Rus hükumeti, Kazakların milli şuurunu kaybetmesi için çeşitli çalışmalar yaptı. Stalin döneminde Kazakçadan Arapça ve Farsça kelimeler çıkarılarak bunların yerine Rusça kelimeler konuldu. Günümüzde Kazakçada bulunan bazı kelimeler için Rusça kelimeler kullanılmaktadır. Böylece Kazakça kısa zamanda Rusçanın tesiri altında kalmıştır. Buna sebep, kendi dilini iyi bir şekilde öğrenmeyen Kazak aydınlarının şuurlu veya şuursuzca yazılarında Rusça kullanmaları olmuştur.
Büyük kısmı Müslüman olan Kazaklarda dindarlık derecesi bölgelere göre değişmektedir. Kazakların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde dini inanç daha güçlü olup, Kazakların azınlık durumuna düştüğü bölgelerde ise dini inanç zayıftır. Müslümanların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde İslami ve milli adet ve örfler hala canlı olarak muhafaza edilmektedir. Bağımsızlığını kazanmadan önce din aleyhtarı propaganda çok güçlü yürütülmekteydi. Kazakistan’da 1948’den bu yana Kazakça 150’ye yakın din aleyhtarı kitap yayınlanmıştır. Kazaklar, Müslüman topluluklar arasında, dillerinde din aleyhtarı kitaplar neşredilen üçüncü ülke durumundadır.
KAZAK RAPORU
Rus ordusunun üst düzey subaylarından Aleksey İvanoviç Tevkelev ile “Rusya’nın doğuya açılan penceresi” Orenburg’a vali olarak atanan Peter Rıçkov, 1759 yılında, Kazak steplerinin genel durumu ve bölgedeki dengelerle ilgili ayrıntılı bir rapor hazırlayarak Dışişleri Ofisi’ndeki yetkililere takdim etmişlerdi. Tevkelev, esas adı “Kutlu Muhammed” olan eski bir Müslüman’dı. 1734’te vaftiz olarak Hristiyanlığa geçmiş, ardından Ruslar hesabına çalışmaya başlayarak tâbiyeti altına girdiği yeni millete büyük yararlılıklar göstermişti. Kendisinin Kazak, Tatar veya Başkurt asıllı olduğuna dair iddialar bulunan Tevkelev, Türkistan coğrafyasında konuşulan neredeyse bütün dillere iyi derecede hâkimdi. Peter Rıçkov ise Rus Bilimler Akademisi’nin saygın bir üyesi, ciddi ve gayretli bir bilim adamıydı. Dolayısıyla, bu iki ismin ortaklaşa hazırladığı raporda, dikkate değer noktaların bulunacağı kesindi.
Tevkelev-Rıçkov ikilisi raporlarında, evvela, steplerde 7 bin 500 kilometrelik hat boyunca uzanan bir alanı kaplayan Kazak otlaklarının bulunduğu konumu tanımladılar. Kazakların güneyde Türkmenler, Hîveliler, Aral Denizi Türkmenleri, Küçük Karakalpaklar, Buharalılar, Türkistan, Taşkent ve Oyratlarla komşu olduğuna dikkat çektiler. Kazakların Küçük ve Orta Orda’ları bölgedeki en zorlu gücü teşkil ediyordu. Her iki Orda tek bir güçlü liderin komutası altında toplanmış olsa, 50-60 bin atlıdan oluşan bir ordu toplayabilirdi. Ancak sırf geleneksel bağımsızlık anlayışları ve bir hanın güçlü otoritesinden hoşlanmamaları nedeniyle, ordularının mevcudu ancak 10-20 bin atlı civarındaydı.
Aleksey İ. Tevkelev ve Peter Rıçkov, Rus ordusundaki birçok komutanın aksine, askerî yöntemlerle Kazakları tamamen saf dışı bırakmaya güçlerinin yetmeyeceğini düşünüyorlardı. Tevkelev ve Rıçkov’a göre, bu şekilde düşünen komutanların saha bilgisi çok zayıftı. Bölgenin yapısından dolayı, askerî harekâtla hedefe ulaşmak mümkün değildi. Zira Kazaklar stepler boyunca kaçabilir ve misilleme baskınları düzenleyebilirdi. İkili, bunun yerine bambaşka bir yöntem önerdiler. Özetle şöyle diyorlardı:
“Tüm bir halkın ulusal örfünü ve eski geleneklerini değiştirmek en zor kısım olsa da, yeni tâbi halkları yönetme meselelerinde, en başından itibaren onların gelenek ve göreneklerinin farkında olmak ve devletinin çıkarlarının gerektirdiği şekilde, adalet ve ölçülülük yoluyla onlara rehberlik etmek en önemli husustur. Diğer uluslara nazaran, Kazaklar Rus tesirine çok yatkındır. Kazaklar ticarete, diyet ekmek yemeye ve kış için saman yapıp depolamaya çoktan alıştılar. Ticaret, onları zamanla ehlileştirip yerleşik hayata geçirecektir. Hanlar, Rus yönetimi tarafından atanmalı ancak hanların otoritesi güçlendirilmelidir. Yerel yöneticilerden bazıları, ileride han olmak üzere yetiştirilip desteklenmelidir. Kazaklarla askerî düzlemde karşı karşıya gelmek makul değildir, çünkü sayıları çok fazladır. Bunun yerine Kazaklar arasında düşmanlıklar tetiklenmeli, bölge birbirine düşürülerek halklar kontrol altına alınmalıdır.”
Yukarıdaki bilgilere, tam da Kazakistan’da ortalığın karıştığı şu günlerde elimin altında bulunan “Türkistan ve Avrasya Steplerinde Rus Yayılmacılığı – Bir Sömürge İmparatorluğu’nun Oluşumu (1500-1800)” adlı kitapta (Michael Khodarkovsky, tercüme: Mehmet Akif Koç, Selenge Yayınları, s. 249 vd.) rastladım. Khodarkovsky, Tevkelev-Rıçkov raporunun yeterince dikkate alınmadığını, kısa süre sonra yeniden kaba askerî metotlara geri dönüldüğünü, böylece Ruslar açısından bazı fırsatların da kaçtığını kaydediyor.
Rusya’nın çoğunlukla Müslümanların yaşadığı Asya, Kafkasya ve Ortadoğu coğrafyasına yüzyıllar boyunca ısrarla ve istikrarla devam ettirdiği akınları her boyutuyla anlamak için, çok daha ayrıntılı ve dikkatli okumalar gerekiyor kuşkusuz. Bugün şahit olduğumuz her bir hadisenin, on yıllara yayılan arka planları, aşamaları ve süreçleri var. Sadece yönetilen coğrafyalar açısından değil, yöneten devlet aklı açısından da geçerli bu durum. Örneğin, Rusya’nın bugünkü yönetimi ve Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Kazaklarla ilgili tam 263 yıl önce hazırlanan Tevkelev-Rıçkov raporundan habersiz olduğunu düşünmek zor. Hatta bölgeye yaklaşımında raporun içeriğinden faydalanmadığını da söylemek mümkün değil. Putin’in attığı adımları dikkatle takip eden herkes, onun eski imparatorluk çağlarına sadece öykünmekle kalmadığını, aynı zamanda o dönemde üretilen teorik çerçeveyi de tamamen elinin altında tuttuğunu görecektir.
Devlet aklında devamlılık, coğrafyada iddia sahibi olmanın en ayırıcı vasıflarından biridir çünkü. Taha Kılınç – Yenişafak
İbrahim Halil ER