Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (sav), diğer bütün insanlar gibi Rabbi’nin çağrısına uyarak 8 Haziran 632 yılında vefat etti.
Peygamberimiz (sav)in Hastalanması
Peygamberimiz artık 63 yaşına girmişti. Bu dönemde sık sık hastalanıyordu. Fakat vefatına yakın bir zamanda hastalığı daha da şiddetlenmişti. Peygamberimiz (sav) bu hastalığı için şöyle diyordu: “Zaman zaman bu zehirden muzdarip oldum. Şimdi beni şahdamarımdan vurdu.” (İbn-i Hişam) Peygamberimiz (sav) Hayberin fethi sırasında bir Yahudi kadın tarafından (Zeynep b. Haris) verilen yemekle zehirlenmişti. Gerçi kendisi zehrin farkına vararak hemen tükürmüştü fakat bu zehrin etkisini sürekli hissetti. Hatta bir çok âlim, Peygamberimizin (sav) bu zehrin etkisiyle vefat ettiğini belirtmektedir.
Peygamberimiz hastalanmadan önce Usame komutasında bir orduyu Bizans üzerine göndermekle görevlendirmişti. Fakat Peygamberimizin rahatsızlığı şiddetlenince askerler şehrin dışında beklemeye başladılar.
Peygamberimiz, vefatına doğru bir gece yatağından kalkarak mezarlığa gitti. Yanında Ebu Müveyhibe bulunuyordu. Beraber mezarlıktakilere dua ettiler. Bu arada Peygamberimiz Ebu Müveyhibe’ye “Bana dünya hazinelerinin anahtarı ile orada ebedi kalmak, bir de Rabbime kavuşup cennete girmek sunuldu ve muhayyer bırakıldım. Ben de Rabbime kavuşmayı, cenneti seçtim.” buyurdu. Daha sonra eve geldi. Bu sırada Hz. Ayşe “vay başım!” diye yakınırken, o da: “ Tam aksine Vallahi Ayşe esas benim başım!” diye cevap verdi.
Peygamberimizin hastalığı ağırlaşmaya başladı. Normalde her gece başka bir hanımının odasında kalmasına rağmen, artık Hz. Ayşe’nin evinde kalmak istediğini belirtti. Bunun üzerine Hz. Ali ve İbn-i Abbas’ın oğlu Fadl’ın omuzlarına dayanarak Hz. Ayşe’nin odasına geçti. Sık sık ateş nöbetleri geçiriyordu. Bu dönemlerde Hz. Ayşe sürekli “Muavvezeteyn”i okuyordu. Rivayetlere göre Peygamberimiz ne zaman hastalansa bu sureleri okur, kendine üfler ve vücudunu mesh ederdi. Şimdi ise Hz. Ayşe bunu okuyor ve Peygamberimizi eliyle mesh ediyordu.
Ebu Saidül Hudri Peygamberimizi ziyarete gelmişti. O sırada Resulullah’ın üzerinde bir şilte örtülü idi. Ebu Said, şiltenin üzerine elini koyduğu zaman, Peygamberimizin vücudunun hararetini şiltenin üzerinden hissetti. “Humman (ateşin) ne kadar şiddetlidir!” dedi. Peygamberimiz; “Bize, ibtila böyle ağırlaştırılır. Ecrimiz de kat kat verilir.” buyurdu.
Bir gün şehrin yedi ayrı kuyusundan çekilen yedi ayrı su getirmelerin ve başına dökmelerini söyledi. Hz. Ayşe şöyle der: “Onu bir leğene oturttuk. Başladık başına suları dökmeye. Nihayet artık yeterli olduğunu işaret edince bıraktı.” Bunun etkisiyle kendisine geldi. Yatağı terk edip camiye gidebildi ve sahabilerle sohbet etmeye başladı. Hutbe verdi. İbni Hişam’da şöyle rivayet edilir. Peygamberimiz hutbede
“Alah’ın bir kulu vardı; Allah ona dünyada ve kendi yanında olamadan birini tercih etme hakkını verdi ve bu kul Allah yanında olmayı tercih etti.” Hz. Ebu Bekir bu sözün manasını anladığından ağlamaya başladı. Daha sonra şöyle devam etti. “Kabirlerini tapınacak yer haline getirenleri Allah lanetledi. Benden sonra, kabrimi tapılacak put haline getirmeyin!..” Başka bir konuşmasında da “Yahudi ve Hristiyanları Arabistan’dan çıkarmalarını istemiştir.”
