Bu hadis’te özellikle cezire bölgesinde olacak bir savaştan bahsediyor. Son olaylar ışığında okuyabilirsiniz.
Bu hadisi Ebu Hureyre rivayet etmiş olup merfudur. Yani senedi Peygamberimize kadar ulaşmaktadır. Hadis, bu hadisleriyle meşhur olan Hafız Ebu Nuaym Bin Hammad’ın el-Fiten isimli eserinin 89 nolu hadisidir. Hafız Ebu Nuaym sika bir hadisçi olup Buhari’nin de hocasıdır.
İlgili hadis
89 – حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ الْعَطَّارُ، عَنْ ضِرَارِ بْنِ عَمْرٍو، عَنْ إِسْحَاقَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي فَرْوَةَ، عَمَّنْ حَدَّثَهُ [ص:56]، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ” تَأْتِيكُمْ بَعْدِي أَرْبَعُ فِتَنٍ، الْأُولَى يُسْتَحَلُّ فِيهَا الدِّمَاءُ، وَالثَّانِيَةُ يُسْتَحَلُّ فِيهَا الدِّمَاءُ، وَالْأَمْوَالُ، وَالثَّالِثَةُ يُسْتَحَلُّ فِيهَا الدِّمَاءُ، وَالْأَمْوَالُ، وَالْفُرُوجُ، وَالرَّابِعَةُ صَمَّاءُ عَمْيَاءُ مُطْبِقَةٌ، تَمُورُ مَوْرَ الْمَوْجِ فِي الْبَحْرِ، حَتَّى لَا يَجِدَ أَحَدٌ مِنَ النَّاسِ مِنْهَا مَلْجَأً، تُطِيفُ بِالشَّامِ، وَتَغْشَى الْعِرَاقَ، وَتَخْبِطُ الْجَزِيرَةَ بِيَدِهَا وَرِجْلِهَا، وَتُعْرَكُ الْأُمَّةُ فِيهَا بِالْبَلَاءِ عَرْكَ الْأَدِيمِ، ثُمَّ لَا يَسْتَطِيعُ أَحَدٌ مِنَ النَّاسِ يَقُولُ فِيهَا: مَهْ مَهْ، ثُمَّ لَا يَعْرِفُونَهَا مِنْ نَاحِيَةٍ إِلَّا انْفَتَقَتْ مِنْ نَاحِيَةٍ أُخْرَى ”
“Benden sonra size dört fitne gelecektir. Birincisinde, kanlar (dökülmesi) helal kılınacaktır. İkincisinde hem kanlar hem de mallar helal kılınacaktır. Üçüncüsünde ise hem canlar hem mallar hem de uçkurlar helal kılınacaktır. Dördüncüsü ise örten, kapatan, bürüyen kör ve sağır bir fitnedir; denizdeki dalgalar gibi kabarır, hareket eder. Hiç kimse ona karşı bir sığınak bulamaz. Şam’da tayf ve karaltı gibi dolaşır; Irak’a çöreklenir. Eliyle ve ayaklarıyla el Cezire’yi (Kürt bölgesi) vurur. Ümmet, derinin tabakhanede çekiştirilmesi gibi çekiştirilir, belaya maruz kalır. Kimse ‘yeter, yeter’ diyemez ve bir yerden kalksa diğer yerde patlak verir ve çöreklenir. (El-Fiten, Hafız Nuaym Bin Hammad, hadis numarası 89)
Son olaylar eşliğinde bu hadisi okuyalım.
DIPNOT
el-Cezire: Mezopotamya’dır.
Ceziretul Arap: Arabistan yarımadasıdır.
Ceziretul Ömer, Cizredir.
