Suriyelilerin Göç Ettirilmesi Kasıtlı Bir Stratejinin Ürünü mü?
Suriyeliler, rejimin Esad ailesinin yönetimini teminat altına alan tüm araçlara sahip olmaya çalıştığını ve bu hedefe ulaşmak için en ağır suçları bile işlemekten çekinmediğini bilmektedir. Ancak Esad rejiminin ebediyen yönetimde kalabilmesi için tüm halkı evlerinden, köylerinden, beldelerinden ve şehirlerinden çıkaracakları, Suriye içerisinde veya dünyanın dört bir yanına göç etmeye mecbur tutacakları ve yerine diğer halklardan insanlar getirmeye tevessül edebilecekleri, bu amaca ulaşmak için en büyük kitle imha silahlarını kullanabilecekleri, şehirleri kuşatıp insanları aç bırakabilecekleri, İranlıların Şii yapılar inşa etmelerine ve mezhep değiştirmeye teşvik ederek insanlara yardım ve hizmet sunmak için fakirliklerinden istifade etmelerine, kutsal türbelerin bulunduğu bahanesiyle başkenti Şam’ın güneyinde geniş alanlara hâkim olmalarına izin verebilecekleri kimsenin aklından geçmezdi.
“Öte yandan göç ettirilen Suriyelerin evleri ve mülklerinin Şiilerin mülkiyetine geçme durumu sadece başkentin güney bölgeleri ile sınırlı kalmamış, bilakis Şam’ın asıl yerlilerinin demografik yapısının değiştirilmesi hedefiyle Şam’ın eski mahallelerine kadar intikal etmiştir. Ahaliyi göçe zorlama politikası her birinin hedef ve gerekçeleri farklı olsa da Esad ve İran’ın buluştuğu ilk noktadır. Esad muhaliflere iyi bir darbe vurmak istemekte ve harabe hâline de gelse Suriye’nin tamamına yeniden hâkim olmayı arzulamaktadır. İran ise Şii düşüncesinin yayılmasına ek olarak Suriye’de yaşanacak bir barış ortamını kontrolü altında tutmasına imkân sağlayacak şekilde Suriye topraklarında varlık ve nüfuz kazanmak adına ülkenin nüfus yapısını değiştirmek istemektedir. Bunda şüphe yoktur ki, Suriye toplumunun yapısında yaşanan bozulmanın devam ettiği düşünüldüğünde bu açık bir iş savaşa dönüşecek, Suriye’nin millî şahsiyeti kalmayacak, istikrarı sarsılacak ve patlayacaktır. Öte yandan bu durumun coğrafi sonuçları bölgeyi tamamen aynı yola sokacaktır.”
“Öte yandan bazı bölgelerde İran rejimi demografik değişiklik planlamasına etkin katılım sağlamış ve şehirleşme propagandası yapan milis ve kurumlar inşa etmek suretiyle bu değişiklikteki etkisi büyük ölçüde artmıştır. Örneğin Suriye’nin birçok şehrinde İranlı iş adamlarının büyük ölçüde gayrimenkul satın alım dalgalanması sonrasında suç duyurulara başvurulmuştur. Bu satın alımlar ise birinci dereceden başkent Şam’ın veya Humusun şehir merkezinde yaşanmış, öte yandan Suriye’den kaçan kimselere ait mülkler bu iş adamlarına satılmıştır. Bizzat İran büyükelçiliği Emevî Camiinden Duma kapısına kadar uzanan Şam’ın eski ve tarihi mahallelerinde gayrimenkul satın almaya çalışmıştır. Bu bağlamda Tahran başkentin batısında Seyyide Zeynep makamı bölgesinde çok sayıda ev ve büyük araziler satın alırken, Hizbullah buraları büyük ölçüde kendini korumak için kullanmış ve bir güvenlik koridoru gibi değerlendirilmiştir. 2012 yılının sonundan bu yana buralara Lübnanlı Şii aileler yerleştirilmiştir. Bu faktörler boyutuna bakılmaksızın sadece bir grup olarak bile Suriye’de mezhep gerginliklerini daha da katlamış ve demografik değişiklik söylemleri kullanılmaya başlamıştır.”
