Arapça kökenli bir kelime olup, bir şeyi elde etmek için gayret etmek, çabalamak demektir. Buradaki anlamı ise Müçtehid’in karşılaştığı sorunu çözmek için gayret etmesi ve bu çabası sonucu ulaştığı bilgidir.
Fıkıh usulünde içtihad ise şer’i delillerden yola çıkarak hüküm çıkarmak ve anlamak için müçtehidlerin gayret göstermesidir. Burada kaynak kelime müçhedit’dir. Yani gayreti sarf edip hüküm çıkaracak olan müçtehiddir. Müçtehid olmayanın sarf ettiği gayret bu anlamda değildir. Ayrıca, burada üzerinde gayret gösterilen konu İslami konular olmalı, bunun dışındaki konulardaki gayret alanımıza girmemektedir.
İçtihad kavramı bize şer’i hükümleri anlamanın yolunun delilleri araştırma, tedkik, tenkid ve inceleme aşamasından geçtiğini geçmesi gerektiğini göstermektedir. Buna göre bir konuyu ilim adamlarından, müftüden veya uzmanından sormak veya ilgili kitaplardan araştırmak içtihad değildir.
Müçtehid
Müçtehid, naslardan (Kur’an ve Sünnetten) ve diğer istinbat yollarından hüküm çıkarabilecek bilgi, donanım ve kabiliyete sahip olan olan kişidir.
İçtihadın Şartları
1. Arapçayı Bilmek: İslam dininin temel dili Arapça olduğundan bu alanda çalışan insanların bu dile tam hakim olması gerekir. Arapça bilmek demek, salt bir bilgi olmayıp, dilin tüm inceliklerini, gramer kurallarını, edebiyatını, mecaz, kinaye, istiare vb. dil ve mantık özelliklerini bilmesi gerekir. Bu bilgi çok büyük bir ilmi çalışmayı gerektirmektedir.
2. Kur’an-ı Bilmek: Buradaki bilgi salt bir okuma değildir. Burada her ayetin sebebi Nuzulunu, ahkam ayetlerini, muteşabihleri, nasih ve mensuhlarını, hüküm bildiren ayetler ile diğer ayetler arasındaki ayrımı bilmeyi, hitap şekli ve bu hitap şeklinin anlamını, ayetlerin umum ve hususunu vb… özellikleri iyi bilmesi gerekir.
3. Sünneti Bilmek: Sünnetten kasıt hadisler ve sirettir. Yani Peygamberimizin hayatıdır. Hadis konusunda bir hadisçi kadar bilgiye sahip olmalıdır. Ravilerin hayatını, özelliklerini ve sikalıklarını bileceği gibi, hadislerin derecesi, senedi ve özelliklerini de bilmelidir. Aynı zamanda hadislerde de nasih ve mensuhu bilmeli, hadislerin vurud (yani söyleniş sebebini) bilmelidir.
Tabi ki müçtehidin bütün hadisleri bilmesine imkan yoktur. Sadece ahkam hadislerini bilmesi yeterlidir. Bunların hepsini de ezbere bilmesine gerek yok, fakat bu bilgiler elinin altında olmalı ve bu bilgilerden hüküm çıkarabilmelidir.
4. Usul İlmini,Fıkıh, Kıyas ve Hüküm Çıkarma Yöntemini Bilmelidir: Eskiler usulsüz vusul olmaz demişlerdir. Yani her müçtehid, içtahad için bir usul, yöntem takip etmelidir. Keyfi bir şekilde istinbat yapamaz. Hüküm çıkarmak için takip ettiği bir yol veya ortaya koyduğu bir yöntem olmalıdır. Buna biz usulu fıkhı bilmesi gerekir desek de müçtehid olan birisi mevcud yolların dışında yeni bir yol da üretebilir, bu da bir içtihaddır. Müçtehid, fıkıh ilmini ve füru meseleleri bilmesi gerektiği gibi, kıyas ve diğer delil çıkarma yöntemlerini bilmesi gerekir.
5. Üzerinde İcma (ittifak) edilen konuları bilmek: Ümmetin üzerinde icma ettiği konuları bilmelidir. İcmaya aykırı kararlar vermemelidir. Bu konu genellikle eleştiri yapanların yoğunlaştığı noktadır. İcma nasıl delil olur diye veya kitap ve sünnetin yanında böyle bir delili koymak doğru mudur diye?
