Dersim olayı belki de cumhuriyet tarihimizin en kanlı ve yüz karası olayıdır. Maalesef, insanlar rejimden korktuklarından bu olayı yeterince gündeme getirmemişlerdir. Bazıları da bu olayı bir Kürt veya Alevi isyanı olarak değerlendirdiklerinden zaten mesafeli davranmışlardır. Şimdi artık kirli çamaşırlarımızı temizleme vakti geldi. Bu olayı sadece bir Alevi veya Kürt meselesi değil bir insanlık dramı olarak da ele almamız gerekmektedir.
Konuya girmeden önce Cumhuriyetin ilanından Dersim isyanına kadar meydana gelen Kürt isyanların bir listesini de vermemiz olayı daha iyi yorumlamamızı sağlayacaktır:
1. Şeyh Said İsyanı: 13 Şubat – 31 Mayıs 1925
2. Raçkotan ve Raman Tedip Harekatı 9-12 Ağustos 1925
3. Sason Ayaklanmaları: 1925-1937
4. l. Ağrı Ayaklanması: 16 Mayıs-17 Haziran 1926
5. Koçuşağı Ayaklanması: 7 Ekim – 30 Kasım 1926
6. Mutki Ayaklanması: 26 Mayıs – 25 Ağustos 1927
7. ll. Ağrı Harekatı 13-20 Eylül 1927
8. Bicar Tenkil arekatı 7 Ekim 1927 – 17 Kasım 1926
9. Asi Resul Ayaklanması: 22 Mayıs 1929-3 Ağustos 1929
10. Tendürük Harekatı 14 – 27 Eylül 1929
11. Savur Tenkil Harekatı 26 Mayıs 1930 – 9 Haziran 1930
12. Zeylan Ayaklanması: 20 Haziran 1930- Eylül başı 1930
13. Oramar Ayaklanması 16 Temmuz 1930 – 10 Ekim 1930
14. lll. Ağrı Harekatı 7-14 Eylül 1930
15. Pülümür Harekatı 8 Ekim 1930 – 14 Kasım 1930
Dersim İsyanı: 1937-1938
Yıllarca Dersim isyanı birçok mahfiller tarafından kullanılmıştır. Alevi vatandaşlarımıza bu katliamın Sünnilerce Alevilere yönelik bir saldırısı olarak anlatılmış, maalesef sistem bir taşla birçok kuş vurmuş, Alevi-Sünni ayrımını körüklemiştir. Hâlbuki Dersimdeki katliamı yapan Sünniler değil, laik Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Buradaki asıl sıkıntı Sünnilerin bu olayda yeterince fikirlerini beyan etmemiş olmaları, onları zımmen karşı grubun içine itmektedir. Bu, bir anlamda rejimin baskılarından korkma olarak nitelenebilir. Fakat başka bir açıdan ülkedeki bölünmüşlükten de kaynaklanabilir. Yani Alevilere yapılan bir haksızlığa karşı lakayıt ve nemelazımcılıktır. Bu tavır, Alevilerin Sünnilere karşı bir küskünlük yaşamalarına yol açmış, aradaki ihtilafı derinleştirmiş ve belki de Alevilerin sol propagandaların etkisine girmelerine yol açmıştır. Bu nedenle, bu olayı çözme ve gerekirse gündeme getirerek devletin hatasını kabul etmesini sağlama misyonu Sünni geçinen kişilerin omzuna düşmektedir. Biz, sadece bize yapılan haksızlıkları değil, başkalarına da yapılan haksızlıkları haykırmakla yükümlüyüz.
Türkiye’de yayılma alanı oluşturmaya çalışan sol hareketler, Alevilerin bu terk edilmişlik ve dışlanmışlık duygularından yararlanarak onları kendilerinin doğal bir müttefiki haline getirmeye çalışmış, bir süre sonra Aleviler arasında farklı bir Alevilik yayılmaya başlanmıştır. Yani Ali’siz bir Alevilik’tir bu…. Ali’nin sevdiğini sevmeyen bir Aleviliktir. Bu yeni trentte Sünnilerin Alevileri dışlamaları da etkili olmuştur. Her ne kadar devlet laik olsa da din diye sunduğu bir anlamda içi boşaltılmış Sünnilik olmuştur. Örgütlenmiş ve kurumsallaşmış dini hareketlerin temel içeriği Sünni gelenek olmuştur. Aleviler, kendilerini devletten dışlanmışlık içinde görmüş, devlette temsil edilmemeleri sonucu radikalleşmeye ve yer altına kaymaya neden olmuşlardır. Zamanla, Alevilik bilimsel ve ilmi bir dayanaktan yoksun olarak tamamen gelenek ve hurafelerle örülmeye başlanmıştır.
Burada Türkiye’deki Aleviliğin yapısı da aslında sorgulanmalıdır. Bu da ayrı bir yazı ve araştırma konusunu teşkil eder.
