İsyanlar
Osmanlı Devleti’nde gücü kullanan padişahların yaşadıkları trajediler saymakla bitmez. Fakat bir de olayın halk ve asker boyutu da vardır. Yani padişah değişiminde kullanılan en önemli unsur asker olmaktadır. Askerler de genellikle çıkarları zedelenenler tarafından harekete geçmektedirler. Bu kişiler büyük çoğunlukla devlet adamları, vezirlerdir.
Askerlerin arkasındaki en önemli güç de ilmiye sınıfıdır. Osmanlı Deveti’ndeki bütün isyanlarda ilmiye sınıfını askerlerinin yanında görmekteyiz. Aslında bu durum bile başlı başına incelenmeye değer. Acaba ilmiye sınıfı mı askerleri, yoksa askerler mi ilmiye sınıfını kullanmaktadır. İlmiye sınıfı, askerler aracılığıyla sistemi denetlemekte, yoldan çıkması durumunda müdahale mi etmektedir? Osmanlı Devleti’ndeki tüm isyanlarda Yeniçeriler “şeriat isteriz” diye isyan etmişlerdir. Onların arkasından ilmiye sınıfının fetvalar gelmiştir. Yani bir anlamda Yeniçeri isyanlarını meşrulaştırmışlardır. Bu tavır aslında bizlere pek yabancı gelmemektedir. Günümüzle bire bir örtüşmektedir. Her darbeden sonra darbeyi meşrulaştırma operasyonlarını yönetenlerde günümüzün ilmiye sınıfı olan üniversiteler olmamış mıdır?
Osmanlı Devleti’ndeki Yeniçeri isyanlarını günümüz Türkiye’sine uyarladığımızda birebir örtüştüğünü görürüz. Cumhuriyet döneminde sık sık ordunun isyanı (ihtilali) görülmüştür ve isyanın arkasında sürekli üniversitelerin (ilmiye sınıfının) desteği gelmiştir. Günümüzde askeri sınıf “laiklik elden gidiyor” diye haykırırken, eski askerler de “şeriat elden gidiyor” demişlerdir. Aslında olayın özüne baktığımızda kelimeler farklı da olsa içerik aynıdır. Yani biz değişime karşıyız. Statükoyu savunuyoruz. Dünya dönmüyor. Hayat devam etmiyor. Yüzyıllar öncesinden nasıl yaşamışsak şimdide aynı şekilde yaşamak istiyoruz ve çıkarlarımıza dokundurtmayız demektir.
Zaten ordular, konumları itibariyle sistemi ve statükoyu savunmaktadırlar. Değişime en kapalı sınıf ordudur. Bu onların tabiatlarında ve kuruluş gayelerinde bulunmaktadır. İşte ll. Mahmut, olayın bu yönünü gördüğünden yapacağı reformların önündeki en büyük engelin ordu olduğunu anladığından işe onu ortadan kaldırmayla başladı. (vaka-i Hayriye 1826) Ordunun yok olması üzerine muhalefetin (yani ilmiye sınıfının) elindeki en büyük silah alınmış olundu. Artık ilmiye sınıfı halkı yönetimde temsil eden ve siyasi bir baskı aracı olma özelliğini yitirmiş oldu. Kurulan yeni ordunun referansları bizzat padişahtı. Bu durum, ilmiye sınıfının gerilemesine ve padişah’ın geleneklerden kopuk, batıyla entegre olmuş bir toplum yaratmasına yol açtı. Böylece batılılaşma hareketi daha ll. Mahmut döneminde başlamış oldu.
Sonuç Olarak
Osmanlılarda iktidar mücadelesi daha ilk dönemlerinde başlamıştır. Geçmişten günümüze baktığımızda bizde iktidar nöbetinin değişmesi oldukça sıkıntılı olmakta, hatta kanlı olaylara yol açmaktadır. Cumhuriyet döneminde bile özellikle Cumhurbaşkanı etrafında büyük fırtınalar koparılmaktadır. Bu durum bize atalarımızdan miras kalmıştır herhalde. Bir türlü sağlıklı nöbet değişimini gerçekleştiremiyoruz. Bunu ne monarşik sistemde ve ne de demokratik sistemde sağlayamadık.
Osmanlı iktidar mücadelesine sadece padişahlar ve devlet adamları değil, padişahın anneleri veya eşleri de katılmışlardır. Onlar da bir anlamda padişah üzerinden devleti yönetmişlerdir. Bir Kösem Sultan ve Turhan Sultan bunun en bariz örneğidir. Duraklama ve gerileme dönemlerinde çocuk yaşta kişilerin padişah yapılmasının arkasındaki temel dürtü saray kadınlarının (sultanın annesi) ve devlet adamlarının ülkeyi yönetme arzusudur. Çocuk yaştaki padişahın yetkilerini kullanarak kendilerine ait bir saltanat kurmuş olmaktadırlar. Fakat bu durum da uzun sürmemekte genellikle başka bir komplo sonucu geldikleri gibi gitmektedirler.
Osmanlı devletini yıkan aslında asıl neden de bu yönetim anlayışıdır. Bir türlü sağlıklı bir iktidar yapısını ortaya koymadığımız ve iyi yetişmemiş kişileri başa getirmemiz sonucu ülkede düzen bozuldu. Bu durumdan Türkiye Cumhuriyeti olarak dersler çıkarmalıyız. Bizler, sağlıklı bir yönetim devrini gerçekleştirmeli ve yönetime belli güç odaklarının icazetini alarak değil, tamamen liyakat ve halk desteğini almış kişileri getirmeliyiz. Bu durum bizleri güçlü kıldığı gibi devleti de müreffeh kılacaktır. Aksi durum, Osmanlının başına gelenin tekrar yaşanması demektir.
Halbuki kuruluş ve yükselme dönemlerinde olduğu gibi Şehzadelere sancağa gönderilseydi (illere vali yapılsaydı) padişahlar bu kadar oyuncak hale getirilmez ve bürokrasinin elinde oyuncak olmazlardı. Osmanlı padişahlarına yönelik en büyük eleştiri, iyi yetişmemiş olmalarıdır. Ama bu padişahların suçu değildir. Çünkü, sarayda gayrı meşru bir şekilde yönetim yetkisini kullananlar özellikle Şehzadelerin bilgisiz ve cahil kalmaları için uğraş vermektedirler. Ayrıca, iktidara gelen her padişah, Şehzadeleri kendilerinin potansiyel bir rakibi olarak gördüğünden iyi yetişmelerini arzulamamaktadırler.
Son dönemlere gelindiğinde karşımıza 31 Mart Vakası çıkmaktır. Bu olayla Ulu Hakan tahttan indirildiği gibi ülke de batıya peşkeş çekilmiş 9 yıl sonra Osmanlı fiilen yıkılmıştır. Bu durum da sistemle fazla oynamanın sakıncalarını göstermektedir. Çünkü iktidar mücadelesi kurumlar arası bir güç mücadelesine dönüştüğü gibi, bütün kurumlar yıpranmaktadır. Olan ise, ülkeye ve bu gariban millete olmaktadır. Fakat her şey kendi doğal süreçlerine bırakılsa, daha büyük gelişmeler gösterecektir.
İbrahim Halil ER