İcmadan kasıt tamamen ümmetin ittifat ettiği konulardır. Artık bu mesele toplum tarafından kabul edilmiş konu haline gelmiştir. Böylece toplumun kabul ettiği ve yaşadığı bir konunun dışına da çıkılmamış olunmaktadır. Tabi ki sahabenin icması bila şek kabul edilirken, tabiin veya etba-ı tabiin icması konusunda lehte ve aleyhte konuşanlar olmuş, hatta sahabe asrından sonra gerçek anlamda bir icma olmamıştır bile diyenler olmuştur.
6. Şeriatın Maksat ve Gayesini Bilmek: Yani insanların maslahatları ile şeriatın maslahatlarının hüküm ve illetini (sebebini) bilmektir. Bundan dolayı insanların örf ve adetlerini de dikkate almak gerekir.
7. Kabiliyet ve Zeki Olmak: Müctehidin zeki olması ve içtihada kabiliyeti olması gerekir. Meselelerin ince noktalarını bilmesi gerekir.
EK
Müçtehit içtihadında hata yaparsa bir, doğru yaparsa iki sevap alır. Yani müçtehidin hata yapabileceği fıkıhta kabul edilen bir şeydir. Muteahhirin alimler ve mezhebin müçtehitleri içtihatlarıyla bu durumu düzeltmiş/düzeltecek/düzeltmelidirler. Bunların olması gelecekte müçtehit fil mezheplerin çıkmayacağını göstermez. Nasılkı imameyn varsa yine gelecek/gelmelidir.
Bakın, her zaman müçtehitler çıkıp, yeni duruma uygun yeni şartlar vaz edebilirler.
Gazaliler, ibni abdilber, ibni hazm’lar birer örnek.
Örnekler, her ne kadar hanefi mezhebi içinde değilse bile bu zatlarda bizim için bu yolda yürüme cesareti verir. (Biz derken kendimizi değil, müçtehit fil mezhep şartına haiz olanlar için söylüyorum)
Bir diğer nokta da delillerin zayıflığı önemli değildir. Şeriatın zahirine, kitap ve sünnete muhalif olmadığı sürece sıkıntı yok. Kaldı ki yanlış bir içtihatsa ve sünnete muhalif ise Ebu Hanife dahil tüm müçtehitlerimiz Resulullah’ın sözü dururken kendi sözlerinin itibara alınmasını istemezler. Onların hadis kriterine göre gelmiş bir hadisse zaten bu onların mezhebidir. İmam-ı Şafi’nin dediği gibi “eğer Resulullah’ın bir hadisi varsa benim sözümü alın duvara vurun ” Yani hata veya sevabın nasıl olduğunu nereden bileceğiz sorusuna senin deliller konusundaki sözün cevap olur. Yani daha güçlü bir delil (Tabiki Ebu Hanife’nin hadis usulüne uygun olmalı) olması. Mesela, Hanefi mezhebinde imameyn’in ittifak ettiği durumda Ebu Hanife muhalifse, İmameynin görüşü mezhep görüşü olur.
İbrahim Halil ER
Sahabîler Devrinde İçtihat
Sahabîlerin bilginleri içtihat hususunda bir metot ortaya koydular; onlar, yeni bir hâdise karşısında ihtilâfa düşerlerse Kur›an›a başvuruyorlar, bu meseleyi açıklayan bir âyet bulurlarsa onun üzerinde birleşiyorlardı.
Sahabîlerin bazı içtihatları da şunlardır:
Irak ve İran toprakları fethedilince sahabîler, bu arazinin fethe iştirak eden askerlere dağıtımında ihtilâfa düştüler; Hz. Ömer, Bu da, arazinin fethedenlere dağıtımıyla olmaz, arazi sahipleri gayrimüslimlerden «cizye» alınmasına karar verdi.Kur’an’ın tek kitap haline getirilmesiKur’an’ın çoğaltılmasıDört halifenin seçilmesi
Tabiîn Devrinde İçtihat
Sahabîleri birçok talebeler yetiştirmişler ve onlara, Kur›an›ın, «(İslam’da) birinci dereceyi kazanan muhacirler ve ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar…» âyetine uyularak «Tabiin = Tabiîler» adı verilmiştir. Aslında bu isim, onlara Allah tarafından verilmiş olup büyük bir şereftir.
Tabiîler, sahabîlerin birçok rivayet ve fıkhi içtihat servetini hazır bulmuşlardı. Bu durum karşısında onların yapacağı iki iş vardı:
1 — Bu iki serveti toplamak. Onlar, gerçekten Peygamber (S.A.V.)’in hadislerini, sahabîlerin söz ve içtihatlarını topladılar.
