İMAM-I RABBANİ HİNDİSTAN’IN İSLAMLAŞMASINI SAĞLAYAN KİŞİDİR
İmam-ı Rabbaniye laf söyleyenler o dönemin Hindistanını ve Ekber Şah’ın ne yapmak istediğine baksın…
Ekber Şah da dinler arası diyalogcu olup, İslam ve Budizm arasında bir sentez yapmaya ve yeni bir din oluşturmaya çalışmıştı.
Ona karşı en büyük mücadeleyi İmam-ı Rabbani yaptı ve Hindistan’ın tekrar İslamlaşmasını sağladı.
Ama malesef bu dönemde İslam ile Budizm arasında bir savaş çıkartmaya çalışan derin dünya devleti Arakan’dan sonra İmam-ı Rabbani üzerinden bir cephe açmıştır…
Bütün bu saldırının amacı derin küresel gücün Müslümanları tüm dünya ile kavgalı hale getirip doğudan ve batıdan saldırı altına almaya çalışmak, bir anlamda Müslümanları kıskaca almaya çalışmaktIr.
Haçlı seferleri sırasında Papa’nın Moğollarla ittifak kurma girişiminin benzerini şimdi haçlı dünyası Budist dünya ile sağlamaya çalışmaktadır.
Dikkatli olalım.
İmam-ı Rabbani Kimdir?
İmâm-ı Rabbânî , 971/1564’te Hindistan’ın Sirhind kasabasında doğdu. Çiştiyye ve Kâdiriyye tarikatlarından icazetli olan babası Şeyh Abdülehad’ın nezaretinde küçük yaşlarda başladığı eğitimine Siyâlkut’ta devam etti. Burada Şeyh Ya‘kûb Keşmîrî, Kadı Behlûl Bedahşânî ve Mevlânâ Kemal Keşmîrî’den ders aldı. Kadı Behlûl Bedahşânî’den tefsir ve hadis okutma icazeti aldı, aynı zamanda bir Kübrevî şeyhi de olan hocası Ya‘kûb Keşmîrî’ye intisap etti.
On yedi yaşında öğrenimini tamamlayıp Sirhind’e döndü ve ders vermeye başladı. Yaklaşık üç yıl sonra Babürlülerin başkenti Agra’ya gitti ve Ekber Şah’ın sarayına girdi. Saray bürokratlarından Ebü’l-Fazl el-Allâmî ile nübüvvet konusunda girdiği tartışmanın sonucunda İsbâtü’n-nübüvve adlı eserini telif etti.
Agra’dan Sirhind’e dönüşü sonrasında seyrü sülûkünü babasının yanında devam ettirdi ve 1007/1599’da babası ona Çiştiyye ve Kâdiriyye tarîkatından hilafet verdi. Ayrıca tasavvufun temel klasikleri arasında sayılan et-Taarruf, Avârifu’l-maârif ve Fusûsü’l-hikem gibi eserleri de babasından okudu.
1008/1599’da babasının vefatından sonra hac maksadıyla yola çıktı. Delhi’de Nakşibendî şeyhi Bâki-Billah’a intisap etti. Yaklaşık üç ay kadar onunla birlikte bulundu. Hac zamanı geçtiği için tekrar memleketine dönmek zorunda kaldı. Mektûbât adlı eserinin temel metinlerinin bir kısmını da oluşturacak olan Bâkî-billah ile mektuplaşmaları bu dönemde başladı.
Delhi’ye ikinci kez gidişinde Bâkî-billah kendisine hilafet verdi. Bâki-billah’ın vefâtı sonrasında irşat faaliyetlerine Sirhind’de devam eden İmâm-ı Rabbânî, bu maksatla müritlerine, dostlarına ve devlet adamlarına mektuplar yazdı. Politik birtakım nedenlerden ötürü 1028/1619’da Babürlü hükümdarı Cihangir tarafından sorgulanmak üzere Agra’ya çağrıldı ve bir yıl süreyle hapsedildi. Ömrünün son yıllarını münzevi bir şekilde Sirhind’de geçiren İmâm-ı Rabbânî 1034/1624 yılında vefat etti.
Şah Cihangir
Cihangir veya tam adıyla Ebü’l-Muzaffer Nûreddîn Muhammed Cihângîr b. Ekber, (d. 31 Ağustos 1569, Fetihpur Sikri -ö. 28 Ekim 1627, Keşmir), Babür İmparatorluğu’nun 4. Hükümdârı (1605-1627).
