İnsanın bazı olayları iyi anlaması için o olayın içinde olan kişilerin anılarını okuması kadar ufuk açıcı bir şey olamaz. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşında Suriye – Filistin Cephesinin üç önemli komutanının ve bölgede görev yapan iki komutanın anılarını karşılaştırmalı olarak okudum.
İngiliz komutan Allenby (Bu deyus Kudüs’ü Şam’ı Haleb’i ve bilimum Ortadoğu’yu elimizden almıştır) Türk komutan Cemal Paşa ve bölgedeki genel komutanımız Alman Liman von Sanders’in, Cemal Paşa’nın yaveri Ali Fadıl Erdem ve l. ve 6. Ordu komutanı General Ali İhsan Sabis’in hatıratları.
Hatıratları okuduğumda Alman ve Türk komuta kademeleri arasındaki uyumsuzluk ve senkronize olamamayı gördüm. Belki de başarsızlığımızın arkasındaki temel neden de bu olabilirdi.
Çünkü hem Türk komutan ve hem de Alman komutan birbirlerinden şikayetçiydiler. Türk komutan başarısızlığın sorumluluğunu Almanlara yüklerken (Mustafa Kemal’de bölgeden gönderdiği raporlarında bunu söyler) Alman komutan da Türklerin tembelliğinden, geç kalmalarından, bıkkınlığından, fakirliğinden, askeri bilgi ve donanım açısından eksikliklerinden bahseder ve kendileri olmasa bu ordunun hiç bir şey yapamayacağını söyler.
Yani Türkler başarısızlığı Almanlar’a yüklerken onlar da Türklere yüklerler.
Ama acı olan şudur ki bir ülke olarak savaşa giriyoruz ama bizim ne askeri techizatımız, malzememiz var ve ne de yetişmiş askerimiz, kurmayımız var. Büyük komutan olarak gördüklerimiz bile Birinci Dünya savaşı sırasındaki 3-4 yıl içerisinde yetişmiş veya rütbe almışlardır. Mustafa Kemal bile Çanakkale’ye gittiğinde Yarbay’dı ve bir kaç yıl içinde general olmuştu. Diğer cumhuriyetin kurucu komuta kademesi bile öyle olmuştu.
Bir ülke düşünün ki yetişmiş tecrübeli komutanı olmadığı gibi, cephane ve techizatında da tamamen Almanlara bağlı. Buna rağmen iyi bir başarı elde etmişiz. Emin olun bir çok başarsızlığın arkasında ciddi taktik hataları var. Mesela neden ingilizlerin sinayı geçmesine izin verdik de çolün bitiminde karşılamadık?
Yani Cumhuriyeti kuran kadro Birinci Dünya Savaşında yetişmiş, rütbe almış, birbirlerini görmüşlerdi.
Ara ara hatırat okumak ufuk açıcı oluyor…
Fakat hatıratların en güzel yanı o tarih kitaplarında okuduğumuz büyük olayları yapanların neler yaşadıklarını, duygularını, zaaflarını ve acziyetlerini satır aralarında görmektir.
Fakat şunu da unutmamak gerekir ki hatıratlar subjektiftir ve çoğunlukla taraflar kendisini tarih önünde temize çıkarma gayreti içerisinde olduklarından olayları yeniden kurgulayabilirler ve bu nedenle bağımsız kaynaklarca teyit edilmesi gerekir.
Not: Hatırat okumanın en kötü yapı, hatıratlarını okuduğunuz kişiye karşı bir yakınlık duymanız ve hatta görüşlerine karşı bile olsanız bir şekilde meyletmenize yol açabiliyor. Bu nedenle hatıratların bu tür tuzaklarına karşı dikkatli olmak gerekir. Bunun üstesinden gelmek için o kişilerin gerçekte ne oldukları ve ne yaptıklarını haklarında yazılmış olan araştırmalardan okuyarak başlamak daha akıllıca olur.
İbrahim Halil ER