Ayasofya, hep güncelliğini korudu. Günümüzde bile müzelikten kurtulması konusunda sık sık gündeme gelmektedir. Bir anlamda bağımsızlığımızın da simgesi haline gelmiştir. Kendi ülkemizde bir mabedi açabilme veya açamama iradesine sahip olup olamadığımızın en önemli simgesidir artık. Ayasofya’nın bir cami olarak ibadete açılabilmesi, birçok kesimin arzusu olmuştur.
Ayasofya ne zaman? Ve kim tarafından yapıldı?
Ayasofya Bizans İmparatoru Justinianos (527-565) tarafından dönemin iki önemli mimarı olan Miletos’lu (Milet) İsidoros ile Tralles’li (Aydın) Anthemios’a yaptırılmış, o zamanki teknik imkanlara göre 5 yıl gibi kısa bir sürede bitirilmiştir. 27 Aralık 537 yılında büyük bir törenle açılmıştır. Kaynaklarda, Ayasofya’nın açılış günü İmparator Justinianos’un, mabedin içine girip, “Tanrım bana böyle bir ibadet yeri yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun” dedikten sonra, Kudüs’teki Hz. Süleyman Mabedi’ni kastederek “Ey Süleyman seni geçtim” diye bağırdığı geçer. Bu mabede Bizans tarafından Kutsal Bilgelik anlamında Ayasofya ismi verilmiştir. “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da “ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup, Ortodoksluk mezhebinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır
Ayasofya Doğu Roma Döneminde İmparatorluk Kilisesi olması nedeniyle İmparatorların taç giyme merasimlerinin yapıldığı mekândı.
Peki Ayasofya’yı özgün kılan nedir?
Ayasofya, fethin sembolüdür. Fatih Sultan Mehmet Han tarafından İstanbul’un alınmasının simgesi olmuş ve bizzat onun tarafından cami haline getirilmiştir. Çeşitli dönemlerde oluşan depremlerden zarar gördüğünden tamir edilmiş, camiye Mimar Sinan tarafından iki minare eklenmiştir. Bu minareler aynı zamanda yapıya destek olduğundan daha sonraki dönemlerde minarelerin yıkılma arzusunu da gemlemiştir.
Osmanlı uygulamasında fethedilen bir şehrin en büyük kilisesi camiye çevrilirdi. Ayasofya’da aynı gelenekten yola çıkılarak cami haline getirildi. 1453’te kilise camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet’in gösterdiği hoşgörüyle mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş (içermeyenler ise olduğu gibi bırakılmıştır), yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. Cami müzeye dönüştürülürken sıvaların bir kısmı çıkarılmış ve mozaikler yine gün ışığına çıkarılmıştır. Günümüzde görülen Ayasofya binası aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan Üçüncü Ayasofya olarak da bilinir. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmıştır. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde birçok kez çökmüş, Mimar Sinan’ın binaya istinat duvarlarını eklemesinden itibaren hiç çökmemiştir.
Fatih Sultan Mehmet Han’ın Ayasofya’yı cami olmaktan çıkaracak olana lanet ettiği bilgisi bir efsane olmayıp gerçektir. Bu lanet caminin vakfiyesinde bulunmaktadır. Fatih, burada şöyle hitap edecektir gelecekteki torunlarına. O sanki olacakları biliyormuş gibi konuşmaktadır:
“Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer’i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey talep ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların la’neti üzerlerine olsun. “Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”
Ayasofya Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiş ve 1 Şubat 1935’de müze olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır. Fakat Ziyad Ebüzziya’nın da belirttiği gibi Atatürk’ün burayı Müzeye çevirmesiyle ilgili bir talimat olmayıp, caminin onarılması ve geçici olarak tadilattan dolayı kapatılması durumu söz konusudur. Yıl 1931 Amerika Birleşik Devletlerinde bulunan Bizans enstitüsü namına, Thomas Wittemore, Camiin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek müsadesini istedi. İzin verildi. 1932 de mozaik uzmanları işe koyuldu. Yani Atatürk hayatta olduğu dönemde burasının camiden müzeye çevrilme durumu söz konusu olmadığı ve bu durumun daha sonraki iktidarlarca Atatürk’e mal edilerek geçici olan durumun kalıcı hale getirildiğini belirtir. Zaten konuyla ilgili Atatürk’ün imzası da şaibelidir.
