Kürtlerin Yunus Emresi
Derlerki kuşlarla iki kişi konuşurdu, biri Hz. Süleyman diğeri Faki Teyran
Faki Teyran, Kürtler arasında çok meşhur olan bir ozan, tasavvuf şairi ve derviştir. Şiirleri ve ilahileri oldukça yaygındır. Kuşlarla konuştuğu ve diyar diyar gezdiği için kendisine Faki Teyran (faqi) (Fakiyi Gerok-gezgin faki-öğrenci) denilmiştir. Faki, Kürt medreselerindeki öğrencilere verilen isimdir. Bu nedenle kendisinin aynı zamanda aydın ve okumuş bir kişi olduğunu da anlıyoruz.
Asıl adı Muhammed (Mîr Mihê) olup Fakī-yi (Fekiyê) Teyrân (kuşların talebesi) diye anılır. Babasının adı Abdullah’tır. Hakkari’nin Müküs beylerinden olup aslında bir asilzadedir. Fakat hayatını ilme, şiire ve dervişliğe vermiştir. Rivayete göre kuşların dilini öğrenip Zümrüdü Ankayı aramıştır. Aslında bu arayış bir içsel yolculuktur. Bu yolculuk sonucu vuslata ermiş, belki de ey dilberi şiirinde de değindiği gibi vuslatına erememiş ve yaşlı bir aşık olarak dilberine dert yanmıştır.
Elî Herîrî ve Molla Cezerî’den sonra Fakī-yi Teyrân hakkında kısaca bilgi veren Bâyezîdî, Hakkâri vilâyetine bağlı Müküs (Miks) kasabasından olduğunu, 702 (1303) yılında doğduğunu, Hikâyetâ Şeyh-i San’ân, Kısseyâ Bersîs, Kavlê Hespê Reş gibi manzum eserler telif ettiğini, güçlü mülemma‘ ve zengîn şiirler yazdığını, şiirlerinde “Mim-He” mahlasını kullandığını ve yetmiş beş yıllık bir ömürden sonra 777’de (1375) ölüp Müküs’te (şu anda Van’ın Bahçesaray ilçesine bağlıdır) defnedildiğini yazar. (Doğum ve ölüm tarihleri tartışmalıdır. Mezarının üzerindeki kitabede 1561-1644 olarak geçmektedir.) Fakat Faqi Teyran’ın bunun dışında da mezarı olduğu iddia edilen başka mezarları ve türbeleri de vardır.
Feqiyê Teyran, şiirlerinde Kürt edebiyatından, hadis ve tasavvuf’tan bahseder. O iyi bir eğitim almıştır. Mısk’te, Hizan’da, Cizre ve Fınık’da eğitim almıştır. Bir çok yeri gezdiği için kendisine “Gezgin Feqi” deniliyordu. Feqiyê Teyran bütün hayatını okuma, yazma ve araştırmalarla geçirmiş. Yazdığı bir çok eser bu günlere ulaşamamıştır.
Denilebilir ki Feqiyê Teyran kadar eser veren de yoktur, onun kadar eserleri kayıp olan da yoktur.
Fakī-yi Teyrân tasavvufî konu ve mazmunlara olan derin hâkimiyeti, sade dili ve üslûbuyla konuşma dilini tercih etmesi ve folklor unsurlarını ustaca kullanmasıyla dikkat çeker. Âlim ve bilge kişiliğini yansıttığı şiirlerinde ilâhî aşk, mârifet ve hikmet, vahdet-i vücûd, kadın güzelliği, tabiat tasviri gibi konuları ustalıkla işler. Gazel ve kasideleri yanında bazı tarihî hikâyeleri de manzum olarak kaleme almıştır. Şiirlerini aruzla yazmış, uzun destan ve aşk hikâyelerinde beyit yerine dörtlükleri tercih etmiştir. Eserlerini Kürtçe’nin Kurmançi lehçesiyle kaleme almış, bugün bile kolayca anlaşılabilecek sade üslûbu, ses ve kafiye uyumundaki başarısı şiirlerinin ezberlenmesi ve bestelenmesini kolaylaştırmış, geniş halk kesimleri arasında büyük rağbet görerek bugüne kadar gelmesini sağlamıştır. Fakī-yi Teyrân, klasik şiirin adı geçen üstatlarından farklı olarak tasavvuf kavram ve mazmunlarını halk diliyle ifade etmesi bakımından Kürt tasavvufî halk edebiyatının da ilk temsilcisi sayılır.