Hz. Ebubekir’in İmamlığı
Peygamberimizin hastalığı artınca namaz kıldırması için Hz. Ebubekir’i görevlendirdi. Hz. Ebubekir, aranmasına rağmen bulunmayınca haberciler Hz.Ömer’e namaz kıldırmasını söylediler. Fakat Hz. Ömer’in sesini duyan Resululah; “Hayır; Ebubekir benim yerimi almalıdır!” diye müdahale etmiştir. Hatta Hz. Ebubekir’in namaz kıldıramayacak kadar hassas olduğunu belirten Hz. Ayşe’ye de karşı çıkmış ve ısrar etmiştir.
Peygamberimiz bir gün kendini iyi hissettiğinde camiye kadar geldi. Namaz kılanlar Peygamberimizi aralarında görünce sevinçten çılgına döndüler. Fakat içlerinden hiçbiri yerini terk etmedi ve namazdan çıkmadı. Resulullah, bu disiplinden çok memnun oldu. Gülümsedi ve yatmaya döndü. Bir sabah namazında da Resulullah mescide gitti. Hz. Ebubekir’in arkasında oturarak namaz kıldı
Ehli sünnet alimleri, Hz. Ebubekir’in Peygamberimiz tarafından bu şekilde görevlendirmesini onun halifeliğine en büyük delil saymışlardır. “Mademki dinimiz için uygun görülmüş, dünya işlerimiz içinde uygundur demişlerdir.” Bu hadîslerin, nass biçiminde olmasa da zımnen Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğine delâlet ettiği söylenebilmekte ve bunun boş bir iddia olmadığı kanısı ağır basmaktadır. Nitekim Rasûl’ün vefâtından sonra Ensâr, “bizden bir emîr, sizden bir emîr” görüşünü ortaya atmış, ancak Hz. Ömer: “Ey Ensâr! Rasûllullah’ın, Ebû Bekir’in namaz kıldırmasını emrettiğini bilmiyor musunuz?” sorusuna “evet” demek zorunda kaldıklarında Hz.Ömer: “Ebû Bekir’in önüne geçmeye hanginizin gönlü râzı olur?” dediğinde, Ensâr, “Ebû Bekir’in önüne geçmekten Allah’a sığınırız” demişlerdir.” Yine “Rivâyet edildiğine göre Rasûlullh’ın vefâtından sonra Müslümânlar, Ebû Ubeyde’ye gelerek halîfelik teklifinde bulunduklarında, Ebû Ubeyde: “Rasûlullah’ın namazda önümüze geçirdiğini biz de (halîfelikte) önümüze geçirdik.” diyerek, namaz olayına işaret etmiştir.
Halifelik Münakaşaları
Peygamberimizin ölüm döşeğinde bulunması, Müslümanların ileri gelenleri arasında Peygamberden sonra yerine kimin geçeceği veya Peygamberimizin bir vekil tayin edip etmeyeceği beklentisi doğmaya başladı. Hz. Ebubekir’in Peygamberimizin ısrarlı isteğiyle yerine namaz kıldırması Sünnilerce bir delil kabul edilmesine rağmen, o esnada Müslümanlar arasında bu konu ciddi biçimde düşünülüyordu.
Hatta Hz. Ali, Rasûlullah’ın yanından çıkınca halk ona: “Allah’ın Rasûlü nasıldır?” diye sordu. Hz. Ali: “Allah’a şükür epey iyileşmiş bulunuyor” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Abbas, Hz. Ali’nin elinden tutarak şöyle dedi: “Ya Ali! Vallahi Allah Rasûlü’nün bu hastalığında vefât edeceğini seziyorum. Ben, ölüm döşeğindeki Abdulmuttalipoğulları’nın yüzlerinin nasıl olduğunu çok iyi bilirim. Allah Rasûlünün yanına varalım ve bu “devlet İdâresi” bize kalacaksa bilelim, başkalarının olacaksa, Onunla görüşelim. Bizi onlara tavsiye etsin.” dedi. Hz. Ali şu cevabı verdi: “Allah’a yemin ederim ki bunu yapmam. Vallahi, bundan alıkonulacak olursak, Allah Rasûlü’nden sonra hiç kimse onu bize vermez.”
