Selahaddin Eyyubi, İslam dünyasının en karışık ve sıkıntılı bir döneminde doğdu. (1136) Bu dönemde, İslam dünyası korumasız ve başsız kalmıştı. Siyasi birliği parçalanmıştı. Büyük Selçuklu Devleti, Melikşah’ın ölümü üzerine oğulları arasında süren (26 yıllık fetret dönemi) taht kavgaları nedeniyle parçalanmış, Melikşah’ın her bir oğlu, kendi bölgesinde bağımsız olmuş, bu arada sık sık birbirleriyle savaşmaktaydılar. Onlara tabi olan hükümdar, bey ve emirlerde bu durumdan yararlanarak bağımsız olmuşlardı. Neredeyse, her şehir ayrı bir devlete dönüşmüştü. Bütün bu şehirler, kendi aralarında sık sık savaşıyor, sık sık yeni ittifaklar kuruluyor, şehirler sürekli el değiştiriyordu. Emirler, kendi şahsi çıkarlarını öncelediğinden entirikalar, hileler ve savaşlar bitmiyordu. Kendi bölgesinde kısmi bir başarı sağlayan birisi çıksa bile, öldüğünde bu sefer, oğulları ülkeyi bölüşüyor veya uzun sürecek olan savaşlara girişiyorlardı. (Artukoğulları, Böriler) İslam dünyası, tarihinde görülmemiş bir şekilde parçalanmıştı. Abbasi halifelerinin hiçbir siyasi gücü kalmamış, sadece görüntüden ibaret kalmıştı.
Bu arada, Müslümanlar dini açıdan da iki büyük bloka ayrılmışlardı. Sünni İslam dünyasının lideri olan Bağdat Abbasi Halifeliği ile Şii/İsmaililerin lideri olan Mısır/Fatimi Halifeliğiydi. Bu iki devlet arasında hem siyasi ve hem de dini alanda büyük bir hakimiyet kavgası sergilenmekteydi. Şii Fatimi devleti, Sünni Abbasilere karşı Bizans’ın geleneksel müttefiğiydi. Bu iki güç arasındaki kavganın cereyan ettiği yer ise Suriye-Filistin topraklarıydı. Sünni İslam dünyasının silahlı gücü Selçuklular olduğundan Fitimiler, Selçuklular aleyhine olan her türlü oluşumu destekliyordu. Bu nedenle, haçlı seferlerini önceleri kayıtsız bir şekilde izledi. Hatta durumdan yararlanma yoluna bile gitti. Durumun ciddiyetini anladığında artık iş işten geçmişti.
Bütün bu siyasi ve dini sürtüşmeden zarar gören halk olmuştu. Ülkede istikrar olmadığından ekonomik hayat ve tarım durmuştu. Ayrıca, şehirlerin sık sık değişmesi, şehre hakim olan her yeni gücün orada yağma yapması ve halka zulm etmesi de güvensiz bir ortam oluşturmuştu. İlim hayatı da durgunlaşmıştı. Müslümanlar üzerinde genel bir durgunluk vardı. İslam dünyası için yeni bir ümit ışığı taşıyan kişileri de dünyanın ilk teröristleri olan Haşaşiler tarafından süikastler sonucu öldürülüyordu.
…Ve Haçlılar Filistin’de
İslam dünyası kendi iç sorunlarıyla boğuşurken, batıda yeni bir dirilişin hamlesi başlamıştı. Batı dünyası, Roma imparatorluğunun yıkılması üzerine uzun bir süre kendi içinde savaşlar yapmış, feodal beylikler kurmuştu. Nihayet 11. yüzyıla gelindiğinde Papa’nın öncülüğünde hareket etmeye başlamışlardı. Katolik Roma, bütün Avrupa kralları üzerinde nufuza sahipti. Önceleri, İspanya’da Müslüman Endülüs devletine karşı yapılan haçlı seferleri başarılı olunca, Bizans’ın yardım istemesi ve fanatik hristiyanların baskısı üzerine bu tecrübeyi daha ülvi bir gaye için kullanmaya karar verdiler ve haçlı seferlerini, mukaddes toprakların alınması amacıyla düzenlediler. Böylece, Bizans’a yardım edilecek, Mukaddes topraklar (Kudüs) alınacak ve Avrupa’daki artan nüfus istihdam edilecekti.
