Siyasi çekişmeler sonucu zorunlu eğitim sürecini 12 yıla çıkardık. Eğitim sürecinin en önemli ayağı olan öğretmenler üzerinde çalışmalar yaptık…
Ama aslında unuttuğumuz ve ihmal ettiğimiz bir unsur daha vardı ÖRENCİLER…
Maalesef öğrencileri unuttuk. Biz öğrenciler için sıra, masa ve sınıf yaparak sorunu çözeceğimizi düşündük, ama aslında bu sadece bir algı kaymasıydı…
Bizim öğrencilerimiz üzerinde ciddi pedagojik, psikolojik, tıbbi ve sosyolojik araştırmalar yapmamız gerekirdi. Ama hiçbirisini yapmadık….
Fakat günümüzde olan, sınıfta eğitim görmek istemeyen şımarık bir neslin olduğuydu…
Öğretmenler bu ders dinlemeyen, başına buyruk nesil ile boğuşmaktadır. Bu genç kuşak rahata alışmış, babalarının yaşadığı hiçbir sıkıntıyı yaşamamış, evin tek veya çift bireyi olmanın getirdiği tüm avantaj ve kaprisleriyle yetişmiştir…
Sınıfta hocaya saygı nedir bilmeyen bu genç kuşağa karşı hocaların yapacağı hiçbir yaptırım gücü kalmadığından, en iyi öğretmen öğrenciyi memnun eden, yani dümen sunuya giden öğretmenler haline gelmişlerdir.
Devletin ve uzmanların bu sorunu sosyoekonomik olarak farklı olan bölgeler arasında yani kaba tabir ile zengin ve fakir bölgeler arasında karşılaştırma yaptığında daha iyi görürler. Fakir bölgelerde bu şımar tavırlar daha az iken, zengin ve müreffeh bölgelerde şımarık ve söz dinlemeyen bir gençlik karşımıza çıkmaktadır.
Devletin uzmanlardan oluşan bir ekibe bu sorunu çözmek ve formüller üretmesi gerekir. Benim önerim ise Japon modelidir. Yani şok tedavisidir.
Buna göre Japonlar şımarık ve dünya sıkıntısını bilmeyen bu minikleri Hiroşima ve Nagazaki harabelerine gezmeye götürmektedirler. Onlara, çalışmazlarsa düşman tarafından yapılacak saldırılar sonucu böyle olacaklarını söylerler. Arkasından son model teknolojik yerler dolaştırılır ve bu da çalışmanın sonucudur denir. Bu bilgilerle donanan çocuklar artık okumanın ve öğrenmenin kıymetini, ne anlam ifade ettiğini anlarlar.
Ama bizde çocuk okula gelecekte bir iş/meslek sahibi olması için gönderilirken, kızlara da iyi koca bulma ve erkek hakimiyetine girmeyip kendi ayakları üzerinde dikilmesi telkin edilir.
Hiçbir kimse onlara bir ülkü ve amaç vermediği gibi, bu kadar bilgi ve donanımın ne amaçla verdiği anlatılmaz. Bu nedenle derslere ve onu öğreten öğretmene düşman olurlar. Gün boyu derslerle boğuşan gençler için bunların hiçbir anlamı yoktur ve öğretmen de arzularına gem vuran bir gardiyandır. Dersten ne kadar kaytarırlarsa kardır….
Evet, eğitimin kalitesi artırılmak isteniyorsa öğrencilere bakılmalı, araştırılmalı ve onları eğitime katmalıyız. Eğitimi öğrencisiz veriyoruz. Bu sadece zaman ve para israfıdır…
İbrahim Halil Er