
Dostları kaybetmek, gurbete düşmek demektir.
Bazı kimseler, korkularından ötürü Allah’a ibadet ederler ki, bu kölelerin ibadetidir. Bazı kimselerde rağbetlerinden ötürü Allah’a ibadet ederler ki, bu da tüccarların ibadetidir. Bazı kimseler ise, sevgi ve şükürlerinden ötürü Allah’a ibadet ederler ki bu, seçkin ve hür kimselerin ibadetidir.”
Ali b. Hüseyin, bir cenaze gördüğü zaman şu iki beyiti okurmuş:
“Cenazelerle karşılaştığımızda korkarız, onlar geçip gidince yine eğlenceye dalarız.
Yırtıcı hayvanların saldırısına uğrayan koyun sürüsünün korkusu gibi.
Yırtıcı hayvanlar gidince, tekrar koyunlar otlamaya başlarlar.”
EY NEFSİM
Ali b. Hüseyin Zeynelabidin’in kendi nefsini hesaba çektiğini ve Rabbine şöyle münacatta bulunduğunu işittim:
«Ey nefis, daha ne zamana kadar bu dünyada kalacaksın ve bu dünyanın şenliğine yöneleceksin? Geçen atalarının ölümlerinden ve toprak altında kaybolan dostlarının gidişinden, kardeşlerini yitirişinden ibret almadın mı? Senin o akranların hep toprak altına göçtüler. Yaşadıktan sonra kara toprağın bağrına gittiler.
Onların güzellikleri orada çürüyüp yok oldu, diyarları boşaldı. Arsalarında kimse kalmadı. Kaderler, onları ölüme doğru şevketti. Dünyadan ve dünyalık olarak biriktirdikleri şeylerden el çekip gittiler. Çukurlar, onları toprağın altında bağırlarına bastılar. Ölümün pençeleri, nesilleri peşpeşe koparıp götürdü. Onları çürüterek yeryüzü ne kadar değişti. Çeşit çeşit insanlar yaşadıktan sonra toprakta kayboldular. Onların hepsi çürümeye mahkum oldular. Sonra da toprak onlardan vazgeçerek iflas etmiş kimselerin ameline döndü. Sense dünyaya yönelmiş, olanca gücünle dünyalık için çalışıyorsun. Tutkulusun, mal biriktirmeye çabalıyorsun.
Tehlikeli bir yoldasın, ama farkında değilsin, düşünsene hangi yoldasın! Kişi, sürekli olarak dünyası için çabalar, ama ahiretini unutursa şüphesiz o ziyandadır.
Daha ne zamana kadar dünyaya ikbal göstereceksin? Onun şeh-vetleriyle meşgul olacaksın? Saçların ağardı, ölüm habercisi sana geldi. Seni kovalayan ecelden haberin yok. Bu günün lezzetiyle meşgul olduğun için yarınını unutuyorsun. Oysa şehvetperestlerin, toprak altına göçtüklerini gördün. Başlarına gelen musibetleri de müşahede ettin. Kişi, ölüm korkusunu, mezarını ve çürümeyi hatırlayınca dünya eğlencelerinden ve lezzetlerinden kendini alıkoyabilir.
Kırk yaşının yaklaşmasından sonra saçlar ağarmca, daha neyi beklersin? Bu, yaşlanan kimseyi uyarır.
Sen, sanki zarar veren şeye yöneliyorsun, bunu kendi nefsinin a-leyhine kasıtlı olarak yapıyor ve doğru yola şaşıyorsun. Geçen milletlere ve yok olan hükümdarlara bir bak! Günlerin peşpeşe gelişi, onları nasıl da koparıp götürdü? Ölüm, onları nasıl yakaladı? Dünyadaki izleri silinip gitti, sadece dünyada haberleri kaldı. Haşre ve kıyamete dek toprakta çürümüş kemikler olacaklar.
Çürüyüp toprağa karıştılar. Meclislerinde oturamaz oldular. Köşkleri ıssız kaldı.
Öyle bir diyara göçtüler ki, kendilerini ziyaret eden yoktur. Birbirlerine uğrayamazlar, mezar sakinleri nasıl ziyaretleşebilirler?
Ancak mezarların tavanlarının üzerlerine toplandığını görürsün. O mezar tavanlarının üzerlerinden asırlar geçip gider.