İslam dünyası, kendi sorunları ile uğraştığından, haçlı seferlerin nasıl bir fikrin mahsulu olduğunu anlayamadılar. Onun, sistemli, planlı ve programlı bir hareket olduğunu göremediler. Onlar, Bizans’ın Malazgirt savaşı yenilgisini telafi etmek için batıdan paralı askerler temin ettiğini düşünüyorlardı. İslam dünyasına yaklaşan haçlılar, bölgede kendilerine karşı birleşik bir gücün oluşmasını engellemek amacıyla bölgedeki emirlere gönderdikleri yazılarda; “hareketlerinin kendilerine karşı olmadığını, Bizans’a ait olup da elden çıkan yerleri geri almak istediklerini” belirtmişlerdir. Hatta bu tavırların etkisiyle Mısır Fatimi devleti, Antakya’yı kuşatan Haçlılarla anlaşmak amacıyla bir elçi bile gönderdi. Fatimiler, haçlıların Suriye’nin kuzeyini (Bizans ve Selçuklulara ait olan yerler) almasının kendilerini Selçuklu saldırılarından koruyacağını düşünüyorlardı. Fatimiler, haçlıların ne amaçladığını Kudüs’ün elden çıkması üzerine (Kudüs Fatimilerin elindeydi) anladılar. Fakat taht kavgaları ve Vezirler arasındaki iktidar mücadelesi Fatimilerin gücünü zayıflatmıştı. O da yıkılma sürecine giriyordu. Halbuki, İslam dünyasının Akdeniz kıyısındaki tek güçlü donanması Fatimi’lerin elindeydi. Bu güç, haçlıları ikiyüzyıl besleyecek olan lojistik desteği kesebilirdi. Fakat, bu devletteki yıkılma süreci haçlıların ömrünü uzattı.
Haçlıların bölgeyi ele geçirmeleri ve aldıkları yerlerde büyük katliamlar yapmaları üzerine bölge halkının Bağdat’ta yaptıkları protestolar bile zayıf yankılar buldu. Dımaşk kadısı Ebu Said el-Herevi başkanlığında bir heyet Abbasi Halifesi’nden ve Selçuklu Sultanı Berkyaruk’tan yardım istemek için Bağdad’a gitti. Heyet, Bağdatta kendilerinyle kimsenin ilgilenmemesi üzerine halkın dikkatini olaya yönlendirmek için bir gösteri yaptılar. Heyette bulunanlar saçlarını kestiler ve ağlıyarak yardım istediler. Dımaşk kadısı Divan’da yaptığı konuşma ile dinleyicileri ağlattı. Dımaşk kadısı Halife ve Sultan’dan gerekli ilgiyi görmeyince şu beyti okumuştur:
“Harp ateşi tutuştuğu zaman insanın en kötü silahı gözyaşı dökmektir. Ey Müslümanlar! Arkanızda öyle olaylar oluyor ki, başı ayak yapıyor. Bütün uyuyanları uyandıran olaylar olurken insan nasıl rahat uyur? Şam’daki kardeşleriniz, kılıçlara ve sırtlanlara yem oluyorlar. Rumlar (Haçlılar) onlara her türlü kötülüğü reva görürken, siz bir şey yokmuş gibi rahat duruyorsunuz.”
Selçukların güya haçlılara karşı savaşmak amacıyla gönderdiği kuvvetler de haçlılardan çok bölgedeki emirlerle savaşmayı tercih ediyordu. Büyük bir olasılıkla Selçuklular, fırsattan yararlanarak bölgeyi kontrolleri altına almayı hesaplamışlardı. Bu niyette, bölgedeki hükümdarların Selçuklu ordusuna karşı güvensizlik duyması ve desteklememelerine neden oluyordu. Bundan dolayı bölgeye gönderilen her ordu haçlılarla ciddi bir savaşa girmeden eriyip yok oluyordu. Yani, İslam dünyası nasıl bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu uzun bir süre anlayamadı. Haçlılarla direk temasta olanların dışında hiç kimse bu olayı kendilerine dert edinmedi. Bağdat’da Selçuklu tahtı için ölümüne bir iktidar savaşı yapılıyordu. Abbasi halifesinin cılız sesine kimsenin kulak astığı yoktu. Haçlılarla direk temasta olan Şam, Halep, Güneydoğu Anadolu bölgesi bile olayın hala farkında değildi. Fırsat buldukça birbirleriyle savaşıyor, kaleler ve şehirler sürekli el değiştiriyordu. Hatta, haçlıların Kudüs’e yerleşmesi buradaki iktidar kavgasında bir denge unsuru olmuştu. Müslüman emirler, birbirleriyle yaptıkları savaşlarda, haçlılarla ittifak kuruyor, bunun karşılığında ya para veya kalelerini veriyorlardı.