“İran’ın imparatorluk projesi zincirinin demografik açıdan en zayıf halkası Suriye’dir. Ama Suriye diğer yandan jeostratejik standartlarda altın halka mesabesindedir. Şia Irak’ta en fazla nüfusa sahip olan mezhep iken Lübnan’da en büyük üçüncü nüfus kütlesini oluşturmaktadır. Ancak Suriye’de Şii nüfus 2010 yılına kadar ahalinin sadece %0,5’ini bile geçmemekteydi. Bu nedenle İran Suriye’de Şii nüfusunun sayısını arttırmaya çalışmakta, Suriye topraklarına sahip olmak, yerleşmek, vatan edinmek, vatandaşlık kazandırmak ve Şii mezhebini yaymak amaçları için farklı yollar izlemektedir. Bununla birlikte Sünnî Araplar Suriye topraklarından göçe zorlanmaktadır. Esad ‘Bugün Suriye’nin toplumsal dokusu öncekine göre çok daha iyi’ sözleriyle âdeta İran’ın lisanı halini ve çıkarlarını tabir etmektedir. İşte böylece İran Suriye’de El Kasır, batı Kalemon ve Şam kırsalının bazı bölgelerinde olduğu gibi askerî güç kullanarak ya da gayrimenkul satın alma projesi, yatırım oluşturma ve Şii mezhebini yayma gibi yumuşak güç ile demografik yapıyı değiştirmeye çalışmaktadır.”
İranlıların ve Şii milislerin mülk sahibi olma yollarının kolaylaştırılması hususunda İran nüfuzunu kullanmış, yasama yolu ile sağlanan kolaylıklar ve hukuki kılıf da dâhil olmak üzere gerekli her türlü imkân Esad tarafından sağlanmıştır. Bu bağlamda davalarda davalılara gıyaben tebliğ yapılmasına izin veren 2013 yılı 25 sayılı kanun sıcak bölgelerdeki gazetelerde yayınlanmıştır. Öte yandan 2015 yılı 19 sayılı kararname yayınlanarak idari birimlerin mülklerinin tamamının ya da bir kısmının yönetim ve yatırımı hedefiyle Suriye uyruklu özel kapalı anonim şirketlerinin kurulmasına izin verilmiştir. Bu kanunla Suriye topraklarının kar ve ortaklık temeli üzerine alım satımına izin verilmiş olup, bu İranlılar için sağlanmış bir kolaylıktır. Çünkü gerekli paraya sahip olan İranlılar yönetimin uygulayıcı rolünü üstlenen ve sayıları gayet az olan ortak Suriyeli büyük iş adamları ile ortaklık kurmak suretiyle bu kanundan faydalanmaktadırlar. Buna ek olarak Suriyelilerin gayrimenkullerinin İranlılara satışının kolaylaştırılmasını mümkün kılan bir başka kanal daha açılmış, arazileri satılsa bile borçlarını ödeyemeyecek kadar zor durumda olan borçlu mülk sahiplerine “hukuki çözüm” adı altında işaret konularak, gayrimenkulleri açık arttırmada satılmış ve bu gayrimenkullerin muhtemel müşterileri İranlılar olmuştur.
İran büyükelçiliği Esad rejiminin üst düzey istihbarat sorumlularından tam bir kolaylık ve gözetim desteği almış ve bu durum özellikle de eski Şam kentinde Emevî camisinden Duma kapısına kadar uzanan bölgede Suriyelilerin gayrimenkullerinin İranlılara satış operasyonlarına imkân sağlamıştır. Bu satışlar Şam’ın doğusundaki Guta’ya, özellikle de El Meliha bölgesine kadar uzanmıştır. Öte yandan bu bölgelerin mirî arazilerinden olduğu yani devletin mülkünde bulunduğu bilinmekte olup, bu durum arazilerin hukukî kılıf ile İranlılara satışını daha da kolaylaştırmıştır. Bunun yanında Suriye hükûmeti tarafından sadece İranlılara açık ihaleler düzenlenmiş, İranlıların satın aldığı tahrip edilmiş ikamet alanları yeniden imar ve yerleşime açılmış, diğer yaşam alanlarının ahalisi ise Suriye rejimini destekleyen tutum sergileseler bile evlerini boşaltmaya mecbur tutulmuştur.
İranlıların mülk sahibi olmasının kolaylaştırılması için teröre destek vermiş, sayılanların yani güvenlik güçlerinin saldırıları nedeniyle ülkeden kaçan muhaliflerin gayrimenkullerine el koymaya izin veren bir kanun daha düzenlenmiş, sonrasında bu gayrimenkullere el konularak Hizbullah ve İran komuta kademesinden subaylara dağıtılmıştır. Bu subaylar Lübnan, Irak veya İran kimlik kartlarının yanında Suriye kimlik kartına da sahip olmuşlardır. Bu tür araziler sadece Şam’da olmayıp Humus, Nebek, Huran ve Suriye’nin diğer birçok şehir ve kentinde yer almaktadır. İran bu alanda gayrimenkul tacir ve kuruluşları, emlakçılar ve Suriyeli gayrimenkul ofisi sahiplerinden oluşan büyük bir şebeke oluşturmuş, kendi çıkarları doğrultusunda Suriyelilerin mülklerini ve gayrimenkullerini satın almak için bu şebekeye milyonlarca dolar akıtmıştır. İran Ensar bankası ve Mehir finans kuruluşu gibi İran Devrim Muhafızları ile ilişkili bazı banka ve finans kuruluşları daha fazla olanaklar sağlamışlar ve Suriye’de gayrimenkul satın almak isteyenlere büyük kredi imkânları sunmuşlardır. Şii merkezleri ise bazıları yardım kuruluşu veya hayır derneği, bazıları ise ticari ofis veya kültür merkezi adı altında Suriye’nin birçok bölgesine yayılmış bulunmaktadır. Bu Şii merkezler Lübnan Irak ve İran’dan gelen kişi ve yatırımcılar lehine arazi ve gayrimenkul satış işlemlerini düzenlemekte ve hayali rakamlarla asıl arazi sahiplerini tahrik etmektedir.