Kırtas Hadisi
“Kırtas Hadîsi” diye bilinen olay da Hz. Peygamber’in kendisinden sonra Müslümanların liderlik konusunda şiddetli ihtilaflara ve mücadeleler düşecekleri konusunda endişeli olduğunu ve yerine birisini tayin etmek istediğini göstermektedir.
İbn-i Abbas’dan rivayetle; “ Resulullah’ın hastalığı şiddetlenince yanındakilere “Bana kağıt, kalem getirin. Size bir şey yazdırayım ki, hiç (doğru yoldan) sapmayasınız.” diye emretti. Fakat oradakiler, Resulullah’ın kendisinde olmadığını ve bu esnada hastalığın etkisiyle ilerde problemlere yol açacak bir şeyler yazabileceğini düşündüler. Bu arada Hz. Ömer: “Rasûlullah ağrısının şiddetiyle böyle konuşuyor. Elimizde Kur’an vardır ve o bize yeter” Peygamberimiz, etrafındaki bu tartışmaları işitince, “Beni (rahat) bırakınız, içinde bulunduğum durum, sizin Beni düşündüğünüz durumdan daha iyidir” buyurdu ve üç şeyi tavsıye etti: “Arap Yarımadası’ndan müşrik olarak kalmış kimseleri çıkarın; hazırladığım gibi Üsâme ordusunu techiz edin.” Üçüncüsünü söylemedi veya hadîsin ravîsi olan İbn Abbâs bu üçüncü maddeyi unuttu. Arkasından içerdekileri “Hadi dışarı çıkın” diyerek çıkardı.
Diğer bir rivâyette dedi. Tartışmalar uzayıp Rasûlullah’ın isteği yerine getirilmeyince İbn Abbâs’ın :”Yazık ki ne yazık! Hazır bulunanların tartışma ve görüş ayrılıklarından Rasûlullah’ın isteği yerine getirilemedi.” Şia, burada Hz. Ali’nin belirtileceğini iddia etmektedir. Fakat bunun kanıtlanması imkânsızdır. Tersi de olabilirdi. Sonuça, vasiyet yazılsaydı ileride doğacak olan bütün bu olaylar yaşanmamış olacaktı.
Peygamberimizin Vefatı (8 Haziran 632/12 Rebiülevvel 11)
Peygamberimiz günlerce hasta yatıyordu. Son anlarında hastalık tekrar alevlendi. Rivayete göre bir Pazartesi sabahıydı. Resulullah konuşamıyor ve hatta ağzını dahi açamıyordu. Ailesinden bazıları ağzına ilaç konulmasını arzu ettiler. Fakat Resulluh bunu yapmamalarını işaret etti. Fakat yine de verdiler. Kendine gelince bunu öğrendiğinde kızmıştı.
Sonra tekrar kendinden geçti. Bu sırada Ebubekir’in oğlu elinde bir misvakla içeri girdi. Resulullah misvak’a bakınca Hz. Ayşe durumu anladı ve ağzını misvakla temizledi. Bu sırada Resullah’ın başı onun kolları ve dizleri üzerindeydi. Bu son anını Hz. Ayşe’den dinleyelim:
“Son olarak Resullah alçak sesle ara sıra: -La ilahe illallah ruh teslimi ne zor şeymiş diyordu!…” Artık ölüm hali onu sarartmıştı. Yanındaki tasta bulunan suya ellerini batırıp yüzüne sürüyordu. Hz. Fatma; onu bu halde görünce; “Vah babamın çektiği ıstıraba!..” diye feryada başladı. Resulullah ise; “Babanda bugünden sonra sıkıntı kalmayacak. Ben öldüğümde –inna lillahi ve inna ileyhi raciun!- de!” diye cevap verdi.
