yazı ile konuyu anlatmak elbette mümkün değil ama “Sünnet”siz bir din telkincileri bununla yetinmeyip yazının sonunda da ifade ettiğiniz gibi artık Kur’an’a da dil uzatmaya başladılar.
Hulya Aydin Çamdali
Sn İbrahim Bey kaleminize sağlık Allah razı olsun.
Hadis ve sünnetleri reddedenler aklı ile kalbi arasında bağı kopmuş olanlardır…
Benzetmek uygunmudur bilmiyorum ama..
Anayasa’yi kabul edip kanunlar yok demek gibidir..
Anayasa tüm ayrıntılı içermez kanunlar bunu düzenler..Oysa biz kanunları kabul ederiz..
Evet bunların gerçekliğini sorgulayan bu kesim bariz bir sapkınlık içinde debeleniyorlar..
Hz Allah’a inanıyorlarda onun Kelamı’nı insanlara ibraz Edenin icaplarinamı karşı çıkıyorlar..
Bu tür akımlar İslamiyet’in zora düşürülmesi,basıt ve itibarsızlaştırmalari için yapılmış emperyalist akımlardir..
Deizim sonra Ateizme geçişin kolaylaştırmak için yapılan alıştırıcı normalleştirici bir düşünce şeklidir
Bu akımların doğruluğuna iman edenler Allah’dan ve onun Peygamberinden utanır diye umuyorum..
Şemsettin Özaykan
Eline sağlık
Muhammet Fudeyl
Allah razı olsun hocam çok güzel