Nice güçlü, kudretli sultanlar vardı ki, onların askerleri ve ava-neleri vardı. Dünyada iktidar sahibi oldular.
Dünyada arzuladıkları şeyleri elde ettiler, orada köşkler ve büyük köyler inşa ettiler. Orada mallar ve zahireler biriktirdiler, güzel cariyelere ve kadınlara sahip oldular.
Ölüm geldiğinde ölümün pençesini, onun biriktirdiği zahireleri geri çeviremedi.
İnşa ettikleri ve çevresini nehirlerle büyük köylerin kuşattığı kaleleri de kendisini ölüme karşı koruyamadı.
Hiçbir hile, ölümü ondan uzaklaştıramadı. Askerleri de onu Ölüme karşı korumaya meyletmedi.
Allah’ın geri çevrilmez takdiri ona geldi. Asla reddedilemiyecek hükmü onun üzerine indi. Hüküm sahibi, sonsuz güce sahip olan Allah, yücedir. O, en büyüktür, güçlü ve kahredicidir. Zorbaları helak edici, büyüklük taslayanları da mahvedicidir. O, öyle bir sultandır ki, onun gücü karşısında bütün sultanlar boyun eğerler. Bütün hükümdarlar, onun kuvveti karşısında helak olurlar.
O, öyle güçlü bir hükümdardır ki, hükmü geri çevrilemez.
Hikmet sahibi ve bilgilidir, emri geçerli ve kahredicidir.
Bütün güç ve izzet sahihleri, onun zatının izzetine yöneldi.
Nice güçlü ve muktedirler, o kuvvet sahibi Allah’ın önünde küçülürler.
Zorba hükümdarlar bile, Arş-ı A’la’nın sahibinin izzeti karşısında boyun eğip teslim olur ve güçsüzleşirler.
Dünyadan ve dünyanın tuzaklarından kaçının. Onun size karşı burduğu tuzaklardan uzak durun. Sizin için hazırladığı süs ve ziynetlere yaklaşmayın. Size izhar ettiği güzelliklerinden ve ibraz ettiği şehvetlerden ve ayrıca sizden gizlediği öldürücü ve helak edici tehlikelerinden kendinizi koruyun.
Dünyanın, gördüğün feci hallerinden uzak dur. Ö halleri defetmeye dua et. Allah, seni zahid olmakla memur kılmıştır.
Gayret göster, gafil kalma, uyanık ol. Şenlendiren kimse, az bir zaman sonra bu diyarı terkedecektir.
Paçaları sıva, gevşeme. Ömrün sona erecektir.
Sen de daimi diyara gidicisin.
Dünyayı isteme, çünkü elde etsen de,
Dünya nimetlerinin tümü sana zarar verir.
Akıllı kimse, dünya için hırs gösterir mi? Ya da akıllı kimse, dünya nimetleriyle mutlu olur mu? Oysa akıllı kişi, dünya nimetlerinin ve dünyanın faniliğine kuvvetle inanmıştır. Dünyanın bakiliğine timi t beslemez.
Gecelemekten korkan kimsenin gözleri nasıl uykuya dalar? Bütün işlerinde ölümü bekleyen kimsenin gönlü nasıl rahatlar?
Dikkat edin, elbetteki hayır, ama bizler nefislerimizi aldatıyoruz.
Korktuğumuz ve çekindiğimiz şeye karşı lezzetler bizi meşgul edip aldatıyor.
Sırların ortaya çıktığı günde, adalet divanında duracak olan kimse hayattan nasıl lezzet alabilir?
Sanki hasredilmeyeceğiz ve bizler başıboş bırakılmışız da ölümden sonra hesap yerine götürülmeyeceğiz?
Nasıl olur da dünyadaki insan, dünya lezzetlerini elde eder ve dünyanın güzellikleri ile bir hoş olur? Oysa dünyada çok çeşitli tuhaflıklar ve insana darbe vuran feci haller vardır. Dünyanın musibetlerinde de, dünyanın elde edilmesi.için duyulan talebte de çok azap vardır. Dünyada hastalıklar, musibetler, yorgunluk ve elemler vardır.
Her gecede ve günde görmüyor muyuz ki, dünya bizi harcıyor ve ertesi sabah tekrar hayata döndürüyor.
Dünyanın afetleri ve kederleri, peşpeşe üzerimize geliyor.