CEZİRETUL ÖMER: Başlangıçta Cezîre adıyla anılan şehir, daha sonra Cezîre-i İbn Ömer adını aldı. Şehrin bu adı almasıyla ilgili olarak kaynaklarda farklı bilgiler verilmektedir. Buna göre Irâk-ı Arab ve Irâk-ı Acem Emîri Yûsuf b. Ömer’e, Musul’a bağlı Berkaîd beldesinden Abdülazîz b. Ömer’e, Maaddîler’den Benî Ömer kabilesine veya Hasan b. Ömer b. Hattâb et-Tağlibî’ye nisbetle şehir bu adı almıştır. Bazı kaynaklarda ise şehirden Cezîretü İbney Ömer şeklinde söz edilmekte ve kimlikleri belirtilmeyen Evs b. Ömer ile Kâmil b. Ömer veya Ömer b. Evs et-Tağlibî’nin iki oğluna izâfeten bu adla anıldığı kaydedilmektedir (Muhammed Yûsuf Gandûr, s. 14). İbnü’n-Nedîm el-Fihrist’te (s. 67) şehirden Cezîretü İbn Amâre olarak söz etmektedir. Ancak Cizre’nin kurulduğu tarihe yakın dönemde kaleme alınan kaynaklar, şehrin 250’den (864) önce Hasan b. Ömer b. Hattâb et-Tağlibî tarafından tesis edildiğini ve onun adını aldığını kaydederler ki tercih edilen görüş de budur. Şehir XVI. yüzyıldan itibaren günümüzde olduğu gibi Cizre adıyla da anılmaya başlanmıştır.
EK
DİB. İSLAM ANSİKLOPEDİSİNDEN : el-CEZÎRE
الجزيرة
İslâm coğrafyacıları tarafından Yukarı Mezopotamya’ya verilen ad.
Cezîretü Asûr, İklîmü Asûr da denilen bu bölge Dicle’nin doğusunda kalan Meyyâfârikın (Silvan), Erzen, Siirt, Zap havzası ve Fırat’ın batısındaki Adıyaman bölgesini de içine alır. İbn Havkal (Sûretü’l-arż, s. 204) ile İzzeddin b. Şeddâd’ın (el-Alâku’l-hatîre, III/1, 4-7) aksine Makdisî Musul’u, hatta Tikrît’i bu bölgeye dahil eder (Ahsenü’t-tekāsîm, s. 136-151). İslâm tarihçilerine ve Tevrat’a göre Nûh’un gemisi bu bölgede toprağa oturmuş, yeryüzünde ilk şehirler bu bölgede meydana gelmiş, İbrâhim peygamber bu bölgeden Filistin’e gitmiştir. Tevrat’a göre cennet bu bölgededir. Bazı hadislere göre bölgeyi sulayan nehirlerden Fırat cennet ırmaklarındandır.
el-Cezîre çok yüksek olmayan bir bölge olup Fırat-Diyarbekir arasındaki Karacadağ, Mardin ve Cizre arasındaki Tûr Abdîn, Belih ve Habur ırmakları arasındaki Cebeliabdülazîz, Habur ile Dicle arasındaki Sincar dağı, Musul’un güneyindeki Cebelimekhûl bu bölgede yer alır. Bu dağlardan çıkan akarsular arasında Fırat’a karışan Belih ile Habur, yöredeki Harran ve Re’sül‘ayn’dan (Ceylanpınar) çıkar. Habur’a katılan Hirmas çayının kaynağı ise Tûr Abdîn bölgesindedir. Sincar dağından Sarsar ırmağı doğar ve çölde kaybolur.
el-Cezîre’nin batısında Suriye, kuzeybatısında Gaziantep, Maraş ve Malatya yer alır. Bölgenin doğusunda Doğu Anadolu, güneyinde Irak bulunur. el-Cezîre İslâm’dan önce ve İslâm tarihinin başlarında bu bölgeye yerleşen Arap kabilelerine göre “Diyârımudar”, “Diyârırebîa” ve “Diyârıbekr” olmak üzere üç tarihî bölgeye ayrılmıştır. Eskiçağ’da bölgede Araplar yaşıyordu. Nusaybin İranlılar tarafından Arvastân, Ermeniler tarafından Bes Arabâyâ diye adlandırılıyordu. İslâm tarihinin başlarında bu bölgede Araplar’dan başka Ârâmîler de vardı. Abbâsîler devrinden itibaren bölgeye Türkler de gelmeye başlamışlar, Selçuklular’dan sonra bölgede birçok Türk devleti kurulmuştur. Haçlı seferleri sırasında bu bölgede oturan Türk kabileleri büyük bir askerî potansiyel teşkil ediyorlardı.
İbrahim Halil ER