Han
Derviş ile Hidayet Nefs atını elde etmenin rahatlığı ile Han’a giden yolu kolaylıkla aştılar. Han, gerçi bir dağın eteğinde kurulmuştu ama burası tüm yolların ve kavşakların buluştuğu bir yerde. Bu nedenle, hanın uğrayanı çok, müşterisi eksik olmazdı…
Han, gerçekten ticari anlamda iyi bir yerde kurulmasının ötesinde yolcuların sığındığı bir limandı. Yolda kalmışların, başı derde girenlerin, aç kalanların, parasını eşkıyaya kaptıranların, yaralıların sığındığı bir mekandı…
Hanı işleten bilge bir zattı… çok yaşamış ve çok gezmiş, neredeyse her şeyi bilen birisiydi. Yolunu kaybedenin, nereye gideceğini bilmeyenin uğrayıp yolunu sorduğu bir kişiydi. Tüm yolları yaşamış, tüm yollardan geçmişti ve yol soran herkese o yolu en ince ayrıntısına kadar tarif ederdi. O yolda nerede uçurum var, nerede su var, nerede vahşi hayvan var hepsini bilirdi. Hatta nerede ve nasıl besleneceğini bile bilirdi.
Hanın sahibi gerçek bir bilgeydi ve insanların akıl danıştığı dağın şeyhiydi… Şeyhul Cebel’di namı… ama siz onu daha çok Marifet ismiyle bileceksiniz…
Yaşını kimse bilmiyordu… insanlar onu çok yaşlı biliyorlardı. Memleketin en yaşlıları bile çocukken onun kucağında masallar dinlediklerini anlatırlardı. Yaşlı olmasına yaşlıydı ama dinçti ve hiç de yaşını göstermiyordu. Sanki bir zamanda ve bir bedende kilitlenmiş gibiydi… onun görevi insanlara bilgi vermek ve yol göstermekti…
Kimi der ki Marifet bu dünya ile yaşıttı… Hatta bazıları der ki dünya yaratıldığında bizzat tanık olmuştu ve onun hangi maddeden nasıl yaratıldığını bile bizzat görmüştü. Bazıları der ki o dünyanın hafızası, arşiviydi… ama kimse gerçeği bilemezdi ve marifet de kendinden öyle kolay kolay bahsetmeyi sevmezdi…
Marifet, han ile insanlara hizmet etmeyi, yola kalmışa yardım etmeyi bir meslek edinmişti. Parası olmayana bile sıcak çorba ve bir yatak verirdi. Buradan insanlar boş çevrilmezdi. Bu nedenle zenginler de buraya hep erzak gönderir yardım ederlerdi. Marifet, bir anlamda zenginden alıp fakire verirdi.
Hatta devlet de onun gayretini sever, onu vergiden muaf eder ve yeri geldiğinde yardım ederdi. Çünkü onun sayesinde bu ıssız yollardaki ticaret aksamadan ve güvenilir bir şekilde akar giderdi… Yani marifetin konukları sadece sıradan yolcular değil, tacirler ve kervanlardı aynı zamanda. Bu yol meşhur ipek yolunun üzerindeydi ve kervanlar durmadan gider gelirdi. Hanın çok büyük bir avlusu vardı. Burada aynı anda binlerce hayvanın barınabileceği ahırlar bulurdu. Aynı zamanda Avlusu bir Pazar yeri gibiydi. Bu pazarda tacirler birbirlerinden mal takas eder, şehirlerin piyasasını konuşur, dışardan mal arayan kişilere de uygun bir fiyata mal satarlardı.
Hanın Pazar yeri çok renkliydi.. her milletten ve her dilden insanlar burada bulunurdu. Kıyafet cümbüşü vardı… Ticaret ve kervanlar insanların hayatlarını idame etmeleri için elzem bir unsurdu. Bu nedenle savaşlarda bile tacirlerin mallarına dokunulmaz, ticaret yolunun güvenliği herşeyden üstün tutulur ve yol güzergahındaki kabileler/şehirler bu yolun güvenliğini gözleri gibi korurlardı. Yolun güvenliği demek, daha çok kervan ve daha çok gelir demekti. Kervan yürürken bir anlamda çil çil altınları da serperek yürürdü. Herkes kervanları korumaya çalışır, tacirlerle dost olmaya çalışırdı. Eşkıyanın kervana zarar vermesi bölge insanı için büyük bir kabus olurdu.
Bununla yetinilmemiş, yılın dört ayında serbest ticaret bölgeleri oluşturulmuş ve her türlü savaş/eşkıyalık haram kabul edilmişti. Çünkü ticaret demek para demekti, para ise güçtü… parası çok olan daha güçlü olurdu… bir ticaret kervanına verilecek zarar en istenmeyen şeydi…
Han’da ise yılın her günü Pazar vardı.. Çünkü burası kervanların konaklama ve buluşma yeriydi. Bu nedenle mal takasında bulunmak isteyenler veya bir şey arayanlar mutlaka buraya uğrardı. Burada her şey satılırdı. Hatta evinizde çöp olarak görüp atmayı düşündüğünüz bir eşyanız bile burada alıcı bulabilirdi.
