A’meş olarak bilinen Süleyman b. Mıhran, İmam-ı Azam’a gelerek takıldığı bir konuda soru sorar. Büyük İmam da ona cevabını verir.
A’meş sorar:
“Sen bu cevabı verdin ama hangi delilden hareketle bu sonuca vardın?”
İmam tebessüm eder ve “Senin bana rivayet ettiğin şu hadisten…” diyerek hadis-i şerifi okur. Tabi A’meş hem şaşırır hem de sevinir.
“Evet, ben bu hadisi rivayet ettim gerçekten. Ama bu hükmün çıkarılabileceğini düşünememiştim. Biz hadisçiler eczacıyız, siz fıkıhçılar da hekimsiniz. Hangi hastalığa, hangi ilacın iyi geleceğini bizden daha iyi bilirsiniz.”
HESAP
Âlim; mütevazı, alçak gönüllü, vakur ve kibirden uzak olmalıdır.
Dîhekî, bir gün büyük âlim Molla Cami’yle sohbet ederken şunları söyler:
“Ben Hüsrev’e şöyle cevap verdim, Kemal’e böyle, Zahir’e, Selman’a, falan şaire de şöyle şöyle cevaplar verdim.”
Adamın kendini beğenmiş hâlinden ve sözü uzatmasından rahatsız olan Allâme Camî dayanamaz:
“Ey kardeşim Dîhekî! Anlaşıldı, o dediğin zatlara bu cevapları vermişsin, güzel. Peki, yarın Allah’ın huzuruna çıktığında nasıl cevap vereceğini de düşünüyor musun?”
İBN-İ KESİR’İN OĞLU
Büyük âlim İbn-i Kesir, oğlu Hald’i hafızlığa çalıştırıyordu. Ayetleri tekrar ederken, “Halidûne finnâr” ayetine gelince, oğluna bir latife yapar:
“Aman yavrum dikkat et, ‘Halid ateştedir’ diyor, sakın ateşe girecek amel işleme!”
Genç hafız Halid, babasının latifesine latif bir karşılık verir:
“Babacığım! Bunu anlıyorum ama Halid’in ateşte olmasının sebebi de babasıdır. Çünkü Kur’anda, ‘La hayre fî kesir / Kesir’de (çoklukta) hayır yoktur.’ buyruluyor.”
Mehmet Nezir GÜL/ Geçmişten Günümüze Latifeler Hikmetler, Mevsimler Kitap