Alevilerin tenkilini sağlayan parti CHP olmasına rağmen, yıllarca Aleviler CHP’nin bir oy deposu haline gelmiştir. Buna bazıları “Celladına Aşık” olma psikolojisiyle açıklamaya çalışmalarına rağmen bu beklide Alevilerin mevcut partilerin milli ve dini söylemlerinden ürkerek nispeten laik olan chp’ye yönelmelerine neden olmuştur. Bu tavır bile aslında Sünnilerin yüzyıllarca Alevileri dışlamaları ve ihmal etmelerinden kaynaklanmaktadır. Sünnilerin tekrar Alevileri kucaklamalarının vakti geldi de geçti artık…
ll. Mahmut’a kadar devlette Bektaşiler aracılığıyla temsil edilen aleviler, ll. Mahmut’un Bektaşi tarikatını yasaklaması üzerine temsilcisiz kaldılar ve bir anlamda kendi dini örgütlerinden mahrum bir şekle düştüler. Bu durum, onların dini kimliklerinden uzaklaşmalarına ve marjinal sol örgütlerin etkilerine açık bir hale gelmelerine neden olmuştur.
Dersim İsyanı Ve Katliamı
Bundan birkaç yıl önce Dersim üzerinde kalem oynatmak yürek isterken, bir dil sürçmesi bu konunun yeniden tartışmaya yol açmış, bir anlamda hayırlı olmuştur.
Dersim, Tunceli’nin eski adıdır. Cumhuriyet döneminde birçok şehrin veya köyün ismi değiştirilirken Dersim de bundan nasibini almış, yerine hiçbir anlam ve kimlik taşımayan Tunceli ismi konulmuştur. Bence Dersim olayı araştırılmadan önce Tunceli’ye eski ismi iade edilerek bu konudaki samimiyet sınavı verilmelidir.
Dersim bölgesi oldukça dağlık ve zapt edilmesi zordur. Bu bölgenin ele geçirilmesi ve devlet denetimine alınması genç devlet için bir otorite ve hakimiyet sınavı niteliğini taşır. Bu bölgede güç kullanılmadığı zaman, devlet zafiyet taşıyacak ve ülkenin gerçek hakimi olamayacaktır. Cumhuriyeti kuran kadronun asker kökenli olması, tüm toplumsal olaylara ve sorunlara askeri bir yaklaşımla yaklaşmalarına neden olmaktadır. Olayların toplumsal ve sosyal nedenleri yerine asıp kesmekle (yani en iyi bildikleri yöntemle) çözüm getirmekte, bir modern Kuyucu Murat Paşa olmaktadırlar.
Olayı bilmeyenler, Dersim bölgesinde çıkan bir isyanı devletin bastırdığını düşünmektedirler. Fakat olaylar iyi incelendiğinde 1926 yılından beri devletin bu bölge ile ilgili çalışmalar yaptığı ve raporlar hazırlattığı görülmektedir. Yani devlet sistemli olarak böyle bir olayı hazırlamakla meşguldur. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in 2 Şubat 1926 yılında hazırladığı rapor da bu doğrultudadır. O, Dersimi Cumhuriyet için bir çıban olarak nitelemektedir. Bunun üzerine bir genel müfettişlik kurulmuş, ilk genel müfettiş Doktor İbrahim Tali Öngören Dersim’i adım adım dolaşmıştır.
1931 yılında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın dersimle ilgili hazırladığı rapor da özetle şöyledir: “Dersim’in kurtarılması için devletin tam tedbir alması, aşiret sistemini yıkmasıdır.” Şeklindedir. 1936 yılında Dersim üzerine alınması gereken önlemlerle ilgili hazırlanan bir rapor da şöyle söylemektedir.
1. Silahların toplanması
2. Reislerin ve ailelerinin uzağa, batı illerine sürülerek, reislik sisteminin kaldırılması
3. Mahkumların yakalanması
4. Askere gitmeyenlerin askere alınması
5. Kuzey Dersim halkının batı bölgesine nakli
6. Dağınık ve münferit evlerin yakılması
7. Geçit ve boğazlarda bulunan köylerin yakılıp yıkılması
8. Dersim de okulların açılması ve bu okullarda Türkçe öğretilerek onlara Türklüğün aşılanması.
9. Bölgede yol yapımına ağırlık verilmesi ve ticaretin yaygınlaştırılması.
Bölgenin Aşiret Yapısı:
Bölgedeki aşiretler Doğu ve Batı Dersim olarak ikiye ayrılmıştır.