Derviş hana girdiğinde ilk dikkatini çeken de zaten bu Pazar olmuştu. Tacirler mallarını sergileyip alıcı beklerken kimse çığırtkanlık yapmıyordu ve kimse pazara gelen birisinin kolundan tutup zorla kendi tezgahına yöneltmiyordu. Her tezgahın başındaki tacir son derece rahat ve vakur bir şekilde oturup gelen geçeni süzüyordu veya dostuyla yere sermiş olduğu halının üzerinde mırra adını verdikleri kahvelerini yudumlayıp ticari konuşmalar yapıyor ya da hikayeler anlatıyorlardı. Bazı tacirler de gölgede kıvrılmış uyuyor, değerli mallarına bir şey olmayacağının huzuru içindeydiler.. onlar, zaten alıcı ne yapar eder kendilerini bulur rahatlığı içindeydiler… Kervancıbaşı ise korumaları ve adamları ile etrafı kolaçan ediyor, bir sonraki durak için hazırlık yapıyor, eksiklikleri gideriyordu. Hatta kervana katılmak isteyen bazı kişilerle pazarlık bile yapıyorlardı…
– Bu kervan nereye gider?
– İsfahan’a
– Peki Merv’e nasıl ulaşabilirim?
– İsfahan’dan Merv’e giden kervanlar vardır, istersen bize katıl, İsfahan’dan Merve giden kervana yetişirsin
– Ne kadar ücret
– Kaç kişisiniz? Mallarınız ne kadar? Kaç deve yükü malınız var?
– Üç kişiyiz ve üç devemiz var…
– Adam başı 100 menat olur…
– Çok dedin be usta
– Aslında bu fiyat az, normalde bu fiyata götürmem ama zaten gidiyorum… doğrudan buradan bir kervan organize etseniz bu size 1000 menat’a patlar…
– Hım, bir arkadaşlarla görüşeyim..
– Görüşün ama biz bu sabah yola çıkacağız ona göre…
Bunun gibi konuşmaları ister istemez dinledi Derviş… Hayat akıyordu ve ticari kervanlar damarlardan besin taşıyan alyuvarlar gibiydi… hayat ve besin zinciri kopmamalıydı…
Pazar çok ilginçti.. burda her şey satılıyordu… hatta dostlarınızın bile satıldığını görebilirdiniz… evet bir köle pazarının önünden geçti derviş ve orada satılan eski bir dostunu görüp şaşırdı…
– Aksüt, senin ne işin var burada
Aksüt diye çağırdığı esir onu görünce sevinip yerinden kalktı…
– Ben, borcumu ödeyemediğimden maalesef mahkemece köle olarak satıldım…
– Yapma ya! Sizin orada hala borç köleliği var mı?
– Evet, bizde bu var…
– Peki ne olacak şimdi
– Bilmiyorum…
– Neyse ben bir çaresine bakayım da inşallah fiyatın çok pahalı olmaz…
Derviş, köle satıcısına dönüp
– Nedir bunun fiyatı?
– Bin menat’tır…
– Yapma ya.. çok pahalı
– İyi de o değerli bir köle… Her türlü müziği yapabilen aynı zamanda iyi de yemek pişiren birisi… Hem ev işini yapar hem de seni eğlendirir…
– Şunu biraz indir de alalım…
– Aslında 1000 menattan aşağı satmazdım ama yarın yola çıkacağım alıcıysan 900 menata bırakırım…
– Tamam
Derviş 900 menat parayı köle satıcısına bıraktı ve eski arkadaşını kurtardı. Gerçi pek arkadaş da sayılmazdı onu kazıklamış bir çok parasını zimmetine geçirmişti ama bunlar eskiden kalmıştı. Bu yola girdikten sonra geçmişe sünger çekmişti…
Aksüt, dervişin boynuna ağlayarak sarıldı zincirleri çözülürken.. Derviş, kölelikten beraat yazısını ona verdi ve cebine de 100 menat koyup
– Hadi evine ailenin yanına git ve bir daha da namertte borçlanma…
– Bu bana ders oldu artık
Aksüt, pazardan hızla çıkıp bayırdan aşağı indi… Bir an önce evine ve ailesine kavuşma telaşı vardı… Derviş de bir insanın hayatına dokunmanın mutluluğu ile hanın geniş salonuna girdi. Burası hanın ilk kabul salonuydu. İnsanların oturup sohbet ettiği, yemek yediği, çay, kahve içtiği yerdi… Derviş, Hidayetle birlikte oturacak bir yer aradı. İçerisi doluydu. Tüm masalar dolmuştu. Cam kenarlarında yer döşekleri de serilmiş, bazıları burada oturup yerdeki tepsiden yemek yiyiyor, başka bir köşede ise birkaç kişi yere bağdaş kurmuş nargile fokurdatıyordu. Bir başka grup da ortaya tütünlerini koymuş, sigaralarını sarıp muhabbet ediyorlardı.
Derviş avluya çıkan yola girdi… önlerinde geniş bir avlu vardı. Avlunun ortasında havuz ve havuzun içinde de kuğular vardı. Derviş havuzun kenarındaki masaya yerleşti… birden nereden peydahlandıysa bir çocuk başlarına dikildi…
– Ne istemiştiniz?
Derviş Hidayete baktı,
– Ne yiyelim, bayağı da acıkmışız…
– Buranın eti taze ve güzel olur, bize en iyisi et getirsinler…
– Etin yanında ne yersiniz, güzel şaraplarımız var…
– Hımm, şarap da mı veriliyor… diye şaşkın şaşkın sordu Derviş
– Burada her türlü içeceğe şarap denir diye duruma açıklık getirdi Hidayet… sonra çocuğa, onu sonra düşünürüz sen önce bize biraz et ve yanında salata ile beyran çorbasını getir
– Tamam
İki yol arkadaşı yemeklerini yerken onları bir gözün derin derin süzdüğünü hissettiler..
İbrahim halil er
Devam edecek…
Benzer Yazılar
1 Ekim 2024
1 Ekim 2024
29 Eylül 2024