Lloyd George’un başbakanlığındaki Britanyalı savaş kabinesinde dışişleri bakanı olan Arthur Balfour’un girişimiyle başlatılan ve sonuçta Filistin’de bir Yahudi devletinin -İsrail- kurulmasıyla sonuçlanan girişimdir. 1917 yılındaki bu deklarasyon, ilk Balfour Deklarasyonudur. Balfour’un girişimiyle 1926 yılında, Britanya sömürgeleri hususunda ikinci bir Balfour Deklarasyonu yapılmıştır.
Deklarasyon metni, Lord Rothschild’a mektupla gönderildikten bir hafta sonra 9 Kasım 1917 günü gazetelerde de yayımlandı ve böylece kamuoyunun konuyla ilgili bilgisi oldu. Bu aynı zamanda dünyadaki güçlü ve etkili bir ülke tarafından siyonizme verilen ilk açık destekti. Buna karşılık metinde “devlet” yerine, bilerek daha muğlak “ulusal anayurt” kavramı kullanılıyor, Filistin denirken tam olarak hangi sınırların kastedildiği de belirtilmiyordu.
Birinci Dünya savaşından sonra İngilizler bölgeyi işgal ettiler ve Balfour planını adım adım uyguladılar. Önce, bölgeye Yahudilerin yerleşmesini sağladılar. Sonra Araplara baskı, sindirme ve öldürme ile göçe zorladılar. Bunun ardından planlı bir şekilde bölgedeki Arap nüfus imha edildi.
Filistin halkı direndi. Bunun üzerine İngiliz yönetim Emlak vergisini aşırı derede arttırdı Öyle ki vergisi mülkün değerinin beş katına on katına çıktı Bu vergiyi vermeyenlerin mülkü haczedildi. Arapların çoğu zorbalıkla yerinden edildi. Evlerini ve arsalarını satmaya zorlandı. İsrail işgal devleti, göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerini Yahudi göçmenlere vermek amacıyla “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” başlığı altında bir kanun çıkardı. Bu kanuna dayalı olarak yüz binlerce dönüm arazi Yahudi göçmenlere peşkeş çekildi.
Mademki Filistinliler arazilerini kendi elleriyle sattılar; neden buralar “terk edilmiş araziler” hükmüne girdi. Milyonlarca dönüm arazinin “terk edilmiş” olması Siyonistlerin oralara satın alma yoluyla değil de şiddete başvurarak, insanları zorla göç ettirerek yerleştiklerinin apaçık delilidir. Her akıl sahibinin rahatça tahmin edebileceği gibi bir aile kendi öz toprağını keyfi olarak kendine düşmanlık bayrağı açanlara terk edip de diğer tarafta sefaleti tercih etmez.
İsrail bugün mülteci durumundaki Filistinlilerin geriye dönme haklarını red konusunda oldukça ısrarlı davranıyor. “Yol Haritası” planını kabul edebilmek için de mültecilerin vatanlarına dönüş haklarının reddini şart koştu. Peki, neden bu insanların yurtlarına dönme haklarını red konusunda bu kadar ısrarlı davranıyor?
Eğer o insanların topraklarını parayla satın almış olsalardı, ellerindeki satış belgelerini ve tapuları gösterir, geriye dönen mültecileri de bir yerlere istif ederlerdi.
Ama öyle değil. Göçe zorlanan insanların arazilerine “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” yoluyla el koyduklarından mülteciler yurtlarına döndüklerinde o terk edilmiş arazilerin gerçek sahipleri ortaya çıkacak ve işgalcilerin buralara satın alma yoluyla değil de gasp yoluyla sahip oldukları anlaşılacak.
Yahudilerin Filistin topraklarında mülk edinmelerinin tarihine bir bakalım: Filistin toprakları 28 milyon dönümdür. 1948’de İsrail işgal devleti kurulduğunda yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon dönümdü. Yani tüm Filistin topraklarının % 7’si.Bunun 650 bin dönümünü Osmanlı devleti döneminde mülk edinmişlerdir. O dönemde mülk edinmeleri ise ta Kanuni zamanında başlamıştır. Osmanlı devletinde ilk yahudi lobisini oluşturan Yusuf Nassi’nin Kanuni’yle iyi ilişkilerinden dolayı Kanuni ona Taberiye gölü civarında bazı arazileri bağışlamıştı. İşte bu olayla başlayan mülk edinme çabalarıyla 1917’de Filistin’in işgaline kadar ki süre içinde toplam 650 bin dönüm arazi edinmişlerdir.300 bin dönümünü İngiliz işgalciler onlara bağışlamışlardır. Şöyle ki İngilizler, Filistinlilere ağır arazi vergileri uyguluyor, bu vergileri ödeyemediklerinde de mülklerine el koyuyor ve sonra buraları yahudi göçmenlere peşkeş çekiyorlardı.200 bin dönümünü yine İngiliz işgalciler, yahudilere göstermelik bir şekilde parayla satmışlardır. Bu şekilde satılan arazilere de zikrettiğimiz vergi oyunuyla el konulmuştu ve satım işlemi de sembolik paralarla gerçekleşti.600 bin dönümü de kendileri Filistin dışından olan, Lübnan ve Suriye’de ikamet edip Filistin’de mülk edinmiş bazı Arap kökenlilerden satın almışlardır.Buraya kadar ki kısımda Filistinlilerin herhangi bir dahlinin olmadığını görüyoruz. Yani yahudilerin 1948’e kadar edindikleri arazilerin 8’de 7’sinde Filistinlilerin müdahalesi söz konusu değildir.250 bin dönüm araziyi de Filistinlilerden satın almışlardır. Yani Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarı Filistin topraklarının % 0,9’una (binde 9’una) tekabül ediyordu. Arazilerini satanlar da halktan çok şiddetli tepkilerle karşı karşıya kaldıklarından Filistin’i terk etmek zorunda kalmışlardı. Şimdi satılan arazilerin tüm topraklara oranıyla onları satanların genel nüfusa oranlarını denk kabul ederek düşünelim: Bir halk hakkında hüküm verirken % 0,9’un tavrına göre mi yoksa % 99,1’in tavrına göre mi hüküm verilir? Filistin halkının en az % 99’u göçmen yahudilere arazi satmama konusundaki kararlılıklarını korumuşlardır. Bu kararlılığa bağlı kalmayanları da içlerinde barındırmamışlardır. Her halkın içinde mutlaka o halkın genel tavrına muhalefet edenler, kararlılığa uymayanlar çıkar. Eğer yahudi göçmenlerin, yahudi göçünü teşvik eden örgütlerin bütün teşviklerine, cazibeli fiyat tekliflerine rağmen 30 yıl içinde satılan toplam arazi miktarı binde dokuzda kalmışsa bu, Filistin halkının bu konudaki dayanışmasını, kararlılığını ve üstün mücadele azmini gösterir. Ama ne yazık ki Filistin halkı bütün bu kararlılığına rağmen iftiraya uğramıştır. Bu tıpkı iffetini koruma konusunda oldukça dikkatli bir insana fuhuş iftirasında bulunulması gibidir.Yahudi göçmenlerin 1948’den sonra gayri menkul edinmeleri tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur. Göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerine el koymak için de yukarıda zikrettiğimiz kanunu kullanmışlardır. İşin esası budur.
Bu olay tarihlere
Filistinliler toprak sattı diye geçti.
Derleyen İ. Halil ER