Hanefi mezhebi bir kadının (baliğ ve akil) velisinin izni olmadan da kendi özgür irade beyanıyla evlenebileceğini karara bağlamışken, Şafi, Maliki ve Hanbeli ise kadının evlenmesini velisinin iznine bağlamıştır.
Hanefi mezhebinin bu görüşü kadını birey olarak kabul etme açısından çağının oldukça ilerisi (1400 yıl) bir görüş olmuştur. Kadının kendi başına evlenme hakkı batıda bile 20. yüzyıl ortalarında olan bir olaydır.
Fakat
Osmanlı devleti hanefi olmasına rağmen aile hukukunda Ebu Hanife’nin bu içtihadına göre değil de diğer üç mezhebin içtihadını kabul etmiştir.
Bunun nedeni ise;
önceleri hanefi mezhebine göre yapılan düzenleme, kız kaçırmaların çoğalması üzerine oluşan bu sosyal sorunu çözmez ve kız kaçırmaları engellemek için hanefi doktrini dışındaki görşleri uygulamışlardır.
Buna rağmen hanefi mollaları/hocaları, uygulamada nikah kıymışlardır.
ilginç bir bilgi notu 🙂
EK
Yazıyı yazmamızın amacı İslam’ın kadına verdiği hakların çok geniş olduğunu ispatlamak, kadını birey olarak 1400 yıl önce nitelediğini göstermek içindi. İslam bu konuda batıdan çok önce kadına haklar vermişti. Ama yazıyı kısa yazma gayretimiz cümlelerin anlaşılmasını engellemiştir.
Çünkü bu tür yazılar olabilidiğince kısa ve anlaşılır olmalıdır. Daha detaylı yazı artık makaleye dönüşür ve çoğunlukla da okunmaz.
DİPNOT
Yazıyla ilgili çeşitli sorular ve itirazlar geldi. Ben tartışmayı sonlandırmak için İbn Rüşd’ün Bidayetül Müçtehid kitabından konuyla ilgili bölümü ekleyelim. (Neden İbn Rüşd diye soranlar olabilir? bunu seçmemin nedeni kitabın 4 yaşayan mezhep ve yaşamayan mezheplere göre konuyu kısa ve öz açıklamasıdır)
Nikâh Akdinin Şartı Oluşıi
Ulema, evlenme akdinin sıhhati için velinin bulunması şart mıdır, değil midir diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik -Eşheb’in kendisinden ettiği rivayete göre-, «Hiçbir evlenme akdi velisiz olamaz. Velinin bulunması evlenme akdinin sıhhati için şarttır» demiştir ki, İmam Şafii de buna kaildir. İmam Ebû Hanife, İmam Züfer, Şa’bî ve Zührî de, «Kadın velisine danışmadan evlendiği zaman eğer evlendiği kimse kifâetli (kendisine lâyık) ise caizdir» demişlerdir. İmam Dâvûd da kızlarla dullar arasında ayırım yaparak, «Kızın evlenmesinde veli şart ise de, dulun evlenmesinde şart değildir» demiştir. Îbnü’l-Kasım’ın İmam Mâlik’ten ettiği rivayete göre bir dördüncü görüş daha ortaya çıkar ki o da, velinin bulunmasının şart olmayıp sünnet olmasıdır. Zira İbnü’l-Kasım, İmam Mâlik’ten, «Velisiz olarak birbirleriyle evlenen koca ile karı birbirinden miras alırlar», «Mevki sahibi olmayan bir kadın, kendisini evlendirmek için herhangi bir kimseyi vekil tutabilir» ve «Dul kadının, nikâhını velisine kıydırması müstehabtır» dediğini rivayet etmiştir. Bundan ise, İmam Mâlik’in, velinin bulunmasını akdin sıhhati için değil, tamamlanması için şart koştuğu anlaşılmaktadır. Halbuki, İmam Mâlik’in Bağdatlı olan tabileri, «Veli akdin tamamlanması için değil, sıhhati için şarttır» diyorlar.
