Yaygın olarak kullanılan İslam tarihi ismi, aslında bir dinin tarihi gibi algılanmasına rağmen, bu bir dinin tarihinden çok, o dine inananların tarihini ifade etmektedir. Bundan dolayı İslam tarihi kavramının kullanılması yanlıştır. Çünkü bu, Müslümanların tarihidir. Doğrusuyla-yanlışıyla, iyisiyle-kötüsüyle bütün Müslümanların… Nasıl ki Avrupa tarihini bir Hıristiyanlık tarihi olarak algılamıyor ve bu doğrultuda eserler yazılmıyorsa, bir Müslüman tarihinin İslam tarihi olarak yazılması da yanlıştır. Bunun sakıncaları şu şekilde sıralanabilir: Bu tarih içerisindeki bütün hatalar ve zalim hükümdarlar da İslam’a mal edilebilme yanlışına düşülebilir. Hatta kimi tarihçiler ve İslam düşmanları, tarihteki bu örnekleri sürekli ön plana çıkartarak buradan İslam’ı eleştirmektedirler.
Halbuki bu olaylardan İslam’ın herhangi bir eleştiri almaması gerekmektedir. Çünkü bu doğrudan İslam’ın kendisi değil, onun müntesiplerinin yaşamları, kavgalarıdır. Hatta bu tarih içerisinde birçok İslam alimleri de baskıdan nasiplerini almışlardır. Bir İmam Malik, seksen yaşlarında olduğu halde Emevi halifelerinin yanlışlıklarını meşrulaştırmadığından, Medine sokaklarında kendisine dayak atılmış, bir İmam Ebu Hanife de bu baskıdan nasibini almıştır. Hatta Peygamber ailesi bile oluşan bu tehdit ve devlet teröründen nasiplerini almışlardır. Peki bütün bu hatalar nasıl olur da İslam’a mal edilebilir?
İslam tarihindeki bir çok diktatör ve kralları, biz İslam tarihi içerisine alırsak bir ölçüde meşrulaştırmış olmuyor muyuz? Bundan dolayı ben İslam tarihi kavramı yerine Müslümanların Tarihi kavramının kullanılmasını tercih ediyorum. Hatta bunu tavsiye de ediyorum. Böylece bütün yanlışlıklar, İslam’a değil, onun inananlarına yani gerçek sahiplerine mal edilmiş olacaktır. Çünkü İslam tarihi denilince daha çok o dinin nasıl ortaya çıktığı, nasıl yayıldığı, fikirleri ve bu fikirler uğrunda yapılan mücadeleler anlaşılmaktadır. Bir Yahudi tarihi, Hristiyanlık tarihi veya Budizm tarihine bakıldığı zaman, bizdeki gibi o dine inananların binlerce yıllık devlet ve geleneklerini anlatmaz. O dine inanların kendi kültür ve gelenekleriyle o dinin kendisini birbirinden ayırarak, bu konuda doğabilecek sıkıntı ve eleştirilerden kendisini kurtarmış olur.
İslam tarihçileri, İslam tarihi kavramı yerine Müslüman tarihi kavramını kullandıkları zaman, İslam adına kendilerine yöneltilen bazı eleştirilerden kurtuldukları gibi, bunu savunma zorunluluğundan da kendilerini muaf hisseder ve o yanlışlıkları sahiplerine iade ederler. Örneğin, bazı ilmi çalışmalar yapanların cezalandırılması veya İbn-i Sina, Farabi gibi alimlerin baskı altına alınmaları konusunda kendilerini daha rahat hissedebilirler. Müslüman tarihi, İslam dininin tarihi değildir. O tarihte kendilerine özgü zafiyetler ve Müslümanların hatalarıyla doludur. Dolayısıyla bu kavram daha yerli yerine oturmaktadır. Çünkü günümüzde bir çok İslam ülkesi denilen devletlerde İslam yasaklanmakta ve Müslümanlar baskı altına alınmaktadır. Yarın tarihçiler, bu devletleri de İslam devleti kategorisine sokarak onların yanlışlıklarına da sahip çıkmaya çalışacaklardır. Sonuç olarak, tarihi daha sağlıklı değerlendirebilmek, İslam ile Müslümanları gerektiğini şekilde değerlendirmek, bizi daha sağlıklı bir sonuca götürecektir.
İbrahim Halil ER
YeniŞafak Gazetesi