Ölüm anını Hz. Ayşe’den dinlemeye devam edelim: “Güçlükle işitilebilen son sözü şu oldu: “Ölümün de acıları varmış. La ilahe İllallah, Refiki ala. (Ulu Rabbimle beraber)” sanki iki şık arasıdan bir seçim yapıyormuş gibi. Son sözleri bunlar oldu. O halde ruhunu verdi.” Hz. Ayşe devamla; “Gençtim. Hiçbir şey anlamıyordum. Şaşkınlığım arasıda, Resulullah kollarımda son nefesini verdi de benim haberim olmadı! Odadaki diğer hanımlar ağlamaya başlayınca, olayın ne olduğunu anladım. Resulullah’ın başını yastığa koydum. Ayağa kalktım ve ben de diğerleri gibi yüzüme vuruyordum.”
Peygamberimiz dünyalık namına hiçbir şey bırakmadı. Onun ne kölesi, ne de sürüleri vardı. Sadece beyaz bir katırı, silahları ve bir miktar da arazisi vardı. Arazilerinin gelirini ailesi için harcanmasını ve kalanın devlet hazinesine devredilmesini emretti. Kılıcını damadı Hz. Ali’ye bıraktı. Hz. Ayşe’deki 7 dirhemlik bir parayı da “Mülkiyeti altındaki bu parayla Allah’ın huzuruna çıkmaktan utanacağını” söyleyerek fakirlere dağıtılmasını emretti. Kendisine ait bir zırh, şehirde bir Yahudi tüccarından 40 kilo arpa karşılığı rehindeydi. Bu zırh daha sonraki dönemlerde geri alınmıştır.
Resulullah’ın Defni
Resulullah’ın vefat haberi halk arasında hızla yayıldı. Hz. Ebubekir hemen yanına koştu. Resulullah’ın üzerinde çizgili bir bez örtülmüştü. Üstünden örtüyü çekip yüzünü açtı. Eğilip onu öpüp ağladı. Hz. Ömer ise kılıcını çekmiş, onun ölmediğini ve Peygamberin öldüğünü söyleyeni öldüreceğini belirtiyordu. Hz. Ömer’i ancak Hz. Ebubekir sakinleştirebildi.
Peygamberimiz yıkandığında iki kürek kemiği arasındaki nübüvvet mührünün kaybolduğu görüldü. Böylece onun ölümüyle nübüvvet son bulmuş, mühür geri alınmıştı. Resulullah elbiseleriyle yıkandı. Peygamberimizi Hz. Ali yıkadı. Peygamberimiz, daha önceden bu konuda kendisine vasiyette bulunmuştu. Yıkandıktan sonra elbiseleri çıkartılarak üç parça bezle kefenlendi. Bir cenaze alayı tertiplenmedi. Cenaze namazı imamsız kılınmıştır. Herkes kendi başına veya grup olarak imamsız bir şekilde kılmıştır. Hz. Ali’nin dediği gibi “Resulullah sizin diri iken de, ölü iken de imamınızdır.” Sözüyle hareket edilmiştir. Öldüğü yerde halkın ziyaretine açıldı. Bütün Medine halkı onu son kez görmek için koştular. Peygamberimiz, öldüğü yer olan Hz. Ayşe’nin evinde yattığı döşeğin altında kazılan mezara gömüldü. Çünkü bir hadisinde “Peygamberler öldüğü yerde gömülürler.” demiştir.
Peygamberimizin yıkanması ve gömülmesi yeni halifenin seçilmesinden sonra oldu. Müslümanların ileri gelenleri oluşabilecek boşluğun dağılma ve kargaşaya neden olacağını düşünerek Peygamberin gömülmesini iki gün erteleyerek Halife seçimi sorununu hallettiler.
Kaynaklar
İbn Sa’d, Tabakât,
Gazalî, Sîre
Buhârî, Müslim
Muanaka; İbn Hacer
İbn Hişâm, Sîre,
Kırtas Olayı diye meşhur olan bu meselenin aslına yönelik ciddi bir tenkit için bkz. Şiblî I. 100-105; Hatiboğlu, Siyâsî, s. 11, 21.
İbn Hacer, Feth
Hamidulah Muhammed, İslam Peygamberi,
Buti, Sait Ramazan, Fıkhussire
Köksal Asım, İslam Tarihi
İbni Kesir, Sirettünnebeviyye
İbrahim Halil ER