Bu ihtilâfın sebebi, evlenme akdinin sıhhati için velinin şart olduğunu kesin olarak bildiren bir nass bulunmadığı gibi, bunu sezdiren bir âyet veya hadisin bile bulunmayışıdır. Zira veliyi şart koşanların delil diye gösteregeldikleri âyet ve hadislerin hepsi bu hususta nasıl kesin değillerse, veliyi şart koşmayanların da delil diye gösterdikleri âyet ve hadislerin hiçbiri keza kesin değildir. Kaldı ki delil olarak gösterilen bu hadisler -İbn Abbas’ın hadisinden başka- sıhhat bakımından da kesin değillerdir. Bununla beraber, veliyi şart koşmayanların görüşü daha yerindedir. Çünkü herhangi bir hükmü ifade eden deliller kifayetsiz olunca, asıl, zimmetin beraeti, yani o hükmün mevcut olmamasıdır.
Şimdi de, her iki ulema grubunun görüşlerine delil olarak gösterdikleri âyet ve hadislerin meşhurlarını irad edip, bu âyet ve hadislerin delalet derecelerini tartışalım.
Velayetin şart olduğunu söyleyenlerin ihticac ettikleri âyetlerin en açığı, “Kadınları boşattığınızda, müddetleri sona e -misse, kocaları ile evlenmelerine engel olmayu [25]ve “Müşrikleri, iman etmedikçe evlendirmeyin” [26]âyet-i kerimeleridir. Derler ki: Bu her iki âyetteki hitab da velileredir. Hadislerin en meşhuru da, Zührî’nin Urve vasıtasıyla Hz. Aişe’den rivayet ettiği,
«Peygamber (s.as) Efendimiz’Hangi kadın,velisinden izinsiz olarak evlenirse -üç defa- nikâhı bâtıldır’ dedi. ‘Eğer onunla gerdeğe girerse, ona dokunduğu için mehîr vermesi gerekir. Şayet anlaşmazlığa düşerlerse velisi bulunmayanın velisi sultandır’ buyurdu» [27] hadisidir. Bu hadisi Tirmizî , kaydetmiş ve «Hasendir» demiştir.
Velayetin şart olmadığım söyleyenlerin delilleri de, Kur’an’dan, “Kadınların iddeti sona erdiğinde, onların kendi haklarında uygun şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur” [28], “Kocaları ile evlenmelerine” [29] ve “Kadın başka birisiyle evlenmedîkçe bir daha kendisine . helâl olmaz” [30] âyetleridir. Hadisten de, sıhhatinde ittifak edilen lbn Ab-bas’m,
«Dul kadın, evlenmesinde velisinden daha yetkilidir. Kız da evlendirilirken ona danışılır. Onun muvafakati da susmasıdır» hadisidir, imam Dâvüd, dul ile kızlar arasında ayırım yapmakta bu hadis ile istidlal etmiştir.
