Ankara’da Hafta Sonları bir dershanede öğretmenlik yaptığım yıllardı. Sabah erkenden dersler başladığından öğretmenler odasında çayın yanında poğaça ile karınlarını doyurmaya çalışan öğretmenler olurdu. Burada dikkatimi çeken en önemli unsur birçok öğretmenin evde kahvaltı yapmayıp burada bir iki poğaça ile karınlarını doyurmaya çalışmasıydı.
Dayanamadım birisine takılmaya karar verdim
– Ahmet hocam! Herhalde evde hatun size kahvaltı vermiyor
– Sorma be hocam. Bizim hanımı sabah uykudan uyandırmak zor oluyor.
– Neden?
– Bilmiyorum, gece geç saate kadar dizi mizi izliyor, haliyle sabahları kalkamıyor.
Bu sırada konuşmaya başka bir hoca girdi.
– Kılıbık olduğunu, karıya söz geçiremediğini söylemiyorsun, yorgunluğu bahane ediyorsun
– Hocam sende etrafa çaktırma bizim durumu diye gülerek karşılık verdi.
Ben söze tekrar girdim. Köşede sessizce sadece çayını yudumlayan bir başka öğretmeni göstererek
-Bakın Recep hocama, her sabah kahvaltısını yapıp geliyor. Erkek dediğin böyle olur.
Recem hocam sırıtarak başını kaldırdı.
-Biz kahvaltı yapmadan dışarı çıkmayız. En önemli öğün sabah kahvaltısıdır.
Recep hocanın bu grururlanmasına Ahmet hoca hemen cevabı yapıştırdı
– Bakmayın onun kahvaltı yaptığına. Biz her ne kadar kahvaltı yapmayıp çıkıyorsak da Recep evde hanıma kahvaltı yapıyor. Bizim durum onunkinden daha iyi…
Gülüp Recep hoca’ya baktım. Demek ki bu durumun daha kötüsü de vardı. Eşinden kahvaltı beklemek yerine eşine kahvaltı hazırlamaktı. Sırrın ifşa edilmiş olmasının getirdiği tedirginlik,
– İyi de biz eşimizi seviyoruz.
– Yok biz sanki sevmiyoruz, diye karşılık verdi Ahmet hoca.
Ben lafı değiştirmek için
– Şimdi size bu duruma benzer bir hikaye anlatayım. Müridin birisi şeyhini ziyaret etmeye gidiyor. Şeyhin evine gidiyor. Kapıyı karısı açıyor. Mürid şeyhi sorunca kadın bir sürü hakaretler ediyor. Sonunda “git ormana bak, genelde orada olur” diyor. Mürid, şeyhinin karısının bu ahlaksızlık ve saygısızlığına hayret ediyor. Ormana gidiyor bakıyor şeyhi bir aslanın sırtına oturmuş geliyor. Duruma daha çok şaşırıyor. Şeyh onun neden şaşırdığını anlıyor ve “biz o kadına sabrettiğimiz için bu hayvan da bize sabrediyor” diye cevap veriyor.
Ahmet hoca hemen söze karıştı
-İyi de biz de sabrediyoruz ama hala evliya olamadık.
– Demek ki eşinin tek başına uğraşması yetmiyor, biraz da senin çaba sarf etmen lazım, diyorum.
Bütün öğretmenler gülüyorlar. Bu sırada sessizce erkek öğretmenlerinin dedikodusunu dinleyen bayan hocalardan Nesrin hanım lafa giriyor…
– İyi de insanlar eşit değil mi? Erkek ve kadın işi diye bir şey olur mu?
– Aslında Nesrin hanım insanlar eşit değil, dedim. Şaşırdı. Bana bir tuhaf baktı. Bu çağda böyle bir zihniyet nasıl olur diye düşünüyordu. Çünkü yıllardır kendilerine öğretilmiş şablonlarla düşünmeye alışmıştı. Sözümü şöyle sürdürdüm. Aslında Allah hiç kimseyi ve hiçbir şeyi eşit yaratmamıştır. Mesela erkekler çocuk doğurmaz. Şimdi bir erkek çıkıp bunu eşitsizlik olarak görmez mi? Demek ki eşitlik yok. Peki ne var? Adalet var. Hak sahibine hakkını vermek var. Herkese ve role uygun muamele etmek vardır. Biz batının dayatmaları sonucu eşitliği adalet olarak anlıyoruz. Halbuki her eşitlik adalet değildir. Adalet herkesin konumuna ve durumuna uygun davranmaktır. Bazen eşitlik aslında adaletsizliktir.
Konuşmalarımız dinleyen bekar öğretmenlerden birisi söze karıştı.
– Ben evlenirsem eşime yardım edeceğim.
– Eşine yardım edebilirsin. Bunda bir sorun yok. Ama eşinin rolünü elinden alamazsın. Mutfak, kadının yeridir ve aynı zamanda aslında kadının kadın olduğunu hissettiği ve terapi olduğu yerdir. Nasıl ki evin ufak tefek tamir işlerini yapmak erkekten beklenirse mutfak işleri de öncelikle kadından beklenir. Büyük aşçıların ve lokantaların aşçılarının erkek olması da bu rolü değiştirmez. Çünkü kadın mutfaktaki işleri sevgisiyle yoğururken, erkekler sadece profesyonel bir meslek olarak olaya yaklaşırlar. Rolleri değiştirirseniz mutlu olmaz ve birbirinizle geçinemezsiniz.
– Hocam oldu olacak bu konuyu biraz daha açsanız, diye sordu Ahmet bey
– Şimdi erkekler artık kavvamun (koruyucu/gözetleyici) değil. Yani fıtrata ters işler yapılıyor. Bu da mutsuzluğu artırıyor. Yani erkekler kadınların her istediğini onlara vermekle aslında onları daha da mutsuz hale getirdiler. Çünkü kadın fırtan yanında her istediğini yerine getiren bir köle değil, kendisini koruyup kollayacağı (kavvamun) bir erkek ister. İşte erkeklerin unuttuğu bu. Nisa 34. ayeti iyi okumak gerek.
Bu sırada ders zili çalınca öğretmenler telaşlı bir şekilde derslerine girmek için odayı terk ettiler. Geride hala kahvaltısını yapmaya çalışan öğretmenlerle, bitiremediği poğaçayı yarım bırakanlar kaldı.
Konuşmayı kantincinin sözleri noktayı koydu….
– Hocam artık kadınlar kocalarına kahvaltı hazırlamıyorlar. Birçok devlet dairesi böyle. Memurlar çay ve simitle kahvaltı yapıyor. Kahvaltı yapıp gelenlerin çoğu da evde kendileri hazırlıyor. Kadınlar kocalarını işe göndermiyorlar. Çalışan kadınlar zaten biz de çalışıyoruz diyor, çalışmayan kadınlar da kendin hazırlayamıyor musun? Diye postayı koyuyorlar…
İbrahim Halil ER