Bu haldeki kimse, dünyanın kendisi için kalıcı olduğunu nasıl düşünebilir?
Böyle bir kimse, dünyasından emin değildir, dünyaya imrenme-melidir.
Oysa dünya onun canını alma talebinden asla vazgeçmemektedir.
Dünya, kendisinde ebedi kalmak isteyen nice kimseyi aldatmıştır. Kendisini elde etmeye çabalayan ve üzerine yumulan nice kimseyi yere yıkmıştır. Böyleleri tökezledikleri için kurtulamamışlardır. Yere düştükten sonra da kendilerini toparlayamamış ve ayağa kalkama-mışlardır. Dünyanın verdiği elemden kurtulamamış, hastalıklardan şifa bulamamış ve darbelerden de kurtuluş yolu bulamamışlardır.
Aksine dünya, güç ve iktidardan sonra onları kötü hallere düşürmüştür ki, artık dönüp kurtulamamışlardır.
Böyleleri kurtuluşun kalmadığını ve kendisinden sakınılması imkansız olan ölümü görünce pişman olmuşlardır.
De ki, o zaman pişmanlık fayda vermemiştir. İşledikleri büyük günahlara da ağlamışlardır.
Geçmiş günahlarına ağlamışlar, geride bıraktıkları dünya için hasret çekmişler ve günahlarından ötürü mağfiret dilemişlerdir. Ancak o zaman mağfiret dilemek, kendilerine fayda vermemiştir. Özür dilemeleri ve mazeret beyan etmeleri de onları kurtaramamıştır, ölümün geldiği ve belanın çöktüğü esnada.
Ölümün keder ve hüzünleri onu kuşattı.
Kaderler onu aciz bıraktığı zaman da şaşırdı.
Ölüm sıkıntısından onun için kurtuluş yoktur.
Sakındığı şeyden de kendisi için bir yardımcı yoktur.
Ölüm korkusu, onun nefsini canından çıkardı.
Küçük dilini yuttu ve kendi hançeresi titremeye başladı.
İşte o esnada ziyaretçileri korktu ve azaldı. Ailesi ve çocukları, onu kaderin hükmüne teslim etti. Öleceği esnada çevresindeki insanlar, vaveylalarını yükselttiler. Hasta yatağında artık onun iyileşmesinden ümit kestiler. Ölünce de kendi elleriyle gözlerini kapattılar. Kendisi de canım verdikten sonra ayağını uzattı, dostları yanından ayrıldılar. Müşfik arkadaşı da onu terketti.
Nice sancı çeken kimse var ki, musibete uğrayan kimse, onun için ağlar.
Nice sabırdan ümit bekleyen kimse var ki, kendisi sabredemez.
Nice kendisi için Allah’a dua edip ihlasla “İnnâ lillâh ve innâ iley-hi râciun” diyen kimse var ki,
Zikrettiği her kelimeyi sayar.
Onun vefatından ötürü nice sevinen ve müjdelenen kimse vardır, ama,
Az bir süre sonra onlarda onun gideceği yere gideceklerdir.
Ölümünden sonra kadınları yakalarını yırtarlar. Cariyeleri yüzlerini tokatlarlar. Kaybe dili sinden ötürü komşuları vaveyla koparırlar, yokluğundan ötürü kardeşleri üzüntüye boğulurlar ama sonra da onu teçhiz etmeye yönelirler, onu defnetmek için paçaları sıvarlar. Sanki o, daha önce aralarında kıymetli ve uğruna can feda edilen bir kimse değildi. Her haliyle ortada olan bir sevgili değildi.
Yakınında bulunan ve kavmi arasında kendisini en çok seven ki-Şi,
kefenlemek için başkalarım da çalışmaya sevkedip teşvik eder,
Yanında bulunanlar, onu yıkamak için paçaları sıvarlar.
Canını verir vermez kazıcıyı mezara gönderirler.
Kendisi de iki bez parçası ile kefenlenir, kardeşleri ve aşireti et-rafinda toplanıp onu mezara götürürler.
Onun çocuklarından en küçüğünü görürsen bakarsın ki, üzüntü onun kalbini kaplamıştır. Babasına olan üzüntüsünden ötürü kendisinin de ölümünden korkulur. Gözyaşları, onun gözlerini kaplamıştır. Babasına ağlar ve şöyle der:
Eyvah, vay babacığım!
