O gün misafirler geliyordu eve.. aile telaş içinde hazırlıklar yapıyordu. Elif, marketten alışveriş yapması gerekiyordu. Nedense böyle angarya işler de hep beni bulur diye sıkıldı içinden Elif, ama bunu annesine belli etmedi. Ne de olsa evin reisi oydu, günün tüm hışımını üzerine çekmek istemiyordu. Hem markete giderse biraz açılır, ev ortamından kurtulurdu. Elif markete doğru giderken kendini arayan Hakan’a da günün yorgunluğunu anlatıyordu….
Market her zamanki gibi sakindi.. Elif, reyonları karıştıra karıştıra annesinin tüm siparişlerini aldı… kolları dolmuştu. Eşyaların ağırlığını görünce kendi kendine “neden arabayla gelmedim ki acaba” diye kızdı… hem arabası vardı ve hem de o kadar market eşyalarını kollarına almak zoruna gitmişti. Ama hışımla evden çıkmıştı ve arabayı almayı unutmuştu. Belki de market yakın diye düşünmüştü ama insanın iki kolu poşetlerle dolu olunca yakın da uzak oluyordu…
Yolda kendi kendine söylenerek yürüyordu. Bu sırada önünde yürüyen 15 yaşlarındaki erkek çocuğun yediği dondurma ambalajını yere attığını gördü. Birden celallendi… çevrenin kirlenmesine kızmıştı. Ne de olsa kadınca bir temizlik dürtüsü vardı. Annesinin “elindekileri çöpe at, hizmetçin mi var senin?” diye çıkışması geldi aklına ve o düşünceyle çocuğa “tatlım, ellerimde poşetler var, eğilip alamadım, sana zahmet attığın çöpü çöp kutusuna atıver” diyebildi. Bu arada oldukça kibar olmaya ve genç delikanlının onurunu kırmamaya dikkat ediyordu. O, en tatlı tavrını takındığından karşısındakinin hemen itaat edeceğini düşünüyordu.. Fakat delikanlı ergenliğin verdiği cesaret ve vurdumduymazlık hatta asilikle “çöpümü ben toplarsam çöpçüler ne iş yapacak?” diye kendince bilimsel bir cevap verdi..
Çocuğun verdiği cevap onu afallatmıştı.. Hiç beklemiyordu. Beklemediği bir cevap olduğu için de rinkte sağ yumruk beklerken sol yumruk yiyen boksör gibi sarsıldı. Ne cevap vereceğini bilemedi. Genç delikanlı ise bir bayana ağzının payını vermenin ve erkekliğe leke sürmemenin verdiği rahatlıkla sırıtarak ileride kendisini bekleyen arkadaşlarının yanına gitti. Arkadaşları hemen
– Oğlum iki dakika yalnız bırakılmaya gelmiyorsun hemen kendine kız buluyorsun, diye takılırken gencin egosu tavan yaptı.
– Tabi oğlum, benim gibi yakışıklıya kim dayanır, diye cevap verdi.
Elif, önünde hızlıca cereyan eden bu olaylara şaşkın şaşkın bakarken, genç delikanlı arkaya dönüp zafer kazanmış gibi sırıtması onu daha da sinirlendirdi… Zaten evde annesinden yeterince azar işitmişti. Şimdi bir de ergenlerin eğlencesi olması hoşuna gitmemişti. Hep zaten şu aceleceliği yüzünden oluyordu. Arabayı alıp ilerideki marketten alışverişini yapıp sonra eve gelseydi bunları yaşamayacaktı…
Bu sırada telefonu çaldı, arayan annesiydi…
-“Nerde kaldın sen” diye kızıyordu, “seni de bir yere göndermeye gelmiyor, bir gidiyorsun bir daha gelmiyorsun.. yine kimbilir hangi hayallere daldın… diye azarlıyor, arkasından yoksa evin yolunu mu kaybettin? Diye bir de alay ediyordu, ardından çabuk gel… daha yemekler hazırlanacak… diye eklemeyi unutmuyordu.”
Of ya… nasıl da kötü bir gün diye düşündü. Annesinin söyleyeceği sözleri zaten ezbere biliyordu. Hatta bu eleştirilerden ve azardan daha fazlasını bile duymaya kendisini hazırlamıştı. Demek ki annesi misafirleri olduğundan performansını yitirmişti. Başka zaman olsa açar ağzını yumar gözünü ve konsere başladı. Bu nedenle annesi konuşurken telefonu kulağından uzaklaştırmıştı.
Bu arada elindeki poşetler de iyice ağırlaşmıştı. Yürümede zorlanıyordu. Annesinin dikkatini dağıtması üzerine ayağı takıldı ve poşetler elinden düştü. “İyice battık diye düşünürken…” Birisi hemen yardımına koşarak poşetleri yerden kaldırdı.