işte her iki grubun, görüşlerine delil olarak getirdikleri âyet ve hadislerin meşhurları bunlardır. Halbuki “Kocaları île evlenmelerine engel olmayın” [31]âyetinden, kadının yakın ve asabelerinin onun evlenmesine engel olamayacaklanndan başka bir şey anlaşılmaz. Bu ise, akdin sıhhati için mu-vafakatlannm şart olduğunu -ne hakikaten, ne mecazen, yani ne nass’en, ne de delâleti zahir olan delîlü’l-hitab’ın hiçbir şekli ile- ifade etmez. Bilakis diyebiliriz ki: Bundan bunun tersi anlaşılır. Yani «hiçbir velinin, velayeti altında bulunan bir kadına -evlenmesinde- müdahale hakkı yoktur», “Müşrikleri, iman etmedikçe evlendirmeyin” [32] âyeti de böyledir. Zira bu âyetin, emir sahiplerine veyahut bütün müslümanlara hitap olması, yalnız velilere hitab olmasından daha uygundur. Kısacası bu âyetin muhatablan nasıl veliler olabiliyorsa, emir sahipleri veyahut bütün müslümanlar da olabilirler. O halde bu âyet ile ihticac edenlerin, âyetin velilere hitab olmasının daha zahir olduğunu ispat etmeleri gerekir. Şayet «Bu âyet ânım olup hem emir sahiplerine, hem velilere şâmildir» denilse, diyeceğiz ki: «O zaman bu âyet, şeriatın genel olarak yasak ettiği bir şeye dairdir ki, bu genel emre veliler de dahildir. Bu ise, velilerin bunda özel bir velayet hakkına sahip olmalarını gerektirmez. Nihayet velilerle yabancılar bu hakta eşit olurlar. Şayet âyetin velilere hitab olduğunu kabul etsek bile, âyetin mücmel olduğu için onunla amel edilemez. Çünkü âyette, ‘Veliler kimlerdir, hangi veli hangi veliden önce gelir ve velide ne gibi vasıflar bulunmalıdır’ diye bir açıklama yoktur. Bu ise gerekli olup tehiri caiz olmayan bir şeydir. «Bu hususta belki sünnette açıklama vardır» da diyemeyiz. Çünkü eğer öyle bir şey olsaydı, ya tevatür veyahut tevatüre yakın bir yolla nakledilecekti. Çünkü bu, öyle bir şeydir ki bütün müslümanlar her gün onunla karşılaşmaktadırlar. Kaldı ki Medine’de bunca velisiz kimseler bulunduğu halde Peygamber (s.a.s) Efendimiz’in herhangi birinin nikâhını akdettiği veyahut bu işe bir başkasını görevlendirdiği, naklolunmuştur. Sonra, bu âyetten maksat, velayetin hükmünü beyan etmek değil, erkek ve kadın müşriklerle evlenmenin haram olduğunu bildirmektir. Allah bilir, bu açık bir şeydir.
Hz. Âişe’nin hadisine gelince: Bu hadis ile amel etmenin vücubunda ihtilâf edilmiştir. En zahiri şudur ki, sıhhatinde ihtilâf edilen bir hadis ile amel etmek vacib değildir. Bir an için hadisin sıhhatini kabul etsek bile, hadiste, sırf velisi bulunan kadının, velisinden habersiz olarak evlenemeyeceğinden başka bir şey bildirilmemiştir. Şayet hadis «bütün kadınlara şâmildir» desek de, hadisten «Kadın bizzat evlenme akdinde bulunamaz, velisi kendisi adına bu işi yürütür» diye bir şey anlaşılmaz. Nihayet, velisi izin verdikten sonra kadın velisini bulundurmaksızın bizzat nikâhını akdedebilir.
İkinci grubun delillerine gelince; “Kadınların iddeti sona erdiğinde onların kendi haklarında uygun şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur” [33]âyetinden, kadınların kendi başına ve velilerinin muvafakati olmak sızın,bir iş yaptıkları zaman onları azarlamanın yasak edildiği
anlaşılmaktadır. Burada da kadının velisinden habersiz olarak ve kendi başına yapabileceği iş, nikâh akdinden başka bir şey olamaz. Şu halde bu âyetin zahirinden -Allah bilir-, kadın kendi başına nikâhını akdedebilir. Ancak eğer akid hakkında uygun şekilde değilse, velisi o akdi bozabilir» diye anlaşılır ki şeriatın zahiri de budur. Ne var ki âyetin bir kısmı ile istidlal edip diğer bir kısmı ile istidlal etmemek zayıf bir istidlal yoludur. Zira âyette, nikâh akdinin kadınlara izafe edilmesi, kadınların kendi başına nikâhlarını akdedebil-diklerini ifade etmez. Fakat etmediklerini de ifade etmediği için, asıl edebilmeleridir.
