Günümüzde selefi tevhid anlayışı ile kelami tevhid anlayışı arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıkların temel nedeni, İbni Teymiye ile hızlanan bu hareketin Abdulvahap ile aksiyon boyutunu kazanmış ve bu hareketin temel dusturu tevhid anlayışında formalize edilmiştir.
Bu anlayışta Tevhid üçe ayrılır.
1. Tevhidi Rububiyye
Allah’ın insanları yarattığına onlara rızık verdiğine, onları diriltip öldürdüğüne, O’nun kaza ve kaderine ve zatında bir ve tek olduğuna inanmaktır.
2. Tevhid-i Uluhiyye
Kulların bütün fiilleriyle yüce Allah’ı bir ve tek olarak tanımaktır. Buna göre tüm ibadetler yalnızca Allah rızası için yapılmalıdır.
Bu tanımlarda yanlış olan herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Fakat burada tanıma yüklenen bazı anlamlar sorun oluşturmaktadır. O da başta Peygamberler olmak üzere tüm evliya ve salih zatları dualarda aracı kılmak, vesile kılmak, şefaat dilemek şirk olarak görmektedirler.
Özellikle tarikatlara karşı çıkmakta ve onların şeyhlerini yüceltmelerini şirk olarak görmektedirler. Ayrıca, burada ibadetleri imana dahil etme eğilimi görülmektedir. Bu durum hariciliğe yaklaştırmaktadır. Bu anlayış, ehli hadisin namaz kılmayanın katlini savunmalarında da görülmektedir. Namaz kılmayanın katlini neye dayanarak öne sürerler. Kişi imandan çıkmadıkça kanı haramdır. Müslüman ise öldürülmez. Kafir ise kelime-i tevhid telkin edilir. Bunu söylerse müslümandır. Yani namazı tevhide dahil ettiğimizde sonuç böyle olur ve bu kapı aralandığında her türlü ibadet bu kapsamda değerlendirilir.
Aslında tevhidi ubudiyye de denilen bu tevhidin anlamını genişletmek amaçtan sapmaktan başka bir şey değildir. Şirk ve tekfir kılıcını bu kadar kolay sallamak doğru olmadığı gibi, kimsenin de böyle bir selahiyeti yoktur. Günümüz terörizme bulaşmış selefiliğin beslendiği asıl damar burasıdır.
3. Tevhidi esma ve sıfat
Kur’an ve sünnette yer alan Allah’ın tüm esma ve sıfatlarını herhangi bir tahrif, tatil, keyfiyet ve temsil söz konusu olmaksızın kesin bir inançla kabul ve ikrar etmektir.
Fakat bu yaklaşım da peşinden Allah’ın tecsimine varacak bir ifrada insanı düşürebilir. Ayrıca, bahsedilen sıfatlar veya ilgili kavramlar üzerinde düşünülmediği takdirde aklı yok sayma ve meydanı sapkınlara bırakmaya götürür. Bunun ortası sıfatlar konusunda çok tartışmamak, konuyu rasihun denilen alimlere bırakmak ve alimlerin bunu uygun bir dille açıklamasını beklemektir.
Bu konudaki açıklamamızı sağlayan kural da Kur’an’da bulunmaktadır. “O, hiç bir kimseye benzemez” ayeti ile yapılacak tanımlama ve açıklamada onu hiç bir şeye benzetmeme ilkesi göz önüne alınmalıdır. Muteahhirun alimlerin tevilden kaçınması bir takva gereği olsa da tefsir için bunun konu bağlamı ile açıklanması doğrudur. Örneğin “Allah’ın eli onların eli üzerindedir” derken konu bağlamında biatı rıdvandaki ellerin biat için uzanması olayına değinildiği görülerek, Allah’ın bu biattan memnun kaldığı, biatı hem onayladığı ve hem de onlarla birlikte olduğu, yardım ettiğini göstermez mi?
Sonuçta konu selef ve halef arasında bir türlü kapanmayan bir tartışma olarak hep gelmiştir.
Bu yazıya da herkes bir şeyler yazabilir. Fakat bütün bunlar bir şeyi değiştirmez. Çünkü tüm tarafların heybesi bitip tükenmek bilmeyen sözlerle doludur. Bizim burada yaptığımız sadece bir durum tespitidir.
ŞERH
Sonuçta bu şekilde tanımlayanlar Müslüman ve ehli sünnettir. Burada bizim yaklaşımımız, bu konularda ehli sünnet kendi içerisinde iki uç görüşe ayrılmıştır. Bunu bildiğimizde karşılıklı tekfiri ortadan kaldırırız.
HAŞİYE
Ehli Sünnet tarih boyunca iki ana kutba ayrılmıştır. Bunlar
a) Ehli Hadis
Ehli hadis, nasların zahirine bakar ve onlarda tevile gitmeyi doğru bulmaz. Aklı naklın peşine takar. Rey ve şahsi görüşleri doğru bulmaz. Bu anlayış daha çok hadis ehli etrafındaki bir yaklaşımdır. Ehli hadisin kurucu imamı İmam-ı Malik olsa da bu işin kendisinde sembolleştiği kişi İmam-ı Ahmed olmuştur. İmam-ı Ahmed’in mezhebinin kelami/akaidi bir duruşu olmuş, bu tarz yaklaşım içinde olan hadis ehlinin mezhebi olmuştur.
b) Ehli Rey
Rey ehlinin yaklaşımı da nasları yorumlamaya, kıyasa ve içtihada önem verir. Bu ekolun kendisinde muşahhasslaştığı kişi de Ebu Hanife’dir.
Aslında bu iki yaklaşım daha öncede vardı. Ama bu iki yaklaşım Ebu Hanife ve İmam-ı Ahmed’in şahıslarıyla muşahhaslaştı. Tartışmayı alevlendiren İbni Teymiye ve günümüzde de Abdulvahap olmuştur. Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi olması ve suud sermayesi ile yaygınlık kazanmıştır.
EK
Selefiler aynı zamanda anti Şia’dır. Şia’yı çoğu Selefi tekfir eder. Selefilik hareketinin güç kazanmasının ve yaygınlaşmasının temel nedeni de Şia’nın güçlenmesidir. Şia güçlendikçe onun geleneksel düşmanı Selefilik de güçlenmiş ve güçlenecektir.
İbrahim Halil ER
Haz 02, 2018