İran’ın bu kuşatma politikasının en yoğun olduğu bölge birinci derecede başkent Şam ve kırsalı olup, bu bölge sadece askeri hedefte değil sembolik, siyasi, coğrafi ve iktisadi açılardan da büyük öneme sahiptir. Tahran Halep’in kıymetli bölgelerindeki gayrimenkulleri satın almak için rejimin iş adamlarının elinden istifade etmiştir. Humus’ta ise 2007 yılında önerilen “Humus rüyası” projesi yeniden hayata geçirilmiş ve rejimin iddia ettiği üzere yeniden imar planları çerçevesinde yıkıma maruz kalan ve ahalisi boşaltılan Baba Ömer, Bab El-Siba, Halidiye, Hay El-Sebil mahallesi ve benzeri bölgeler kontrol altına alınmış ve İran bu projelerden büyük miktarda pay sahibi olmaya çalışmıştır. Tarsus şehrinde ise rejimin vakıflar bakanı Muhammed Abdulsettar El Seyit tarafından sunulan tam destek ve gözetim sayesinde gayrimenkul mülkiyetlerinin Şiilerin üzerine geçirilmesi suretiyle rejimin kontrolü altında bulunan bölgelerde demografik yapının değiştirilme girişimleri şeklinde birtakım hareketlenmeler görülmüştür. Tarsus adalet sarayını takip edenler Şii emlakçıların Lübnan, Irak ve İran’dan gelen yatırımcılar lehine olmak üzere hayali fiyatlarla arazi sahiplerini tahrik ederek arazi ve gayrimenkullerin satın alım işlemlerini düzenlediklerini nakil etmektedirler. Bu sırada asıl gayrimenkul ve araziler farklı şekillerde tehdit altında zorla satın alınmış bulunmaktadır.
Öte yandan rejimin vakıflar bakanı tarafından satılan vakıf arazilerinin çoğu satış işlemleri gizli yapılmakta olup, yani gayrimenkul çıkarları açısından meçhul bulunmaktadır. Yine Tartus şehrinde yardım kuruluşu, hayır derneği, gayrimenkul acenteliği, ticaret ofisi, araç mağazası ve kültür seminerleri adı altında birçok Şii merkezi yayılmaya başlamıştır.
Diğer bir demografik yapı değişikliği, aynı şekilde yeniden imar konusu da sistemli olarak demografik yapının değiştirilme politikası çerçevesine alınmıştır. 2012 yılının eylül ayında Beşar El-Esad 66 sayılı kararnameyi imzalamış ve çarpık ve izinsiz yapılmış iskân alanlarının yeniden düzenlenmesi ve yenilenmesine karar verilmiştir. Böylece yeniden imar projesinin hukukî ve finansal temelleri oluşturulmuştur. Bu kararname doğrultusunda rejim başkent Şam’da iki büyük bölgenin yıkılmasına ve buraların istimlâk edilmesine karar vermiştir. Muhaliflere verdiği destek ile bilinen bu iki bölgeden birincisi Oto Sitrat El-Mazza anayolu üzerindeki El-Razi Hastanesi’nin arkasında kalan bölge, ikincisi ise Suriye başkentinin güney yakasında El-Kadem mahallesinin yanındaki bölgedir. Ancak bu esnada rejime destek veren ahalinin ikamet ettiği “Mazza 86” ve başkentin kuzeydoğusunda bulunan “İş El-Vera” gibi çarpık yapılaşmaya sahip diğer iskân bölgeleri planlama kapsamında alınmamış, bu durum alınan kararın demografik boyutlarında şüphe mahalli teşkil etmiştir.