Yani koca Ayasofya’nın müze olması bile bir hile ve oldu bitti ile olmuş, Ebuzziyad’da göre Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in hileleri ile meydana gelmiştir. “Hasan Ali Bey mi, yoksa kendisi gibi düşünen başkaları mı bilmem, Ayasofya’nın, ibadete de açık olmasını önlemek için, “ibadete kapalı olması isteğinin Atatürk’ün fikri olduğu” zehabını vermeyi böylelikle, “Atatürk’ün bu isteğine karşı gelinmesin” gibi bir hava yaratmayı düşünmüş olacaklar ki, 1947 de, ufak bir broşür yayınladılar.” Bu broşürün 64-65. sahifelerinde Ayasofya’nın müze yapılmasına dair, Maarif Vekaleti ile Vakıflar Umum Müdürlüğü arasında geçen yazışmalar -yukarıda bunlardan parçalar verdik-geçirilmiş, altına da şu satırlar eklenmiştir: “Bu iş İcra Vekilleri Heyetince 24.11.1934 de görüşülerek, camiin çevresindeki evkafa ait binaların, Evkaf Umum Müdürlüğünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masraflarının da Maarif Vekilliğince verilmek suretiyle, Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur.” 24.11.1934
Tarihin altına “Reis-i Cumhur Atatürk” ismi, daha altına da, kararnamelerde olduğu gibi, Hükümeti teşkil eden vekillerin isim ve soy adlarının ilk harfleri konmuştur. Bu yazının başına da, başlık olarak “KARARNAME” ismi oturtulmuştur. İşte bu “KARARNAME” başlığı Ayasofya’nın bir “İcra Vekilleri Heyeti kararı ile” müze yapıldığına herkesi inandırmıştır! Hâlbuki bu doğru değildir! Uydurmadır’ Resmi Gazetede, 1934 Kasımına ait, 19 adet numarası bulunan “Kararname” ile 67 adet numara almamış, tayin ve saire ile ilgili “Kararname” yayınlanmıştır. Hepsi bu kadar. Hiçbiri Ayasofya ile ilgili değildir.
Görüldüğü gibi günümüzde büyük sansasyonallara konu olan Ayasofya’nın Müze olması tamamen bir hileyle düzenlenmiştir. Günümüz iktidarlara düşen görevin bu konuyu tarihsel açıdan araştırıp, Ayasofya üzerinde oynanan oyunları ve hileleri ortadan kaldırarak asli görevine döndermeleridir.
4. HAÇLI SEFERİNDE HAÇLILARIN AYASOFYA’YI TAHRİP ETMELERİ
1204 yılında İstanbul’u alıp tahrip etti. İstanbul tarihindeki en büyük yağmayla karşılaştı. 9 asır boyunca Hristiyan medeniyetinin merkezi olan bir şehir yine Hristiyanlar tarafından, üstelik Hristiyanlarca kutsal sayılan bir sefer sırasında yok edilmiştir.
Haçlılar, vahşi bir tahrip duygusuyla hareket ederek naralar atarak, uluyarak kitleler halinde sokaklarda ve evlerde dolaşıyor, parıldayan her şeyi alıyor, ancak öldürmek, ırza geçmek veya susuzluklarını gidermek ve şarap içmek amacıyla ara veriyorlardı.
Ne manastırlara, ne kiliselere ve ne de kütüphanelere hürmet ediyorlardı. Ayasofya kilisesinde bile ipekli duvar halılarını yırtıp mihraptaki büyük gümüş şemsiyeyi parçalayan, aziz tasvirleri ve kutsal kitaplar üzerinde tepinen sarhoş savaşçılara rastlamak mümkündü.
Bunlar mihrablardaki mukaddes kaplardan büyük bir neşe içinde şarap içerken, bir Fransız orospusu patriğin tahtına çıkarak hareketli bir Fransız şarkısı söylemeye başlamıştı. Rahibelere manastırlarda tecavüz edildi.
Yağmacılar saraylara olduğu gibi fakir kulübelerine de dalıyorlar ve buraları tahrip ediyorlardı. Yaralı kadın ve çocuklar ölüm halinde sokaklarda debeleniyorlardı.
Bu korkunç yağma ve cinayet dalgası, muazzam ve güzel şehri bir harabe yığını haline gelinceye kadar üç gün sürdü.
Tarihçi Niketas “Araplar bile daha merhametli hareket ederlerdi” diye feryat etmiştir. Umberto Eco’nun Baudolino romanında Nikites şöyle konuşmaktadır: “Türkler asla böyle bir şey yapmaz. Onlarla ilişkilerimiz çok iyi. Kendimizi asıl Hıristiyanlardan korumamız gerekiyormuş.”
AYASOFYA HASAN ALİ YÜCEL’İN HİLESİ İLE MÜZE YAPILMIŞTIR
Ayasofya 1 Şubat 1935 yılında müze olarak yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır.
Fakat aslında Ayasofya’nın kapatılması diye bir bakanlar kurulu kararı yoktur.
Verilen karar, Ayasofya’nın tadilatının yapılmasından dolayı geçici olarak kapatılması ve bu süre zarfında arkeolojik kazıların yapılması, arkeolojik kazılarda elde edilen bulguların burada sergilenmesidir.
Aslında Ayasofya’nın kesin olarak kapatılıp müzeye çevrilmesi bir hile sonucu olmuştur.
