Arapça’da “güç ve gayret sarfetmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkanları kullanmak” manasındaki cehd kökünden türeyen cihad, İslami literatürde “dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslam’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” şeklinde de kullanılmaktadır. Cihad, Kur’an-ı Kerim’de isim olarak dört, bundan türeyen fiil şeklinde yirmi dört yerde geçmektedir. “cihad eden” anlamındaki mücahid ise iki ayette zikredilmektedir.
Cihad kelimesini sadece kital (yani savaş) anlamında kullanmak anlamı daraltmaya yöneliktir. Bu nedenle tüm kafirlere veya sapkın düşünceye karşı savaş açmak, öldürmek anlamında kullanmak yanlıştır. Çünkü kelime mücadele etmek, gayret etmek, çaba sarf etmek anlamında kullanılmaktadır. Yani kafir, düşman veya sapkınlara karşı cihad yapmak demek, onlarla savaşmak veya öldürmek değil; onlara tebliğ etmek, davamızı anlatmak, doğru yola iletmek demektir. Günümüzde cihad ediyoruz diyerek önüne gelen insanların kafasını kesmek, öldürmek cihad değil tek kelimeyle cinayettir.
Alimlerimiz cihadın bir çok çeşidi olduğunu vurgulamışlardır. İbn Kayyum el-Cevzi cihadın; Nefis, Şeytan, Kafir, Münafık ve Zalimlere karşı yapıldığını belirtmektedir. İslam Ansiklopedisinde de “Nefisle mücadele, İslam’ı tebliğ ve düşmanla savaş anlamında kullanıldığı belirtilmektedir.” Birisi Resulullah (sav)’e “hangi cihad efdal’dır?” diye sordu. Resulullah (sav) cevaben: “En efdal cihad zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye cevapladı. Böylece cihad kelimesinin içine farklı anlamların da dahil edildiğini anlamaktayız.
Cihad ile ilgili ayetler incelendiğinde Müslümanların Mekke döneminde de cihad etmeye çağrıldığı görülmüştür. Buradaki cihad da elbette savaşma anlamına gelmemektedir. “Öyle ise kafirlere itaat etme, onlara karşı bu Kur’an’la mücadele et (cihad et)” “Allah yolunda hakkıyla cihad edin” Bu ayetler, Mekki olduğu halde cihad kelimesini ihtiva etmektedir. Buradaki anlam, savaşmak değil mücadele etmek, tebliğ yapmaktır. “Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran” ayetini göz önünde bulundurup Peygamber (sav)’in münafıklara karşı savaşmadığı bilindiğinden, ayetteki cihad’ın sadece savaşmak anlamına gelmediği anlaşılmış olur.
Müslüman hukukçular, genel olarak cihadın anlamı ve hükmü yanında kafirlere karşı cihadın hukuken meşru olmasının sebepleri üzerinde de etraflıca durmuşlardır. Batılı kaynaklar ise cihadın, bütün dünya Müslüman oluncaya kadar veya İslam hakimiyetine boyun eğinceye kadar Müslüman olmayanlarla savaşmayı ifade ettiğini ileri sürmüşlerdir.
Fakihlerin bazı ifadelerinden hareketle bu iddiayı ileri süren Batılı araştırmacıların hiçbirinin İslam’da savaşın meşruluğu ile ilgili olarak İslam hukuk literatüründe ortaya konan görüşlere yer vermemesi ve bunlara ait tartışmaları görmemezlikten gelmeleri dikkat çekicidir.
İslam hukukçuları, Kur’an ve Sünnet’te belirtilen esaslara göre gerek savaş öncesi ve savaş esnasında, gerekse sonrasında uyulması gereken kuralları kendi zamanlarındaki şartlar çerçevesinde en ince ayrıntılarına kadar inceleyip tesbit ettikleri gibi, savaşın meşruluğu meselesini de tartışmışlardır… Buna göre İslam hukukçularının çoğunluğu, savaşın meşruiyet nedenini düşmanın tecavüzü olduğunu, Müslümanlara karşı savaşmayanlarla savaşmanın ve sadece Müslümanlığı benimsemediği için bir insanı öldürmenin caiz olmadığını belirtmişlerdir.
Bu nedenle din uğruna yapılan her savaş cihaddır. Ama her cihad savaş değildir. Başka bir deyişle mücahid insan yalnız savaşan değil, dinini muhafaza etmek için her türlü meşru yolları kullanan bireydir.
ibrahim halil er
Yakında basılacak olan “Bir komutan olarak Hz. Muhammed” kitabımdan…