Medyada dolaşan haberlere göre, İran rejimine yakın İranlı tüccarlar, başta Emevî Camii yakınlarındaki Seyyide Rukiyye’nin mezarının bulunduğu muhit olmak üzere Suriye’nin başkentinde büyük gayrimenkuller satın almışlardır. Her ne kadar Tahran’a yakın tüccarların bu büyük gayrimenkul satın almalarının amacı bütünüyle bilinmese de bir şekilde Tahran’a (ve rejime) bağlı yeni bir elit oluşturmayla bağlantılıdır. Ancak bu bağlamda Suriye’de hâlihazırda var olan Şii dini merkezleri (ilmi havzaları) unutmamak gerekir. Şark’ül Evsat gazetesinin bir haberine göre, 2001-2006 yılları arasında 12 ilmî havza ve 3 Şii eğitim fakültesi açılmıştır.
Suriye’nin orta bölgelerinde rejimin güçlü olduğu yerlerde çatışmalar başladıktan sonra bu tarz merkezlerin inşasına hız verilmesi kuvvetle muhtemeldir. Kuzeydeki Şiilerin (Kafriya ve Fuah Şiileri gibi) demografik transfer faaliyetleri bağlamında güneybatıya aktarılmasıyla Tahran, ideolojik etki oluşturmanın önemli bir aracı olarak dinî eğitime yatırım yapmaya çalışacaktır. Bu Şii gruplar (dışarıdan getirilip Suriye’ye yerleştirilen Şiilerin yanı sıra) Şam’ın ve Tahran’ın faydalı Suriye kordonu için güneybatı tarafından kurdukları insani bir tampon görevi görmektedir. Haberlere göre, Lübnan Hizbullah’ı 2016’nın ocak ayında, Zabadani yakınlarındaki Merc El-Tal’da askerî bir üs inşa etmiştir. Bu haberlere göre Hizbullah, Zabadani ve Medaya arasındaki bağlantı yolu üzerinde bulunan tüm yerleşimcileri evlerini boşaltmaya zorlamıştır.
Suriye’nin birçok bölgesinde büyük boyutlarda türbeler inşa edilmiş ve neticede bu durum Ehl-i Beyt sevgisi üzerinden dine davet kılıfı altında çevrenin bir yerel İran sömürgesi diye isimlendirilebilecek bir konuma gelmesine sebep olmuştur.
Hızlı bir şekilde Şii okullarının açılmasına ve Şii dinî fakültelerinin yaygınlaşmasına izin verilmiş, Sünnîlere tam baskı uygulanırken Şiilere gerekli destek ve resmî kolaylıklar sağlanmıştır. İstatistikler 2001 ilâ 2016 yılları arasında sadece Seyyide Zeynep Bölgesi’nde on ikiden fazla Şii okulunun ve Şii dinî eğitim fakültesinin açıldığını göstermektedir.
Fakir ve muhtaçların mezheplerini değiştirmeye ikna edilmesi için İran ve tâbilerinin yaptıkları ekonomik ve mali tahriklere izin verilmiştir. Şii mezhebinin misyonerlik çalışmalarına resmî bir şekilde alan açılması sağlanmış, basın araçlarını, özellikle de devletin resmi televizyonlarını güçlü bir şekilde kullanmalarına imkân tanınmıştır. Meselâ Iraklı Şii misyoner Abdülhamid El Muhacir’in Suriye resmî televizyonunda bir saat boyunca program yapmasına izin verilmiş ve aynı durum Iraklı Şii misyoner Abdülhey Zehra için Fm radyo istasyonunda uygulanmıştır. Bu yayınlarda Lübnan Hizbullah’ı ve Irak’ta İslam Devrimi Yüksek Komitesi’nin temsil ettiği düşünce ve politikalar yayınlanmıştır. Hukuki verilerden tamamen uzak bir şekilde vatandaşlık verme çalışmaları yürütülmüştür.
İBRAHİM HALİL ER
İbrahim hocam,
şii, wehhabi/selefi zıtlaşmasında arada kalan ehli sünnet ceza ödüyor! Bu iki grubun akıllanma ümidi de yok, ne yazık ki… sufilerin hurafe dolu inanışları da ayrı bir konu!
Siz, bu üç ana soruna karşılık ehli sünnetin ne gibi tavır alması gerektiğini ve çözüm için neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? yüzlerce yıllık sorunlar ve çözülmesi zor bir çelişkiler yumağı ama bununla yüzleşmeden düzlüğe de çıkmamız imkansız!
Benim aklıma,
1- ümmetin fikir hürriyeti kavramına alışması, tekfircilikten kaçınması,
2- hükmü ahirete bırakması- ki hemen mürcie ilan ediliyoruz!- geliyor ama, sizin bilgi ve öngörünüze değer veriyorum, sizden bu konuda bir yazı rica ediyoum – tabii özetini site de yayınlama iznini de –
Muhabbet ve selam ile
CEVAP : Dini ihtilafların siyasi meselelere karıştırılmaması ve siyasi alanlarda ümmet fikrinin benimsenmesi, dini ihtilafların ulemaya bırakılması