2 — Hakkında sahabîlerin re’y’i veya Kur’an ve sünnetten herhangi bir nass bulunmayan meselelerde içtihatlarda bulunmak. Gerçekten onlar, naklettikleri hadis ve fetvaların ötesinde birçok içtihatlar yapmışlardır. Fakat sahabîlerin çizmiş oldukları yoldan çıkmamışlardır.
Dolayısıyla iki türlü fıkıh doğdu:
1 — Re’ye dayanan fıkıh,
2 — Hadise dayanan fıkıh.
Buna göre İslâm hukukçularının bir kısmı re’y taraftarları, bir kısmı da hadis taraftarları olarak meşhur olmuşlardır.
Müçtehit İmamlar
Devrinde İçtihat
Tabiîlerden sonra talebeleri gelmektedir ki, bunlara, «Teba-i Tabiin» (Tabiîlere tâbi olanlar) denilmektedir. Fıkhî mezheplerin kuruluşu bunların çağlarına rastlar. İmamların en yaşlısı Teba-i Tabün›den, diğer tabirle tabiîlerin talebelerinden Ebu Hanife›dir. Onun bütün hocaları, İbrahim Nahaî, Şa’bî, Hammad b. Ebî Süleyman, Atâ b. Ebî Rabah gibi yaşlı ve genç tabiîlerdir. Müçtehit imamların bir kısmı doğum ve zaman itibarıyla birçok sahabîlerin devrine rastladıkları için tabiî iseler de, daha çok ilimlerini başka bir tabiîden almışlardır. Meselâ; Ebu Hanife, Hammad›dan tahsil görmüş; Mâlik b. Enes, Abdullah b. Ömer›in talebelerinden ilim öğrenmiştir. Yani Mâlik, Abdullah b. Ömer›in oğlu Salim›den, onun azatlısı Nâfi›den ve diğer Medineli yedi fakihten ve bunların talebelerinden tahsil görmüştür.
Medineli yedi fakih ise şunlardır:
1 — Saîd b. el-Müseyyib (Öl. 93 H.), Kureyş kabilesinden olup Ömer (R.A.)›in hilâfeti zamanında doğmuştur. İmam Mâlik buna yetişemedi, fakat talebesi îbni Şihab’tan ders gördü.
2 — Urve b. ez-Zübeyr (Öl. 94 H.), Aişe (R.A.)›in kız kardeşinin oğlu olup kendinden sonrakilere onun ilmini nakletmiştir.
3 — Ebu Bekr b. Ubeyd b. el-Hâris (Öl. 94 H.) olup Hz. Aişe›den birçok mesele öğrenmiştir.
4 — El-Kasim b. Muhammed b. Ebi Bekr Sıddik (Öl. 108 H.) olup Hz. Aişe›nin kardeşinin oğludur. Hz. Aişe’nin ilmini o nakletmiştir. Çünkü babası Muhammed ölünce onu Aişe (R.A.) kendi evine almış ve yetiştirmiştir. Kasım hem fakihtir, hem de hadis râvîsidir. Hadiste onun zekâ ve himmeti büyüktür.
5 — Ubeydullah b. Abdillah b. Utube b. Mes’ud (Öl. 99 H.) olup Z. Aişe, İbni Abbas ve diğerlerinden rivayetler yapmıştır. O, Ömer b. Abdilaziz›in hocası idi. Dolayisiyle Ömer b. Abdilaziz›in düşünce ve yönelişlerinde onun etkisi çok büyük olmuştur.
6 — Süleyman b. Yesar (Öl. 100 H.) olup Peygamberimizin hanımı Meymune bint›il-Hâris›in kölesi idi. Meymune (R.A.), sonra onu mukâtebe akdiyle azat etmiştir. Bu zat, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer, Ebu Hüreyre ve Peygamberimizin hanımları olan Meymune, Aişe ve Ümmü Seleme›den rivayetler yapmıştır.
7 — Hârice b. Zeyd b. Sabit (Öl. 99 H.) olup babası sahabîler arasında feraiz âlimi idi. Bu zat da, babasından ilim tahsil etmiş ve babası gibi re›y ile şöhret yapmıştır. Aynı zamanda babası gibi feraizi de çok mükemmel bilirdi ve halkın miraslarını Kitab ve sünnete göre taksim ederdi.