Haçlılar, Filistin bölgesine yerleştikten sonra, bu Müslüman denizinde yaşamalarının tek yolunun, Müslümanlar arasındaki ihtilafı körüklemek ve onları birbirlerine karşı kırdırmadan geçtiğini anladılar. Hiçbir güç bir diğerinin üstüne çıkmamalıydı. İslam dünyasının bölünmüşlüğü 1096 yılından 1270 yılına kadar haçlıların bölgede kalmasını sağlamıştır.
11 ve 12. yüzyıl İslam dünyası günümüz dünyasına oldukça benzemekteydi. Kudüs ve Filistin bölgesinde Haçlı devleti kurulmuştu. Avrupa’dan ve özellikle Fransa’dan gelen yardımlarla güçlenmekteydi. Müslümanların en ufak bir saldırısı karşısında ya yeni bir haçlı seferi düzenleniyor veya zaten Akdeniz’de bulunan İtalyan şehir devletlerine ait donanmalarca yardım görüyorlardı. Ayrıca, Avrupa’da kısa yoldan sevap kazanmak veya yeni bölgelerde talihini denemek amacıyla sürekli bir nüfus ve savaşçı akınıyla beslenmekteydi. Kudüs haçlı krallığı yerine İsrail devetini, Papa/Fransız devleti yerine ABD ve Avrupayı, Müslüman emirler yerine de bugünkü irili ufaklı bir çok devletçikleri koyabilirsiniz.
Selahaddin Eyyubi Tarih Sahnesine Çıkıyor
Azerbeycan’ın Duvin şehri civarındaki Hezbaniye aşiretinin Ravadiye Kabilesinin Kürt reisi Şadi b. Mervan’ın iki oğlu vardı. Bunlar Necmeddin Eyyubi ve Esedüddin Şirkuh’du. Bu iki İslam kahramanı, İslam dünyasının haçlılardan temizlenmesi için ilerde büyük mücadeleler yapacaklardır. Şadi ve ardından oğlu Eyyub, Selçuklular tarafından Tekrit’e vali olarak atandı. Daha sonra Necmeddin ve Şirkuh, diğer bir İslam kahramanı olan İmadeddin ve onun oğlu Nureddin Zengi’nin hizmetine girerek, haçlılara karşı savaştılar. Zengiler, Selahaddin Eyyubi’nin önünü açan ve Selahaddin öncesi ortamı hazırlayan kişilerdir. Bazı tarihçiler, Selahaddin Eyyubi’nin Nureddin’in hedeflerini gerçekleştirdiğini söylerler. Şu bir gerçektir ki Nureddin Zengi olmasaydı bir Selahaddin olmayacaktı. Fakat eğer bir Selahaddin olmasaydı da Nureddin’in hedefi gerçekleşemeyecekti. O, İslam dünyasını haçlılardan temizlemeyi ve Kudüs’ü almayı hedeflemişti.