Kürt tasavvufi halk edebiyatının ilk temsilcisi olan Feqiyê Teyran’ın şiirlerinde yer alan Vahdet-i Vücud anlayışını kimi şiirlerinde günlük, yaşanan aşk ile birlikte görürüz.
Lew işq û mehebbet ismek in
Aşiq û me’şûq cismek in
Herdu di hev da qismek in
Şêxek di vê me’nê de tê.
Çünkü bir isimdir aşk ve muhabbet
Tek bir bedendir Aşık ve maşuk
Her ikisi iç içe bir parçadır
Bir şeyh bilir sadece anlamını.
Feqiyê Teyran üzerine anlatılan öyküleri baz aldığımızda halkın onu çok sevdiği ve benimsediği görülmektedir. Halk arasında şiirlerinin yaygın bir şekilde kullanımından anlaşılıyor ki, halk onu kimi zaman bir evliya kimi zaman da bir derviş olarak görmektedir. Halkın gözünde o kuşların dilini bilen ermiş bir aydındır. Müküs’de hangi köye giderseniz Feqiyê Teyran hakkında anlatılan bir hikaye vardır. Aynı hikayeleri Bitlis’te de görebilirsiniz.
Feqiyê Teyran hakkında düşülen önemli yanlışlardan biri de onun Melayê Cizîrî’nin öğrencisi olduğu yönündeki kanaattir.
Ama onun Feqe û Mele adlı şiirini incelediğimizde aralarında hoca – talebe ilişkisi olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Karşılıklı söyledikleri şiirin genel muhtevası ve son iki bentte her birinin kendisini diğerinin “senâhânı / medheden, alkışlayan, öveni” olarak anması, aralarında hoca-talebe ilişkisini aşan bir denklik ve dostluk bulunduğunu gösterir.
Feqiyê Teyran ve Melayê Cizîrî’nin şiirleri arasında hem öz hem biçim açısından çok ciddi farklar olması da onların hoca ya da talebe olamayacağına dair kanıtlardandır.
Konunun daha iyi anlaşılması açısından şiirin son iki kıtasını sizlere sunuyorum.
Feqe: (Feqiyê Teyran)
Birîndarê ‘işqê me,
Dur im ji siha bihan
Dizanim medahê kê me, di hezar û yek û sihan
Senaxanê Melê me, li hemû erd û cihan.
Ben aşkın yaralısıyım,
uzaktayım ayvaların gölgesinden
Bilirim kimin meddahıyım 1031de
Yeryüzünde Mela’yı methedenim (alkışlayanım, övenim).
Mele: ( Melayê Cizîrî)
Hindî ku digazihim,
Dikêşim sebr û hîrê
Şubhetê çeng û zih im, hilak ji derba tîrê
Senaxanê Feqeh im, îroke di Cizîrê.
Dertliyim,
Şaşkınım, sabretmekteyim
Ok darbesinden çengin teli gibi titremekteyim
Bugün ben Cizre’de “Feqi”yi övmekteyim.
Yukarıdaki şiirde de görüldüğü gibi birbirlerine karşılıklı sevgilerini dile getiren iki dostun tavrı ve samimiyetiyle karşılaşmaktayız. Bu şiir yazma tarzı Müşaare (Iki şairin karşılıklı şiir söylemesi) olarak adlandırılır. 15 ve 16. yüzyıllarda Botan bölgesinde ortaya çıkan bu tarz 18. yüzyılda Behdinan başta olmak üzere bütün Kürdistan’a yayılmıştır. Feqiye Teyran ve Melayê Cizîrî, Melayê Cizîrî ve Mîr Îmadedîn, Mela Mensûrê Girgaşî ve Melayê Bateyî arasındaki müşaareler en bilinenleridir.
Eserleri.
1. Dîwânâ Feqiyê Teyran. Teyrân şiirlerini bir divanda toplamamış, “Şeyh San‘ân”, “Bersîsê Âbid”, “Zembîlfiroş” ve “Beyta Dimdim” gibi uzun manzumelerine de yer vermiştir. Divan, Kürtçe yazma metnin tıpkıbasımı, Latinize şekli ve Türkçe tercümesiyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı tarafından neşredilmiştir.