Atatürk hayatta iken kazılar devam ediyordu. Chp dönemindeki Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, olayı Atatürk’e mal etmek için sahte evrak hazırlayarak olayı oldu bittiye getiriyor. Bu konuda çalışması bulunan gazetesi Ziyad Ebuzziya, ilgili bakanlar kurulu kararı hakkında da şöyle söyleyecektir:
“Hasan Ali Bey mi, yoksa kendisi gibi düşünen başkaları mı bilmem, Ayasofya’nın, ibadete de açık olmasını önlemek için, “ibadete kapalı olması isteğinin Atatürk’ün fikri olduğu” zehabını vermeyi böylelikle, “Atatürk’ün bu isteğine karşı gelinmesin” gibi bir hava yaratmayı düşünmüş olacaklar ki, 1947 de, ufak bir broşür yayınladılar.” Bu broşürün 64-65. sahifelerinde Ayasofya’nın müze yapılmasına dair, Maarif Vekaleti ile Vakıflar Umum Müdürlüğü arasında geçen yazışmalar -yukarıda bunlardan parçalar verdik-geçirilmiş, altına da şu satırlar eklenmiştir: “Bu iş İcra Vekilleri Heyetince 24.11.1934 de görüşülerek, camiin çevresindeki evkafa ait binaların, Evkaf Umum Müdürlüğünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masraflarının da Maarif Vekilliğince verilmek suretiyle, Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur.” 24.11.1934
Tarihin altına “Reis-i Cumhur Atatürk” ismi, daha altına da, kararnamelerde olduğu gibi, Hükümeti teşkil eden vekillerin isim ve soy adlarının ilk harfleri konmuştur. Bu yazının başına da, başlık olarak “KARARNAME” ismi oturtulmuştur. İşte bu “KARARNAME” başlığı Ayasofya’nın bir “İcra Vekilleri Heyeti kararı ile” müze yapıldığına herkesi inandırmıştır! Hâlbuki bu doğru değildir! Uydurmadır’ Resmi Gazetede, 1934 Kasımına ait, 19 adet numarası bulunan “Kararname” ile 67 adet numara almamış, tayin ve saire ile ilgili “Kararname” yayınlanmıştır. Hepsi bu kadar. Hiçbiri Ayasofya ile ilgili değildir.
Görüldüğü gibi günümüzde büyük sansasyonallara konu olan Ayasofya’nın Müze olması tamamen bir hileyle düzenlenmiştir.
Ek
Mustafa Kemal’e 1936 yolundan sonra Atatürk soyadı verildi. Fakat 1934 yılındaki düzenlemede Atatürk soyadı ile ımza atılmıştır.
Bu da evrağın sonradan düzenlenen sahte bir belge olduğunu göstermektedir.
İbrahim Halil ER
Zincirler karıldı Ayasofya açıldı…
Fethin simgesi ve Türkiye’nin egemenlik haklarının göstergesi olan Ayasofya’nın açılması bu gün bir simgesel öneme sahiptir.
Bu simge; Ülkemizin bağımsızlığının ve egemenliğinin kazanmasının simgesidir.
Lozan ile bedenimiz üzerindeki işgali sona erdirirken, Ayasofya’nın açılması ile ruhumuz üzerindeki esarete de son verdik…
Ayasofya’nın cami olarak açılmasını eleştiren gaflettekiler, batının tüm camileri kilise, bar, pup ve eğlence mekanı haline getirdiğini neden görmezler?
Hani nerede Endülüs’ün muhteşem camileri?
Hani nerede Balkanlardaki Osmanlı mirası camiler?
Hani nerede Osmanlı Devletinin en çok camisi olan şehri Selanik’deki camiler?
Hani nerede Avrupa’nın diğer köşelerindeki camiler?
Bir kelime batı için söylemezler ve varsa yoksa bizi eleştirirler…
Kılıç hakkı nedir derler? bu zamanda olur mu derler?
İyi de İstanbul 1453 yılında fethedildi bu zamanda değil…
Halbuki 1485 yılında Endülüsü alan Aragon ve Kastilya prenslikleri camileri kiliseye veya başka bir şeye çevirmenin yanında tüm Müslümanları enginizasyonla katlettiler veya zorla hıristiyanlaştırdılar… bu neden görülmez?
Hatta bu yüzyılda Yunanistan ile Bulgaristan’ın oradaki Müslüman Türk azınlığı hıristiyanlaştırma veya ülkeden kovma çalışması hakkında neden konuşmazlar?
Çünkü onlar, bu ülkede yaşamalarına rağmen devşirilmişlerdir..
Milli değillerdir..
Bu ulusun değerlerine, tarihine yabanca ve hatta düşmandırlar..
Not
Ayasofya’yı kim ve hangi saikle açarsa açsın; biz ama… fakat demeden koşulsuz olarak kendisine teşekkür ederiz…
İbrahim Halil ER