Ürve el-Verdi, Abs kabilesin diğer (antare en ünlüsü) bir ünlü şairidir. O, cömert fakat fakir bir bedeviyi şiirlerinde anlatmaktadır.
İnsanlara yardım etmek için soygunculuk da yapardı. O bir soyguncu-silahşör ve cömert kişidir.
Cahiliye döneminde soygunculuk, kurallarına uygun yapıldığı sürece kişinin kahramanlığına kahramanlık katardı. (Bir anlamda Robin hood’luk yapmışlardır. Yani batılıların Robin hood’u var bizim de tarihimizde örnekleri var. Araplarda Urve, Türklerde Köroğlu bu geleneği temsil etmektedir. Fakat bizimkilerin batılalardan en önemli farklılıkları aynı zamanda şair olmalarıdır. Urve nasıl büyük bir şairse Köroğlu’da o şekilde büyük bir şair olmuştur. Biraz da tarihe böyle bakmakta fayda var)
Onun fakirlere yardım etmek ve gösterişli davetler vermek için yaptığı soygunlar, kendisini yüceltiyordu.
Bu şekilde yaşayam süren kimselere Araplar su’lük dedi.
Büyük Su’lüklerden olan Urve’ye, es-Salik adı verilmiştir.
Urve deste, dayanak anlamına gelen bu kelimeyle “Sulüklerin Urvesi” veya “Serserilerin Destekçisi” adını almışır.
şiirleri
أَقِلّي عليّ اللّوْمَ يا ابنَةَ مُنْذِرِ … ونامي، فإن لم تَشْتَهِي النّوْمَ فاسْهَرِي
ذَرِيني وَنَفْسي، أُمّ حَسّانَ، إنّني … بها قبلُ أن لا أملِكَ الأمرَ مُشْتَرِي
ذَريِني أُطَوّفْ في البِلاَدِ لَعَلّني … أُخَلّيكِ أو أُغنيكِ عن سوءِ محضرِي
فإنْ فَازَ سَهْمٌ للمَنِيّةِ لَمْ أَكُنْ … جَزوعاً، وهل عن ذاكَ من مُتَأَخِّرِ
وَإنْ فَازَ سَهْمي كفَّكم عن مَقَاعِدٍ … لَكُمْ خَلْفَ أَدْبَارِ البُيُوتِ وَمَنْظَرِ
تَقُولُ لَكَ الوَيْلاتُ هَلْ أَنْتَ تَارِكٌ … ضُبُوءاً بِرَجْلٍ تَارَةً وَبِمُنْسِرِ
وَمُسْتَسبِتٌ في مالكَ العامَ، إنّني … أَرَاكَ على أقتادِ صَرْمَاءَ مُذكِرِ
فَجُوعٌ بِهَا للصّالِحينَ، مَزِلَّةٌ، … مَخُوْفٌ رَدَاهَا أَنْ تُصيبَكَ فاحْذَرِ
حَا اللَّهُ صُعلوكاً إذا جَنّ لَيْلُهُ، … مُصَافي المُشَاشِ آلِفاً كُلَّ مَجْزَرِ
يَعُدّ الغِنى، مِنْ نَفْسِهِ، كلَّ لَيْلَةٍ، … أَصَابَ قِرَاها من صَديقٍ مُيَسَّرِ
يَنَامُ عِشَاءً، ثُمّ يُصْبِحُ نَاعِساً، … يَحُثّ الحَصَا عن جَنْبِهِ المُتَعَفِّرِ
يُعِينُ نِسَاءَ الحَيّ ما يَسْتَعِنَّهُ، … وَيُمْسي طَليحاً كَالبَعِيرِ المُحَسَّرِ
UZAR GİDERRRR
NOT
Tabiki buradaki sülük’ü bildiğimiz canlı olarak düşünmeyin, Arapça karşılığını ve özellikle Tasavvuftaki Seyr-i Sülük kavramını düşünerek yorumlayın…
Süluk, bir yola, bir mesleğe girmek demektir. Meslek aynı kökten gelir ve gidilen yol anlamına gelir. Yola girene salik denir. Özel manada seyri süluk, tasavvuf yolculuğu veya manevi yolculuk anlamına gelir.
Tasavvuf anlayışında hakikat yolculuğu değişik basamaklardan geçilerek gerçekleştirilir.
Adına seyr-i süluk dediğimiz manevi yolculuk insanın Allah tarafından verilen gizli kabiliyetlerini ortaya çıkarmasına yardım eden sistemin adıdır. Bu süreç sonucunda insan Hakkın halifesi olabilecek kemale erer. Bu ise bir şeyhin yardımı ile olur. Sülûk esnasında mürşid insana ayna tutar ve ona kendisini tanıtır. Sufilerin sıkça kullandığı “Kendini bilen rabbini bilir” sözü bu manaya işaret eder.
Sülûk, tarikatlar sonrası dönemde genellikle aynı anlama gelen seyr kelimesiyle birlikte (seyrüsülûk) kullanılmıştır.
Tasavvuf “sülûk ilmi” şeklinde tarif edilir. Bu ilmin konusu, tâlibin Hakk’a erme yeteneğini kazanmak için nefsini dünya kirlerinden arındırması, ahlâkını düzeltmesi ve güzelleştirmesi, amacı da nefsini ve rabbini bilmesidir. Tasavvuf yoluna girmek yani sülûk yapmak isteyene “tâlip”, yolun başlangıcında olana “mübtedî”, bu yolda mesafe katedene “sâlik” (ehl-i sülûk), yolun sonuna ulaşana “müntehî” denir. Sâlik mübtedî ile müntehî arasındaki mertebededir. Sülûkün nefisteki başlangıcı tövbenin ardından kalbin uyanıklık (yakaza) halinde olması, sonu ise Hakk’a vuslatın (fenâfillâh) ardından Hak ile bâki olmaktır (bekābillâh). Sûfîlere göre sülûkün birtakım aşamaları vardır. Bunlara makāme, menzil, medrece, akabe gibi isimler verilir. Bu aşamalar üçe, ona, yüze ve bin bire kadar varan gruplar halinde tasnif edilmiş, bu konuda kitaplar yazılmıştır. Hâce Abdullah-ı Herevî’nin Menâzilü’s-sâʾirîn’i bunların en meşhurudur. Seyrüsülûk sırasında bir makama tam olarak gerçekleştirilmeden bir sonraki makam geçilemez. Aksi takdirde bu makamdaki eksiklik daha sonraki makamlarda devam eder ve nihayete ulaşana kadar sülûkü olumsuz yönde etkiler.
Muhyiddin İbnü’l-Arabî kelimenin sözlükteki “katılmak, intikal etmek” anlamından hareketle sülûkü “mâna, sûret ve bilgide bir yerden başka bir yere intikal etme, makamlar üzerinde yürüme” şeklinde tanımlamıştır. Ona göre mânada sülûk bir ibadet menzilinden başka bir ibadet menziline, sûrette sülûk Allah’a yaklaşmak için farz kılınan bir amelden emir ve nehiy şeklinde Allah’a yakınlaşmayı sağlayan başka bir amele, bilgide sülûk bir makamdan başka bir makama, esmâ-i ilâhiyyede bir isimden başka bir isme, bir tecelliden başka bir tecelliye, bir nefisten başka bir nefse intikaldir
İbrahim Halil ER