2. Şeyhê San‘ân. Fakī-yi Teyrân, bu hikâyeyi son iki kıtasında belirttiğine göre 1030 (1621) yılında 362 dörtlük içinde manzum hale getirmiştir. Hikâyeye göre, bir hıristiyan kızına âşık olan yaşlı bir âlim ve mutasavvıf aşkı uğruna talebe ve müridlerini terkedip kızın ardı sıra onun memleketine gider, kendisine yakınlaşmak için Hıristiyanlığı benimseyip haç takar, kızın babasına domuz çobanlığı yapar. Durumu öğrenen talebeleri yanına giderek onu caydırmaya çalışsalar da önce vazgeçmez. Ancak ısrarları üzerine ihtida ederek memleketine döner, kız da onu izleyip müslüman olur ve nihayet birlikte ölürler.
3. Bersîsê Âbid. Daha önce birçok tefsir, tarih ve edebiyat kitabında yer alan bu kıssayı Fakī-yi Teyrân 211 dörtlükte manzum hale getirmiştir. İsrâiloğulları zamanında veya Fetret devrinde bir rahip yahut âbid olduğu söylenen Bersîsâ rivayete göre yetmiş yıl ibadet eden, duasıyla hastaların hemen şifa bulduğu bir kişiydi. Onu yoldan çıkarmaya çalışan şeytan, insan kılığına girerek hükümdarın hasta olan güzel kızının Bersîsâ’ya götürülmesini ve iyileşinceye kadar onun yanında bırakılmasını sağlar. Ardından da ilişkiye girmelerine ve Bersîsâ’nın kadını öldürmesine sebep olur. Bersîsâ yakalanıp idam edileceği sırada onun yanına giderek gerçek kimliğini açıklar ve, “Seni ben yoldan çıkardım, bana secde edersen seni kurtarırım” der, o da başını eğerek buna karşılık verir. Bunun üzerine şeytan kendisinden berî olduğunu söyler ve Bersîsâ idam edilir. Tefsir kitaplarında bu kıssaya Benî Nadîr yahudileriyle münafıklar hakkında nâzil olduğu belirtilen şu âyet dolayısıyla yer verilir: “Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir; şeytan insana, ‘İnkâr et’ der, o da inkâr edince, ‘Şüphesiz ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım’ der”. İbn Abbas’tan nakledildiğine göre münafıklar yahudileri kışkırtıp yardım vaadiyle Hz. Peygamber’e karşı direnmeye sevketmiş, daha sonra yahudilerin yenilip Medine’den sürülmeleri üzerine şeytanın Bersîsâ’ya yaptığı gibi onlardan yüz çevirmiştir.
4. Beyta Dimdim (Dimdim hikâyesi; Şerê Dimdim [Dimdim savaşı]). Kuzeybatı İran’da Urmiye-Mehâbâd yoluna birkaç kilometre mesafede, Bârândûz nehriyle Urmiye gölü arasında bulunan Dimdim Kalesi’ne Safevî Şahı I. Abbas zamanında yapılan hücuma karşı (1017/1608) Kürt Emîri Han Zülkifl Zehebî’nin destansı savunmasıyla ilgili hikâyenin altmış yedi dörtlükten oluşan nazma çekilmiş şeklidir.
5. Zembîlfiroşt (Sepet Satıcısı). Altmış beş dörtlükten ibaret bu manzum hikâye babasının sarayını terkeden, zâhidâne bir hayat yaşamayı tercih ederek zincir satımıyla geçinen bir Kürt gencinin ona âşık olan güzel bir kadının aşkına cevap vermemesini ve kadının ısrarlı davetine direnmesini konu edinir.
Bu destanın ilk iki kıtası şöyledir.
Ey dil were disa bi coş
Carek ji cama mey binoş
Bêjim qisa Zembîlfiroş
Da seh bikin hîkayetê
Ey gönül yine coşkuyla gel
Bir kez iç şarap kadehinden
Söz edelim sepet satanın hikâyesinden
Ki dinleyesiniz bu hikâyeyi.