Ekber Şahın oğlu olup, asıl adı Selim’di. Küçük yaşta babası Ekber tarafından tahtın varisi ilan edildi. Ama 1599’da, Ekber Dekkan’dayken, bir an önce tahta çıkma isteğiyle ayaklandı. Kendisini doğru yola getirmek isteyen Ebülfazl’ı öldürttü. Babası Ekber ölüm yatağında onun ardılı olacağını doğruladı. Babasının 1605’te ölümü üzerine Selim, “Cihangir” (Farsça: Dünyaya hükmeden) adıyla tahta çıktı.
1569’da doğan Selim, babasının ölümü üzerine 1605’te “Nûreddîn Cihangir” unvanı ile tahta çıktı. Ancak oğlu Hüsrev, Sihleri etrafında toplayarak Pencab’da isyan etti. Cihangir Şah, âsî kuvvetleri Cullandar Nehri kenarında bozguna uğrattı. Yakalanan oğlu Hüsrev’i Burhanpur’a sürgüne gönderdi. Hüsrev orada 1622 yılında öldü.
Cihangir Şahın saltanatının son yılları, huzursuzluk içerisinde geçti. Eşi Nurcihân ve veziri Mehabet Hanın sık sık devlet işlerine karışmaları sağlığını bozdu. Tabiplerin isteği üzerine iklimi daha müsait olan Lahor’a giderken, yolda 28 Ekim 1627 günü öldü. Cesedi Ravi Nehri kıyısındaki, Şah Dârâ denilen yerde toprağa verildi. Daha sonra mezarının üstüne büyük bir türbe yapıldı.
Âdil bir hükümdar olan Cihangir, alimleri sever, onlara izzet ve ikramda bulunurdu. Babasının Müslümanlara karşı uyguladığı ağır baskıyı kaldırdı. Ancak devrinin büyük âlimi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî’ yi Gwalyar şehrinde hapsettirdi. İki yıl sonra hatasını anlayıp bu büyük âlimi hapisten çıkaran Sultan, 1000 rupye ihsân edip bağışlanmasını diledi. İmâm-ı Rabbânî’nin Cihangir Şâh’a yazdığı mektuplar, Mektûbât isimli eserinde mevcuttur.
Cihangir Şah, bayındırlık işlerine de önem vermiştir. Agra’dan Etek’e ve Bengâl’e giden ağaçlıklı yollar ve Agra ile Lahor arasında her üç kilometrede bir işaret kuleleri ve sulu gölgelikler yaptırmıştır. Tüzük-i Cihângîrî ismi ile yazdığı hatıratı, kıymetli bir eserdir.
Kendisinden sonra oğlu Şihâbuddîn Muhammed, Şah Cihan unvanı ile tahta geçmiştir.
Hükümdarlığı
Miras aldığı imparatorluk o dönemde dünyanın en güçlü imparatorluklarından biriydi. Ülke o kadar güçlüydü ki, içki ve afyon düşkünü ve bahçe tutkunu olan imparator, savaşmak yerine, kendini zevk ve eğlenceye verebiliyordu.
Babasının başlattığı askeri siyaseti sürdürdü. Ancak hemen hemen hiçbir askerî başarı elde edemedi ve Kandahar şehrini İranlılara kaptırdı. Mevar’daki Racput Prensliği ile girişilen savaş 1614’te büyük kazanımlarla sona erdirildi. Ekber’in Ahmednagar’a karşı başlattığı seferler, ordunun ve diplomasinin de desteğiyle zaman zaman şiddetlenerek sürdü; ama saldırıların çoğu güçlü Habeşi Melik Amber tarafından savuşturuldu. 1613’ten itibaren savaşmayı, bu konuda çok usta olan oğlu Şehzade Hürrem’e (sonradan Şah Cihan) bıraktı. 1617 ve 1621’de Hürrem zafer kazanarak barış anlaşmaları yaptı.
Zayıf iradeli bir hükümdar olan Cihangir zamanında saray ve entrikalarına kadınlar da karışmaya başladılar. Gevşek yönetimi yüzünden oğulları ile arası açıldı. 1611’den sonra Cihangir, İranlı karısı Mihrü’n-Nisa (Nur Cihan, Farsça: dünyanın ışığı) ile kayınpederi İtimadü’d-Devle ve kayınpederi Asaf Han’ın etkisi altına girdi. Nur Cihan kızı Mümtaz Mahal’i Hürrem ile, kız kardeşini ise Hürrem’in küçük kardeşi Şehriyar ile evlendirdi.