1136/37 yılında Tekrit’te Necmeddin Eyyub’un bir oğlu oldu. Adını Selahaddin koydu. Genç Selahaddin, savaştan çok ilme meraklıydı. Bu arada, ilim meclisindeki arkadaşlarıyla İslam dünyasının içinde bulunduğu sorunları tartışıyor, kendilerine göre çözüm önerileri getiriyorlardı. Bu arada Nureddin Zengi, Selahaddin’deki komuta yeteneğini gördüğünden onu, Mısır Fatimi Halifeliği’nin yardım çağrısı için görevlendirmek istiyordu. Fakat Selahaddin Eyyubi, savaşa değil ilme kendini vermek istiyordu. Nureddin Zengi’nin kendinisi komutan tayın etmesini red etmesi üzerine babası ona; “İslam alemi cayır cayır yanarken bu tartışmalar neyin nesi? Dünyaya bu odadan nizam verdiğinizi, İslam alemine intizam verdiğinizi mi sanıyorsunuz.?” “Sen kendini ilimde yentenekli sanırsın, ama tut birde bana sor. Derim ki, ender rastlanan bir komutanın özelliklerini taşıyorsun. Kendini baban kadar iyi tanıdığın an bu meseleyi bir daha konuşuruz. Artık arkadaşlarının yanına dönebilirsin. Bakalım bu gece İslam diyarının neresini kurtaracaksınız?” Bu söz Selahaddin’i etkiledi ve verilen görevi kabul etti.
Mısır, İslam dünyası için çok önemli bir yerdi. Haçlılar da bunun farkındaydılar. Eğer Mısır, haçlıların eline geçerse hem zengin bir bölgeyi ele geçirmiş ve hemde İslam dünyasının yegane deniz gücünü etkisiz hale getirmiş olacaklardı. Ayrıca, Mısır eğer Nureddin’in eline geçerse Haçılalar Suriye ve Mısır arasında sıkışıp kalacaklar, bu durumda da Müslümanlara karşı uzun süre dayanamazlar. Bu amaçla, Mısır’a saldırdılar. Fakat Fatimilerin Nureddin’den yardım istemesi ve Nureddin’in Şirkuh ile Selahaddin komutasında bir ordu göndermesi üzerine haçlılar bölgeden çıkarıldılar.
Şirkuh, Fatimi veziri oldu. İki ay sonra ölünce Selahaddin amcasının yerine vezir oldu. Daha sonra Mısır’da Fatimi devletine son vererek Eyyubi devletini kurdu. Mısır’a Sünni akidesini tekrar egemen kıldı. Artık İslam dünyasının iki önemli bölgesi Mısır ve Suriye birleşmiş, Haçlılar kıskaca alınmıştı. Bu sırada Nureddin Zengi’nin vefat etmesi üzerine İslam dünyasının en güçlü şahsiyeti Selahaddin Eyyubi oldu. O, Suriye bölgesini de hakimiyetine alarak İslam birliğini gerçekleştirdi. Bu İslam birliğini sağladıktan sonra haçlıların üzerine yürüdü. Yapılan uzun savaşlar sonucunda haçlılara son darbeyi Hıttin savaşıyla vurdu. 4 Temmuz 1187 yılında Hıttin savaşıyla haçlılar kesin bir yenilgiye uğradı Kudüs Müslümanların eline geçti.
Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü alarak İslam dünyasının haysiyetini kurtarmıştı. İslam dünyasının ta kalbine kadar yuva yapan ve hatta Mekke’ye bile yağma seferleri düzenleyen bu vahşi barbar sürülerini yenerek bölgeye istikrar getirdi. Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü alınca haçlılara iyi davrandı. o hiç kimseyi öldürmediği gibi, esir düşenlerin fidyelerini kendisi ödeyerek affetti. O, şerefli bir insanın zaferini nasıl kutlayacağını bütün dünyaya göstermiş oldu. Halbuki Haçlılar 14 Temmuz 1099 yılında Kudüs’a alınca şehirde buldukları bütün herkesi kadın, çocuk, yaşlı demeden ve hatta Yahudileri de öldürmeleri de öldürmüşlerdi. Haçlıların Komutanı ve Kudüs haçlı krallığının ilk kralı Godefroy de Bouillon, Haçlı Seferlerini düzenleyen Papa ll.Urban’a gönderdiği mektupta: “Kudüste bulduğumuz düşmanlara ne yapıldığnı öğrenmek isterseniz, malumunuz olsun ki: Süleyman Ma’beni’nin kapısı önünde ve Ma’bed’in içinde bizimkilerin atları dizlerine kadar Müslüman kanlarına basarak yürüyorlardı. Haçlıların yaptığı katliam o kadar korkunç oldu ki. Haçlı ordusunda bulunan tarihçiler bile bu katliam karşısında duydukları dehşeti ifade etmişlerdir. Örneğin tarihçi Raimundus Aguilers, işgalden bir gün sonra Harem-i Şerif mahallesine giderken her tarafı kaplayan cesetlerin arasından ve dizlerine kadar çıkan kan birikintilerinin içinden geçmek zorunda kaldığını söyler. Foucher de Chartres diyor ki: “Adam öldürmekten bıkan haçlılarımız, evlere yayılmaya başladılar. Ellerine geçen herşeyi aldılar. Bir eve ilkönce hangisi girerse, bulduğu şeylerle beraber eve de sahip oluyordu. Kanun olarak tatbik edilmek üzere bu durum daha başlangıçtan kararlaştırılmıştı.” Haçlıların yaptıkları ve Selahaddin Eyyubi’nin yaptıkları. İşte Batı ile İslam’ın farkı. Onlar, aynı senaryo’yu Endülüs’te, İzmir’de, Felluce’de, Afganistan’da ve hatta Kızıldereli Amerikasında da uyguladılar. Onların medeniyetinin temelinde mezlumların kanı var.