Doğu Dersim Aşiretleri Şunlardır:
1. Demanan Aşireti
2. Alan Aşireti
3. Şadıllı Aşireti
4. Kureyşan Aşireti
5. Haydaran Aşireti
6. Arılı Aşireti
Batı Dersim Aşiretleri de Şunlardır:
1. Kırgın Aşireti (Şatoğulları, Garipoğulları, Mirveyisler)
2. Baht Uşağı (Rotmari, Bahtiyari)
3. Karaballı Uşağı (Lolanlı, Ateş Uşağı, Kangolar, Ali Kegolar, Tavuklu Kegolar, Gedikler Uşağı)
4. Yukarı Karaballı (Kandanlı, Karaballı)
5. Şam Uşağı (Küçükler, Zekeriyalar)
6. Abbas Uşağı (Aşağı Abbas Uşağı, Yukarı Abbas Uşağı)
7. Pilvank Uşağı (Halefanlı, Ziyanlı)
8. Koç Uşağı (Koçlar, Seyithanlar, Resik Uşağı, Gedikler, İsmailler)
9. Beyt Uşağı (Süleyman, Molla Mehmet, Sol Hasanlı)
10. Ferhat Uşağı (Alişer Oğulları, Zangolar, Küçük Aliler, Sorpiyanlı Diyap, Kahraman)
11. Bezger Uşağı (Han, Söğütlü, Topuzlar)
12. Maksut Uşağı (Aşitler, Ferhat, Holik, Taş Yüzbek, Laçin, Söylemezler, Han Oğulları)
13. Kalan Uşağı (Keçeli, Bal Uşağı, Pirim, Abbas, Kır Uşağı)
14. Aslan Uşağı (Çolaklar, Kozşucalar, Pulurlu Seyit Aliler, Gedikli Hüseyinler)
15. Laçin Uşağı
16. Kango Uşağı
Bu arada düşünülen hareket için yasal hazırlıklar da yapılmıştır. 14 Haziran 1934 yılında kabule edilen 2510 nolu iskan kanunu ile “ana dili Türkçe olmayanların zorunlu iskana tabi tutularak” diğer nüfus arasında eritilmesi kararlaştırılmıştır. 1935 yılında da Dersim isminin Tunceli olarak değiştirilmesi kararlaştırıldı. Ayrıca aynı kanunun 33. maddesine de bölgedeki vali ve komutana idam hükümlerini infaz etme yetkisi verildi.
Katliamlar ve İdamlar
Yasal hazırlıklar bittikten sonra adım adım harekat başladı. Önce Dersim’in iç kesimlerine girilmesini sağlamak için beton köprüler yapılmaya başlandı. Devlet, harekat için uygun zamanı beklemeye başladı.
Devlet kaynakları Dersim isyanını 26 Nisan 1937 yılında 80-100 kadar eşkiyanın bölgedeki karakola (Sin ve Kahmut) saldırması ile başladığı belirtilmektedir. Fakat bölge kaynakları olayı farklı bir şekilde vermektedir. Onlara göre; “Silah toplamak bahanesi ile Yusufan aşiretine gelen askerler buradaki bir kıza tecavüz etmiş, bunu duyan aşiret reisinin oğlu Fındıkan, askerlere saldırarak bölgeden çıkartmıştır. Ayrıca, Seyit Rıza’nın oğlu Bra İbrahim’in Kurmay Şevket tarafından tuzağa çekilerek öldürülmesi ve Seyit Rıza’nın katilleri istemek için Sin köyünü kuşatması” üzerine isyanın ilk kıvılcımı atılmış olundu. Bu olay, neden Sin karakolunun basıldığını göstermektedir.
Olayların büyümesi üzerine 4 Mayıs 1937 yılında bakanlar kurulu bölgede tenkil harekatına karar verir. 12 Mayıs 1937 yılından itibaren bölgede büyük bir harekat başladı. Devlet, bir daha bölgede böyle bir olayın yaşanmaması için isyana katılsın veya katılmasın her kesi cezalandırıyor, köyleri yakıyordu. Kan gövdeyi götürüyordu. Silahsız masum insanlar katlediliyordu. Sanki kendi vatandaşları değil de düşman bir ülke ve düşman insanlara karşı savaşılıyordu.
Seyit Rıza, büyük bir direniş gösterdi. Bölgeyi iyi bilmeleri onun için bir avantajdı. Bu sırada Erzincan Valisi aracılığıyla kendisine haber gönderildi. Devletin isteklerini kabul ettiğini bu nedenle Erzincan’a gelerek görüşme yapması istendi. Buna kanan Seyit Rıza Erzurum’a gelince yakalandı.
Seyit Rıza’nın alelacele idamını sağlamak için Ankara’dan İhsan Sabri Çağlayangil gönderildi. İhsan Sabri Çağlayangil, tamamen hukuka aykırı bir şekilde alelacele Seyit Rıza ve 11 arkadaşını 18 Kasım 1937 yılında Elazığ’ın Buğday meydanında idam ettirdi.
Seyit Rıza’nın idama giderken söylediği söz tarihe kazınacaktır. “Evlatı Kerbelayık. Yazıktır, Günahtır”
Kaynaklar
1. Hıdır Göktaş, Kürtler, isyan-tenkil, alan yayıncılık.
2. Cemal Kutay, Sohbetler, Haziran 1971
3. İhsan Sabri Çağlayangil, Hatıralar
4. M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi
5. Nuri Dersimi, Dersim Tarihi, Eylem Yayınları
6. Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar
İbrahim Halil ER