– Abla yardıma ihtiyacın var mı? diye seslendi
Kim bu centilmen diye bakarken, az önce ahlak dersi verdiği çocuğun kendisine yardım ettiğini poşetleri topladığını gördü. .
– Abla, bu poşetler çok ağır, en iyisi ben sana yardım edeyim de eve kadar taşıyayım diye teklifte bulundu
Bu yardım onun için beyaz atlı şövalyenin yardımı kadar önemli olmuştu. Hayır diyemezdi. Çünkü düşerken ayağını da burkmuştu. Genç delikanlı poşetleri evine kadar taşıdı. Ayrılırken nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu… “Her zaman görünüşe aldanmayacaksın Elif” diye kendi kendine nasihat ediyordu.
Genci kapıdan gönderdikten sonra anahtarıyla kapıyı açıp eve girdi. Kendisini sabırsızlıkla bekleyen annesi, o kadar yorulmasına aldırmadan
– Nerede kaldın? Bir yere gittin mi dönmesini bilmiyorsun? Şeklinde mutat konferansını verdi.
Ardından babaannesinin odasına girdi. Annesi onu bunalttığında babaannesinin yanına uğrar ve teselli bulurdu. Babaannesi namaz kılıyordu ama kendisine verdiği selamı da aldı. Babaannesi her ne kadar namaz kılsa da dünya ile irtibatını kesmez, selamları alır, hatta gözleriyle konuşmalara katılır evet veya hayır işareti yapardı. Pamuk nenesine namazdan sonra sarıldı…
– Babaanne bana dua ettin mi?
– Etmez olur muyum güzel kızım?
– Peki ne dua ettin?
– Senin iyi bir insanla evlenmen ve iyi insanlarla karşılaşman için dua ettim
– Ahaa… sen hep böyle beni evlendirip göndermek mi istiyorsun babaanne?
– Olur mu kızım? Ben senin güzel bir yuva kurmanı istiyorum… Evlenince nereye gideceksin, hep birlikteyiz yine….
Bu sırada annesi kapıyı çalmadan hışımla içeri daldı
– Sen yine işten kaytarmaya çalışıyorsun… Çabuk mutfağa gel, salataları hazırla, diye ultumatomu verdi..
Nedir bu çektiği sıkıntı… azıcık bir rahatlamak yok muydu bu evde?… Kendisi böyle düşünürken babaannesi arkasından sanki düşüncelerini okumuş gibi seslendi
– Kızım evlenirsen kendi evin olur ve kendi evinin kraliçesi olursun…
Ay babaanne sen ne tatlısın ama bu işler öyle he deyince de olmuyor ki… Bi de acaba gerçekten kıymet bilen birisine rastlayabilecek miydi?
Bu arada annesi telefonla babasına talimatlar yağdırıyordu. Şunu getir, bunu getir diye… “Ah zavallı baba… akşama kadar çalış ve bir de eşinden fırça işit, acaba ben de evlenince böyle mi olacağım” diye düşündü.
Bu arada telefonun mesaj sinyali çaldı. Mesaj Hakan’dandı ve evlenme teklifinde bulunuyordu… Haydaa bu da nerden çıktı, rüyada mıydı? Eli salatada olduğundan ve tepede annesi dikildiğinden cevap yazamadı ama ne yazacağını da bilmiyordu… Kendisinin daha bir sürü hayalleri vardı ve bu hayalleri arasında evlilik en son sırada yer alıyordu. Evlenip annesi gibi eve ve çocuklara bağlanmak istemiyordu. Biraz daha gençliğini yaşamayı, gezmeyi ve sorumsuz olmayı hayal ediyordu ama öbür taraftan babaannesinin sözleri de aklında dolanıyordu… Aman neyse… sonra düşünürüz, hele şu misafirleri bir yolcu edeyim diye karar verdi ve elindeki işi bitirmeye koyuldu.
Anne çaktırmadan kızını gözlemliyordu. Gelen mesaj sonrası kızının verdiği tepkiler ve attığı renklerden bir şeyler sezinlemişti. Ama onun daha sonra kendisini işe vermesi, karar verdiğini gösteriyordu… Artık kızının evden ayrılmasının zamanı yaklaşmıştı, bunu hissediyordu. Bir yandan ayrılacağı için üzülüyor, diğer yandan hayırlı bir evlilik yapması için de için için dua ediyordu. Belki biraz çok sıkıyordu ama onu böyle sıkmazsa evlendiği aile içinde zorluk yaşayabilirdi. Hayatın ve bir evliliğin yükünü kaldırabilmeliydi. Onun yaşındaki kızların aklı beş karış havada olurdu. Gerçeklerle yüzleştirmenin başka yolu yoktu…
Mutfak, kadının kendisini rahat hissettiği bir alandı… Annenin kızını eğittiği bir mektepti… Anne kız, misafirlere yemek hazırlarken kendi iç dünyalarına daldılar…
İbrahim Halil ER