Kudüs’ün alınması, Avrupa’da büyük heyecan uyandırdı. Hemen İngiltere, Fransa ve Almanya krallarının öncülüğünde lll. Haçlı seferi düzenlendi. Selahaddin Eyyubi, Haçlılara karşı uzun ve yorucu bir savaş verdi. Bu savaştaki başarı yine onun şahsi karizması, azmi, imanı ve cesareti sayesinde Müslümanlar kazandı. Avrupa’nın şımarık çocuğu Arslan Yürekli Rişard, Selahaddin karşısında Serçe Yürekli Rişard’a dönüşmüştü.
Selahaddin Eyyubi ölüm döşeğindeyken kefeninden bir parçayı tellal aracılığıyla halk arasında dolaştırdı. Tellal; “Eeey İslam milleti!… Ey Ümmet-i Muhammed!… işte Sultan Selahaddin, bu kadar mevkilere gelip şan ve şerefe nail olmuşken, dünyadan şu kefenle gidiyor. Bakın ibret alın.” Dedi. 4 Mart 1193 yılında Dımaşk’de öldü. Ölüm döşeğindeyken bile tebliğ etmekten geri durmuyordu. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz. Selahaddin Eyyubi’nin hayattaki en büyük iki arzusu vardı. Biri Kudüs’ü almaktı. Onu gerçekleştirdi. Diğeri Müslümanlar arasında birliği sağlamaktı. Onu gerçekleştiremedi. Uzun süren savaşlar onu sağlığın bozdu ve 57 yaşında vefat etti.
Selahaddin Eyyubi’nin kurmuş olduğu devlet, Zengilerin bir devamı olduğu gibi, daha sonra Mısır’da kurulmuş olan Memlükler de Eyyubilerin devamı olmuştur. Onun kurduğu Eyyubi devleti, yıkılıncaya kadar Haçlılarla savaştı. Hatta daha sonra Eyyubilerin yerine kurulun Memlükler bile yıkılıncaya kadar haçlılarla savaşmaya devam ve Daha sonra Moğolların istilasına karşı da İslam dünyasını savundu. Onun sağlam temeller üzerine kurduğu bu devlet olmasaydı, Moğollar mukaddes toprakları da ele geçirmiş olacak ve İslam dünyası doğudan Moğol, batıdan Haçlı saldırısıyla kıskaca alınmış olacaktı.
Haçlılar, kendileri için asıl tehlikenin Mısır olduğunu anlamış, Mısır ile Suriye’nin birleşmesinin yıkım olacağını görmüş, iki gücün birleşmemesi için ellerinden geleni yapmış, fakat başarılı olamamışlardı. İngiltere kralı Arslan Yürekli Rişard’ın haçlılara işaret ettiği en önemli strateji, Filistin’in savunması için Mısır’ın elde tutulması fikriydi. Bu fikri daha sonra 1881 yılında torunları tarafından Mısır’ın alınması ile sağlandı. Gerçekten de Mısır’ın Avrupalıların eline geçmesi üzerine Filistin’de onların eline geçmiş oldu.