Ölümün çirkin bir manzarasını gördüm, gayet korkunçtu. Bir ayna gibi idi. Bakan “kimse ondan ürkerdi.
Ölenin en büyük çocukları, üzüntüden ölmek üzeredirler. Oysa ki, küçük çocukları babalarını unutmak üzeredirler.
Kadınları onun için çok üzülürler.
Gözyaşları, yanaklarının üzerinde derin izler meydana getirir.
Sonra ölüyü köşkünün genişliğinden çıkarıp mezarının darlığına götürürler. Mezara konulunca kerpiçler üzerine kapatılır. Amelleriyle başbaşa kalır. Günahları onu kuşatır, gördüğü manzaradan ötürü sıkılır. Sonra yakınları, kendi elleriyle onun üzerine toprak atarlar. Üzerine çok ağlar ve feryad ederler. Sonra üzerinde bir saat kadar bekler ve ona bakmaktan bıkıp usanır, hayata dönmesinden ümid keserler. Sonra da onu işlediği günahlar ve taleb ettiği şeylerle başbaşa bırakıp dönerler.
Şiddetli bir hüzünle onun üzerine eğildiler. Hepsi de, sakıngan bir şekilde, kardeşiyle karşılaşan kimseyi andırırlar.
Tıpkı güven içinde otlayan koyunlar gibi ki,
Derileri yüzen kişi, elindeki bıçağı ile paçalarım sıvamış olarak karşılarına çıktığında,
Ürküntüye kapılırlar, çok otlamadan geri dönerler.
Eli bıçaklı kişi, oradan uzaklaşınca tekrar otlamaya ve meralarına dönüp otlamaya başlarlar. Daha önce kardeşlerinin başına gelen musibeti unuturlar.
Bizler de koyunlara mı benzeyeceğiz, onların âdetine mi uyacağız? Çürüme diyarı olan mezara göçen kişiyi an, onun toprak altındaki yerinden ibret al. Gördüğün gibi korkunç hallere maruz kalan kimsenin durumundan ders al.
Mezarında yalnız kaldı. Mirasçıları, çocukları ve hısımları da malını paylaştılar.
Malının üzerine çullanıp paylaştılar. Mirasçılardan hiçbiri de onu övmedi ve ona teşekkür etmedi.
Ey dünyayı imar eden ve ey dünya için çalışıp çabalayan kişi!
Ey başına musibetler gelmesinden emin olan kişi, sen de bu hale geleceksin. Nasıl emin olabiliyorsun kendinden? Seni ölüme götüren bir binek olan hayatını nasıl heba ettin? Teneşir tahtasına baktığın halde yediğin yemeklerle nasıl doyarsın? Afet ve musibetlere götüren bir binek olan şehvetlerle nasıl mutlu olabilirsin? Yaklaşan göç için azık hazırlamadın. Sen sefere çıkmak üzere olan bir yolcu durumun-
dasın.
Eyvah! Tevbemi daha ne zamana kadar erteleyeceğim?
Ömrüm sona ermek üzeredir. Ölüm çukuru da bana bakmaktadır.
Bütün işlediğim ameller deftere kayıtlıdır.
Hükmü adil ve muktedir olan zat, amellerimin karşılığını verecektir
Daha kaç kez dünyanı ahiretinle yamalayacaksın. Kendi heves ve azgınlık atına bineceksin? Seni zayıf inançlı biri olarak görüyorum. Ey dünyasını bu dine tercih eden adam! Rahman sana bunu mu emretti? Yoksa Kur’ân, bunun için mi nazil oldu? Önündeki şiddetli hesabı hatırlamıyor musun, zorlu akibeti düşünmüyor musun? Mal toplayıp servet sahibi olan, binaları yükseltip süsleyen ve şenlendiren kimsenin durumunu hatırlamıyor musun? Bunların hepsi Ölmediler mi, şimdi yerleri mezar değil midir?
Baki kalan ahiretini harab ediyor, fani olan dünyayı imar ediyorsun.
Oysa dünya sana kalıcı değildir. Şenlenmez, ahiretini de kazanamadın.
Ölüm, ansızın sana geldiğinde hayır işlememiş isen Allah katında nasıl bir mazeretin olacak?
Dinin noksan, malın çok olduğu halde hayatının sona ermesine razı olur musun?»
İbrahim Halil ER