îbn Abbas’ın hadisine gelince: Hayatıma yemin ederim ki bu hadis, dul kadınlarla kızlar arasında ayırım yapmakta zahirdir. Zira eğer ikisinden de izin almak gerekir ve ikisinin de nikâhını ancak veli akdediyorsa, «Dul kadın, evlenmesinde velisinden daha yetkilidir» cümlesinin mânâsı ne olabilir? Ne var ki Zührî’nin Hz. Aişe’den rivayet ettiği hadisin bu hadis ile uzlaşması, onunla çatışmasından evlâdır. Dul kadınlarla kızlar arasında yapılan ayırım, ağızla söylemek ve sükût etmek bakımından da olabilir. Yani dul kadın nikâhını akdederken ağzıyla, «Ben kabul ettim» demesi şarttır. Kızın ise, sükut etmesi kâfidir.
“Kadınların kendi haklarında uygun şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur” [34]âyetinin, kadının kendi başına nikâhını akdede-bildiğine delâleti, “Müşrikleri, iman etmedikçe evlendirmeyin” [35] âyetinin, kadının nikâhını velinin akdetmesi gerektiğine delâletinden daha zahirdir. Hanefıler, Hz. Aişe’nin hadisini zayıf görmüşlerdir. Zira bu hadisi her ne kadar bir cemaat Îbn Cüreyc tarikiyle Zührfden nakletmişlerse de, Îbn Aliyye, îbn Cüreyc’den, «Ben, bunu Zührî’ye sordum. Zührî, ‘Benim bundan haberim yoktur’ dedi» diye nakletmiştir. Kaldı ki Zührî’nin kendisi velayeti şart koşmadığı gibi, velayet Hz. Aişe’nin de görüşü değildi. Velayeti şart koşanlar îbn Abbas’ın,
«Velisiz ve adaletli ikişahidolmaksızın hiçbir nikâh olamaz» [36] hadisiyle de ihticac etmişlerdir. Fakat bu hadisin refinde, yani îbn Abbas bunu söylerken Peygamber (s.a.s) Efendi-miz’den nakledip etmediğinde ihtilâf edilmiştir. Muhaddisler, Peygamber (s.a.s) Efendimiz’in Ümmü Seleme ile evlenirken Ümmü Seleme’nin oğluna, annesini kendisiyle evlendirmesini emrettiğine dair hadisin [37] sıhhatinde de ihtilâf etmişlerdir.
îki ulema grubunun ihticac ettikleri akîî delillere gelince: Bu hususta her iki tarafa da hak verilebilir. Zira kadın olgunluk çağma geldiği zaman, nasıl mâlî tasarruflarda velayet altından çıkıyorsa, evlenmesi hususunda da veliye muhtaç olmaması lâzım gelir. Ancak diyebiliriz ki: Kadının yaratılışında erkeklere temayül, israfa olan temayülünden fazladır. Bunun için şeriat ihtiyaten onu bu bakımdan hacir altında bulundurmuştur. Kaldı ki kadın kendisiyle kefâetli (denk) olmayan bir kimse ile evlendiği zaman, yalnız kendisine değil, ailesine de leke sürmüş olur. Bunun için bu hak, onun olduğu kadar ailesinin de hakkıdır. Fakat malını israf ederse, zarar yalnız kendisine aittir. Bununla beraber her veliye nikâhı bozma veyahut kontrol yetkisi verilirse kâfi gelir. İşte görüyorsun ki her iki taraf da aklî yönden haklıdırlar. Fakat akla öyle geliyor ki, eğer şeriat velayeti şart koşsaydı, velilerin cins, sınıf ve mertebelerini açıklayacaktı. Çünkü gerekli olan bir şeyi, gerektiği zaman mübhem bırakmak caiz değildir. Bütün müslümanlann karşılaştığı böyle bir mes’eleyi mübhem bırakmak caiz olmadığı halde, Peygamber (s.a.s) Efendimiz’den tevatür veyahut tevatüre yakın bir yolla velayetin şart olduğu yolunda bir şey nakledilmediğine göre, ya velayet şart değil veyahut eğer şart ise, velileri ayırdetmek ve onları sınıflandırıp sıraya koymak şart değildir. Bunun içindir ki, «yakın veli bulunduğu zaman uzak velinin akdi fasiddir» diyenlerin görüşü zayıftır.
[İbn Rüşd Kadı Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/423-427.]