İslam dünyası bir bütündür. Bir yere yapılan saldırı, peşinden diğer bölgeleri de açık hale getireceği gibi, saldırı orada durmayıp bütün bölgelere yayılacaktır. Geçmişte, haçlılar Kudüs’e gelinceye kadar nasıl ki niyetlerini sakladılarsa, günümüzdeki onların torunları da aynı şekilde davranmaktadırlar. Selahaddin Eyyubi’nin başarısının arkasındaki en önemli faktör, İslam dünyasını oluşturan çeşitli etnik kökendeki insanları bir inanç ve hedef etrafında birleştirmesiydi. O bir Kürt’tü. Askerleri Oğuzlardan (Türkler’den) oluşuyordu. Yönettiği ve destek aldığı halk kitlesi de Arap’tı. Yani İslam toplumunun üç önemli unsurunu bir arada toplayarak başarıya ulaştı. Maalesef günümüzde bu üç unsur, birbirleriyle savaşmakta ve düşman safında durmaktadırlar. Selahaddin Eyyubi, bu üç unsur tarafından da kendi soydaşı olarak kabul edilmektedir. Bu doğrudur. Çünkü o bir Kürt, Türk ve Araptır. O, bütün İslam dünyasının kendisini onda gördüğü birliğin simgesidir. Bilindiği gibi, milliyetçilik dalgası o dönemlerde yoktu. Batıda doğuda din birliği etrafında insanlar toplanmaktaydılar. Bugün de Kudüs Müslümanların elinde değil. İslam dünyası yeni Selahaddin Eyyubileri beklemekdir.
İbrahim Halil ER
Bugün 2 Ekim 1187 tarihinde Selahaddin Eyyubi tarafından Kudüs Haçlılardan alındı.
11 Aralık 1917’de İngiliz General Edmund Allenby, Yafa Kapısı’ndan muzaffer bir edayla Kudüs’e girerek kenti işgal etti. Bu tarihi gelişme üzerine Allenby’nin “Haçlı Savaşları’nın artık nihayete erdiğini” söylediği rivayet edilir. Allenby’nin bu ifadesi bizlere, İngilizlerin Kudüs’e girişinin, Haçlı Savaşları’nın devamı niteliğinde ve bu süreci “başarılı” bir biçimde neticelendiren bir adım olduğunu hatırlatıyor. Allenby’nin sözlerinin, İngilizlerin Filistin’deki modern sömürge projesi ile 11. yüzyıl ile 14. yüzyıl arasında yaşanan Haçlı Savaşları arasında, kritik önem taşıyan, epistemik bir bağlantı ortaya koyduğu açık.
Kudüs’ün fethinden sonra, İstihbarat Bakanlığı, “Yeni Haçlılar: Filistin Cephesinde İngiliz Güçleri” başlıklı bir belgesel hazırlayarak, bu yeni sömürgecilik macerasını belirgin dini terimlerle telaffuz etmiş oldu. Dönemin İngiltere Başbakanı David Lloyd George, Kudüs’ün ele geçirilmesini “İngiliz halkına verilmiş bir Noel hediyesi” olarak nitelendirdi. Zira Allenby’ye şehri, Noel tatilinden önce almasını tavsiye etmişti.
Allenby’nin Haçlılara yaptığı atıf, o dönemde İngiltere’de yayımlanan gazete ve kitaplardan da anlaşılacağı üzere, münferit bir örnek olarak kalmadı. Örneğin, Punch dergisinin 19 Aralık 1917 tarihli sayısında, “Son Haçlı Seferi” başlığıyla yayınlanan illüstrasyonda “Aslan Yürekli Richard, yukarıdan Kudüs’e doğru bakıp memnuniyetle başını sallayarak ‘Hayalim gerçek oldu!’ diyordu.”
Şam’a giren Fransız komutan Henri Gouraud’nun Selahaddin Eyyubi’nin mezarını tekmeleyerek, “Haçlı Seferleri şimdi sona erdi! Uyan, Selahaddin, geri geldik! Burada bulunmam, Haç’ın Hilal karşısındaki zaferini kutsuyor!” demiştir.