Küçüktüm, daha ilkokula bile gitmiyordum. Ama çok yaramazdım. Yani afacan olduğum yaslardaydım. Evimizin avlusunda bir kuyu vardı. Bizimkiler su ihtiyacını buradan giderirlerdi.
Bir gün ikiz kardeşime,
– hadi biz de buradan su çekelim, dedim.
İkimiz de oradan su çekmeye karar verdik.
Fakat elimiz çıkrığa yetişmiyordu. Kuyunun önündeki duvarın üstüne çıktık. Çıkrığın bir tarafını ben diğer tarafını ikizim tuttu. Suyu çekmeye başladık. Ortalara geldiğimizde yorulmaya başlamıştık…
– Ben yoruldum dedi kardeşim
– Ben de yoruldum dedim
– Ne yapacağız, bırakalım mı?
– Olur, üç deyince aynı anda bırakalım..
-Tamam
Ben üç deyip bıraktığımda o bırakamamıştı ve hızla kuyuya doğru inen ve geriye saran çıkrıklarla birlikte kardeşimin de düştüğünü gördüm.
Kardeşimin kuyuya düştüğünü görünce bağırdım. Gürültüden ve sesten annem ve ablam koşarak geldiler. Benim de atlamam için beni tuttular, ardından babama haber verdiler.
Babam, her zamanki gibi kitaplara dalmıştı. Sarığı ve cübbesi ile hem koşarak geldi.
Üstündekileri çıkarıp hemen kuyunun ipine tutunarak kuyuya indi.
Babam çocuklarına çok düşkündü. Ondan doğrusu böyle bir sportif hareket beklemiyordum. Ama o çocuğunu kurtarma aşkıyla gözünü kırpmadan kuyuya indi.
Bu arada sesimizden köylüler de gelmişti. Babam, çocuğu kovaya koydu ve köylüler onu çektiler. Biraz sonra o babam da çıktı.
Babamın baş parmağı kuyuya inerken kuyunun ipinin oluşturduğu sürtünmeden dolayı yaralanmıştı. Vefat edinceye kadar o parmağını açamadı.
Babama
– Nasıl olur da çocuk kuyuda boğulmamış? diye sorduklarında şöyle demişti…
– Kuyu suyunun başladığı yerde bir taş çıkıntısı vardı. Ben kuyuya indiğimde onun bu taşa tutunmuş olduğunu gördüm. Onun boğulmasını engelleyen bu taşa tutunması olmuştu… Beni görünce hemen bana sarıldı, demişti…