Yönetiminin ilk yıllarında ünlü 12 hükmünü çıkararak taşradaki tımar sahiplerinin vergi toplamasını önledi. Issız yerlerde kervansaray ve mescitler, kentlerde de hastaneler yaptırdı. Kendi doğum gününde hayvan kesimini yasakladı. Miras konusunda yeni bir düzenleme getirdi. Konutlara zorla girilmesini önledi; suçluların kulak ve burunlarının kesilmesi gibi cezaları kaldırdı. Halkın elindeki topraklara beyler ve devlet yöneticileri tarafından el konmasını önledi.
Babası Ekber Şah’ın İslâm ve Hindu dinleri arasındaki ayrılıkları giderip birlik oluşturmayı ve böylece ortak bir dinî yol bulmayı ve Müslümanlarla Hinduları kaynaştırmayı hedeflediği “Dîn-i İlâhî” projesini devam ettirdi. Cihangir, Cizvitlerin halkın önünde Müslüman ulema ile tartışmaya girişmelerine ve kendi dinlerini yaymalarına izin verdi.
İbrahim Halil er
Bugün İmam-ı Rabbani’nin Mektubatı Dersinden Gönülde Kalanlar
– Dünya bir bela ve imtihan yeridir. Bunu insanlara iyi öğretmemiz gerikir.
-En iyi zaman, fırsatların olduğu zaman içinde olduğun zamandır.
-Hatalardan pişmanlık ve üzüntü duymak tövbenin bir aşamasıdır. Ama pişmanlığı yaşlandığında değil hemen yapmalısın. Çünkü yaşlanmayabilirsin. Fırsatın varken yapmalısın.
ibrahim halil er
İMAM-I RABBANİ ASIRLAR ÖNCESİNDEN BUGÜNKÜ DURUMUMUZA YAZDIĞI MEKTUP
Bu mektûb da, mîr Sadr-ı Cihâna yazılmışdır. İslâmiyyeti yaymağa çalışmak lâzım olduğu bildirilmekdedir:
ALİMLER NİÇİN SEVİLİR
Allahü teâlâ, size selâmet versin! Âmîn. Âlimlerin iyiliği, milletin hepsine yayılır. Bunun için de, herkes onları sever. Çünki insanlar, kendilerine iyilik edenleri sever. Bu sevgi sebebi ile, onların ahlâkı ve âdetleri, herkese, iyilikden aldıkları paya göre bulaşır. Böylece, iyilikler, kötülükler, düzelme veyâ bozulma, başdan aşağı doğru yayılır.
İYİ İNSANLAR BAŞIMIZA GEÇTİĞİNDE BİZE DÜŞEN GÖREV
Belki de bunun için, (İnsanların dîni, başlarında bulunanların dinleri gibidir) buyurulmuşdur.
Geçen senelerde, başımıza gelen kötülükler, bu sözün doğru olduğunu göstermekdedir.
Şimdi iyi insanlar işbaşına geçdi. Alçakların dîne saldırmaları gevşedi.
Şimdi söz sâhibi olan, iş başında bulunan eli kalem tutan bütün müslimânların, elbirliği ile islâmiyyeti yaymağa çalışmaları lâzımdır. Önce yasak edilen farzları, unutdurulan ibâdetleri, tekrâr meydâna çıkarmalı, yayılan harâmları, ahlâksızlıkları yok etmelidir. Duracak zemân değildir. İşi gecikdirmekde fâide yokdur.
Bu gevşeklik karşısında, müslimânların yaralı kalbleri sızlamakdadır. Geçen senelerde müslimânlara yapılan baskılar, işkenceler, dahâ unutulmadı. Bunların yine hortlaması, canavarların kuzulara saldırmak ihtimâlleri, müslimânların uykusunu kaçırmakdadır. Söz sâhibleri, sünnet-i seniyyenin yayılmasında gevşek davranırsa, işbaşında olanların hepsi de, neme lâzım derler.
Birkaç günlük hayâtın kıymetini biliniz!
Eğer ipin ucunu elden kapdırırsanız, müslimânların başına kâfirlerin çullanmasına yol açarsınız. Sonra âh etmek işe yaramaz. Fârisî beyt tercemesi:
Elimden gideni, Süleymân kapdırsaydı,
hem Süleymân, hem peri, hem Ehrimen ağlarlardı.
