– Artık bitti Hande ile evliliğimiz
Fatih, arkadaşı Yaşar’ın bu ani çıkışına şaşmıştı. Zaten gelişinden belliydi bugün iyi bir şey olmadığı. İş yerinde bütün gün kendinde değildi. O da sorununu görüşmek ve biraz konuşmak için iş yerinin kafesine götürmüştü Yaşar’ı. Fakat durumun bu kadar ciddi olduğunun farkında değildi.
– Yapma yav. Siz birbirinizi severek evlenmiştiniz. Üstelik, sizin aranızdaki muhabbete herkes gıpta ile bakıyordu.
– Hiçbir şey göründüğü gibi değildi, dedi Yaşar. Bu arada garson sipariş edilen çayları getirip masaya bıraktı. Hiçbir şey söylemeden kaç çay içtiklerine dair olan kağıdı da bırakıp gitti. Yaşar, garsonu göstererek
– Bak görüyor musun? Garson bir çayı bize nasıl getirdi? Hiçbir duygu ve sevgisini katmadan tamamen profesyonel bir iş olarak servis etti…
– EEee ne var bunda? Olması gereken bu değil mi?
– Bir garson için olması gereken bu ama bir eş için olması gereken böyle değil.
Şimdi konuya girmeye başladık diye düşündü Fatih. Demek ki Hande ile bu konuda tartışmışlar. Neyse fazla araya girmeyeyim de içini boşaltsın diye düşündü…
Ama Yaşar bir türlü anlatmıyor, hülyalara dalıyordu.
Hande ile ilk evlendikleri günleri hatırladı.
O günlerde her şey güzeldi. Eşi her akşam ona mutlaka çayını hazırlayıp önüne getirirdi. Fakat bu çay hazırlama işi öyle sıradan bir hazırlama olmazdı. Gecenin en kutsal anıydı bu an. Kendisi oturma odasında kitap okurken veya televizyon seyrederken eşi de bir tepsi üzerinde ince belli bardağa çayı koyardı. Bu çay, özel demlenir, kıvamına gelmesi için sabırla beklenir ve ardından servis edilirdi. Kendisi çaydan çok, eşinin elinde çay tepsisiyle içeriye süzülüşünü severdi. Çay sunarken edalı bir şekilde gelirdi. Etek hışırtısı ve çayın kokusunu önce duyar, ardından eşinin gülümseyen yüzü belirirdi. Çayı birlikte keyifle içerken günün tüm yorgunluklarını attıkları gibi karşılıklı birbirlerine anlatacakları şeyler de bulurlardı. Bazen eşi çayın yanına çerez, patlamış mısır veya pasta da getirirdi. O zaman sohbet daha da uzardı. Günün en keyifli anı bu çay partisinin olduğu andı. Kendisi için en mutlu olduğu ve gün boyu özlemini duyduğu andı bu çay partileri. Onun için her gece yaptıkları bir seramoni, bir ayin gibiydi.
Ama aradan yıllar geçtikçe bu çay partileri azalmaya başladı. Önceleri hastalık bahane edildi. Daha sonra sadece çay getirilmeye başlandı. Çay ile birlikte sevgi, eda ve zerafet kaybolmuş, güzel bir kıyafetle değil, pijamalar içinde getirilen ve hemen bir köşeye bırakılarak kurtulmaya çalışılan iğrenç bir unsur olmuştu çay. Sanki üzerindeki bir yükten bir an önce kurtulmak istiyor gibiydi. Derken artık demleme çay yerine ketılda ısıtılan sallama adı verilen çaydan getirilmeye başlandı. Bir süre sonra o da gelmez oldu.
– Hani çayım? Diye sorduğunda
– Mutfakta ketılı ısıt ve bir bardağa poşeti koy, hatta gelirken bir de bana getir
Şeklinde karşılık almaya başladı. Bunun üzerine ilk kavgaları ortaya çıktı.
– Niye çay getirmiyorsun?
– Getiriyorum ya?
– Hayır getirmiyorsun
– Siz erkekler de hep böyle inkarcısınız. Çay getiriyorum ama çay vermiyor diyorsun
Yaşar, eşinin artık değiştiğini kendisine karşı olan ilgi ve sevgisinin azaldığını anlamıştı. Bir çay deyip geçmemeliydi. Bu çay onların tüm neşesiydi. Arkadaşlarının dışarıda gezelim tekliflerini hep eşinin edalı, işveli çay partisinden dolayı geri çevirmişti. Eşi ona
– Bir çay yüzünden kavga ediyorsun. Onu da kendin getir. Ben bütün gün yoruluyorum. Çocuklara bakıyorum. Çalışıyorum. Bir çay da mı kendine almaktan acizsin
Dedikçe içinden fırtınalar kopuyordu. Mesele çay değildi. Çayı sunan sakiydi. O sakinin elinden her şey içebilirdi. Ama o bir türlü bunu anlamıyor, çayı yapmamak için bütün köprüleri yıkmaya çalışıyordu. Çay yapmayı sanki bir kölelik, hizmetçilik olarak algılıyordu.
– Ben senin hizmetçin miyim? Bir çayı da mı kendin yapamıyorsun? Diyordu.
Bütün bu değişimin sebebi takıldığı o kadın dernekleri/platforumlarındaki İslamcı feminist karıların etkisiydi. Oraya takılmadan önce ailesini, eşini düşünen kadın, oraya gittikten sonra davranışı değişti. Ben esir miyim? Köle miyim? Hizmetçi miyim? Demeye başladı. Senin de elin ayağın tutuyor, git kendine al demeye başladı.
Bütün bu değişimi görüyordu. Eşini oradan koparmaya çalışıyor, fakat onlar kene gibi yapışıp sürekli bir şey bahane ederek onun aklını çeliyorlardı. “Sen hala kocanın kölesi misin? Bak biz bu ay Paris’e gidiyoruz. Ya da bu ay Marmariste kadınlarla gezmeye gidiyoruz, sen de gel” diyorlardı.
İlk başlarda kadın kadına eğleniyorlar, geziyorlar, etkinlik yapıyorlar diye olumlu bakarken eşindeki değişimi görünce tavır almaya başladı. Oradaki bazı kadınlarla tanıştı. Aman Allah’ım onlar kadın mıydı? yoksa kadın kılığında erkekler miydi? Tamamen erkeksi davranışlar sergiliyorlar, erkekler gibi sigara içiyorlar, pardesülerin altında pantolon giyiyorlar, sinirleniyorlar, erkek imgeleri kullanıyorlardı. Böyle yapmakla erkeklerle eşit olduklarını sanıyorlardı. Halbuki Allah eşit değil, farklı yaratmıştı. Bunu görmüyorlardı. Farklılıkların zenginlik olduğunu, kadını zengin kılanın o beğenmedikleri kadınsı/fıtri özellik olduğunu anlamıyorlardı. Maalesef bu kadın tipolojisi de artık çok yaygınlaşmıştı. Kadınlar erkeklerin davranışına, elbiselerine özeniyorlar kendi kadınlıklarını unutuyorlardı….
En son bugün yaptıkları büyük kavgadan sonra kapıyı çarpıp çıktı.
Şimdi arkadaşı Fatihle aynı masada çay içiyorlar, ama karısının getirdiği o sevgiyle hazırlanmış çayın yerini hiçbir şey tutmuyor…
İbrahim Halil ER