Zembîlfiroş lawek rewal bû
Bi kulfet û ehlî ‘eyal bû
Husneka Ûsif li bal bû
Heqq e rezzaqê qismetê.
Zembilfıroş genç bir delikanlıydı
Evli, barklı, çocukluydu
Yusuf’un gülyüzü onda vardı
Kısmetini veren Haktı.
6. Abdürrakīb Yûsuf, Sîsebân vadisinde ashabın kâfirler karşısında mağlûp duruma düşmüşken Hz. Ali sayesinde üstünlük sağladığı savaşı anlatan ve Şeyh Hâlid-i Zebârî’ye nisbet edilerek yayımlanan Sîsebân Hikâyesi’nin de Dimdim hikâyesiyle olan benzerliğinden hareketle Fakī-yi Teyrân tarafından yazılmış olabileceğini belirtir.
(Occo Mahabad, İslam Ansiklopedisi, Şerefname, Divan,
EY DİLBERİ
Sen hem gülsün, hem reyhansın
Sen hem dertsin, hem dermansın
Hem hekimsin, hem lokman
İçim viran oldu, malım harap…
Li baxê min bû zivistan
Hey dîlberê dem gulîstan
Çilmisî gul bax û bîstan
Wêran ez im malê’m xirab
Ey dilber, Bağım kışa döndü
gülistan zamanında
Soldu gül bağ ve bostan
Viran olmuşum evim yıkık
Hey dîlberê qet menale
Feqiyê tayran êdî kal e
Nexweşekî pir bê hal e
Ey Dilber, sen inleme
Feqiyê Teyran artık ihtiyardır
Çok halsiz ve çok hastadır
Tu him gul î him rihan î
Tu him derd î him derman î
Him hekîm î him loqman î
Wêran ez im malê’m xirab
Sen hem gülsün hem reyhansın
Sen hem dertsin hem dermansın
Hem hekimsin hem Lokmansın
Viran olmuşum, evim yıkık
Hey dîlberê qet menale
Feqiyê tayran êdî kal e
Nexweşekî pir bê hal e
Ey Dilber, sen inleme
Feqiyê Teyran artık ihtiyardır
Çok halsiz ve çok hastadır
Hey dilberê de tu zanî
Kulîlik vebûn çiya û banî
Bilbil pirs kir Feqî kanî?
Wêran ez im malê’m xirab
Ey Dilber sen bilirsin
Çiçekler açtı dağlarda, yukarılarda
Bülbül sordu, “Feqî nerede?”
Viran olmuşum, evim yıkık
Hey dîlberê qet menale
Feqiyê Teyran êdî kal e
Nexweşekî pir bê hal e
Ey dilber,sen inleme
Feqiyê Teyran artık ihtiyardır
Çok halsiz ve çok hastadır
Suphan ji navê tera tenê
Xalek ji xala gerdenê
Te ez dîn kirim berdam dinê
Wêran ez im malê’m xirab
Süphan yalnız senin adındır
Bir benin var, gerdanında
Beni delirttin, dünyaya saldın
Viran olmuşum, evim yıkık
Hey Dîlberê qet menale
Feqiyê Teyran êdî kal e
Nexweşekî pir bê hal e
Ey dilber, sen inleme
Feqiyê Teyran artık ihtiyardır
Çok halsiz ve çok hastadır
Gotin : Feqiyê Teyran
İBRAHİM HALİL ER
Allah razı olsun hocam. Zembili zincir diye çevirmişsiniz. Sepet, küfe değil mi?
Ibrahim Halil Er
Hamit Ertürk aslında ben de öyle biliyordum ama yararlandığım kaynak öyle yazınca acaba başka anlamı mı var diye düşündüm…
Hamit Ertürk
Birkaç lügate baktım zincir anlamı geçmiyor. Kaynakta hatalı olabilir
Ibrahim Halil Er
Hamit Ertürk düzelttim. teşekkürler
Hamit Ertürk
Rica ederim hocam.
Abdullah Yiğit
hey dilbere çok sevdigim dinlediğim bir şarkı. özelikle fegiye teyran ile ilgili yazdığınız yazı içinde çok teşekkür ederim Allah razı olsun. Elinize yüreğinize sağlık.