İRŞAD
Müslimânlığın alâmetlerinden biri, imâm yetişdirmek ve bunlara câmi’lerde vazîfe vermekdir. Bu iş gevşemişdir. İslâm memleketlerinin büyüklerinden olan Serhend şehrinde kaç seneden beri bir müftî yokdu.
Bu düâcınızın mektûbunu getiren kâdî Yûsüfün dedeleri, tâ Serhend şehri yapılalıdanberi, burada kâdîlık yapmışlardır. Bunun için olan hükûmet senedleri yanındadır. Kendisi sâlih ve takvâ sâhibidir. Eğer uygun görürseniz, bu ehemmiyyetli vazîfeyi ona veriniz! Allahü teâlâ, bizi ve sizi islâmiyyetin doğru yolunda bulundursun! Âmîn.İMAM-I RABBANİ ASIRLAR ÖNCESİNDEN BUGÜNKÜ DURUMUMUZA YAZDIĞI MEKTUP
Bu mektûb da, mîr Sadr-ı Cihâna yazılmışdır. İslâmiyyeti yaymağa çalışmak lâzım olduğu bildirilmekdedir:
ALİMLER NİÇİN SEVİLİR
Allahü teâlâ, size selâmet versin! Âmîn. Âlimlerin iyiliği, milletin hepsine yayılır. Bunun için de, herkes onları sever. Çünki insanlar, kendilerine iyilik edenleri sever. Bu sevgi sebebi ile, onların ahlâkı ve âdetleri, herkese, iyilikden aldıkları paya göre bulaşır. Böylece, iyilikler, kötülükler, düzelme veyâ bozulma, başdan aşağı doğru yayılır.
İYİ İNSANLAR BAŞIMIZA GEÇTİĞİNDE BİZE DÜŞEN GÖREV
Belki de bunun için, (İnsanların dîni, başlarında bulunanların dinleri gibidir) buyurulmuşdur.
Geçen senelerde, başımıza gelen kötülükler, bu sözün doğru olduğunu göstermekdedir.
Şimdi iyi insanlar işbaşına geçdi. Alçakların dîne saldırmaları gevşedi.
Şimdi söz sâhibi olan, iş başında bulunan eli kalem tutan bütün müslimânların, elbirliği ile islâmiyyeti yaymağa çalışmaları lâzımdır. Önce yasak edilen farzları, unutdurulan ibâdetleri, tekrâr meydâna çıkarmalı, yayılan harâmları, ahlâksızlıkları yok etmelidir. Duracak zemân değildir. İşi gecikdirmekde fâide yokdur.
Bu gevşeklik karşısında, müslimânların yaralı kalbleri sızlamakdadır. Geçen senelerde müslimânlara yapılan baskılar, işkenceler, dahâ unutulmadı. Bunların yine hortlaması, canavarların kuzulara saldırmak ihtimâlleri, müslimânların uykusunu kaçırmakdadır. Söz sâhibleri, sünnet-i seniyyenin yayılmasında gevşek davranırsa, işbaşında olanların hepsi de, neme lâzım derler.
Birkaç günlük hayâtın kıymetini biliniz!
Eğer ipin ucunu elden kapdırırsanız, müslimânların başına kâfirlerin çullanmasına yol açarsınız. Sonra âh etmek işe yaramaz. Fârisî beyt tercemesi:
Elimden gideni, Süleymân kapdırsaydı,
hem Süleymân, hem peri, hem Ehrimen ağlarlardı.
İRŞAD
Müslimânlığın alâmetlerinden biri, imâm yetişdirmek ve bunlara câmi’lerde vazîfe vermekdir. Bu iş gevşemişdir. İslâm memleketlerinin büyüklerinden olan Serhend şehrinde kaç seneden beri bir müftî yokdu.
Bu düâcınızın mektûbunu getiren kâdî Yûsüfün dedeleri, tâ Serhend şehri yapılalıdanberi, burada kâdîlık yapmışlardır. Bunun için olan hükûmet senedleri yanındadır. Kendisi sâlih ve takvâ sâhibidir. Eğer uygun görürseniz, bu ehemmiyyetli vazîfeyi ona veriniz! Allahü teâlâ, bizi ve sizi islâmiyyetin doğru yolunda bulundursun! Âmîn.
İbrahim halil er