İmamiye Şiasında Usuliler (Fıkıh) ile Ahbariler (Hadis Ehli)
Arasındaki Mücadele
Caferi şiasında iki önemli ekol bulunmaktadır. Bunlardan;
a) Ahbariler (Ehli Hadis):
Bunlar, Sünni dünyasının selefilerine benzemekte olup, sadece
hadisleri itibare alırlar. Felsefe, kelam gibi ilimlere iltifat etmezler. Fıkıh kitapları yazmamış, hadisleri fıkıh bablarına göre tasnif etmişlerdir. Bunlardan en tanınmışı Kuleyni’dir. Bu hadisçilerin yöntemi daha sonra tüm mezhep içindeki tek geçerli yöntem haline gelmiştir.
Fakat daha sonra fıkıh alimleri de ortaya çıkmış ve hadis ile fıkhı
birbirinden ayırmışlardır. Mütemessik bi-habli-âli’r-Rasûl isimli kitabın müellifi Hasen b. Alî b. Ebî-Ukayl el-Hazzâ.
Daha sonraki dönemde kelamcıların ortaya çıktığını görmekteyiz. Bunlardan en tanınmışı İbni Cüneyd’dir. Kelamı fıkıhta kullandığı gibi hadise de önem vermiş ve açılardan fıkıhta hadis kullanan kişi olmuştur.
Şia’da da Ehli Sünnette olduğu gibi kelamcı – hadisçi kavgası
yaşanmıştır. Özellikle Şeyh Müfîd diye bilinen Muhammed b. Muhammed elBağdâdî (v. 413/1022)’nin talebeleri ve onun oluşturduğu kelam okulu hadisçilerle büyük mücadalelere girişmiştir. Müfid’in öğrencisi Şeyh Saduk’da Ahbarilere yani ehli Hadisçilere büyük saldırılarda bulunmuş ve onları sapkın
ilan etmiştir. Onun bu çalışması Ahbarilerin tarihten çekilmesine yol açmıştır.
Aslında bu geri çekiliş geçiciydi. Özellikle Safeviler dönemide tekrar dirileceklerdir. el-Fevâidu’l-medeniyye kitabının müellifi Muhammed Emîn elEsterâbâdî sâyesinde bir kere daha dirildiler. Karşılarında güçlü usulcu alimlerin olmaması onların görüşlerinin yayılmasına yol açtı.
Fakat daha sonraki yüzyıllarda yetişen Usûlcü âlim Muhammed Bâkır b. Muhammed Ekmel Vahîd-i Behbehânî (v. 1205/1790) Ahbârîleri hâkimiyet tahtından indirdi ve kendi okulunu ilmî çevrelere benimsetti. Behbehânî okulunun özelliği fıkıh usûlü ilmini yeniden canlandırması, mantıkla bütünleştirmesi ve ince bir teknikle âdeta yeniden kurması şeklinde özetlenebilir.
Fıkhı çağın ihtiyaçlarına cevap verecek hâle getiren âlim Murtazâ b. Muhammed Emîn el-Ensârî’dir (v. 1281/1864). Günümüze kadar Şeyh Ensârî’nin kitapları ve metodu fıkıh çevrelerinde hâkim olmuş, onun takipçileri, aynı temeller ve metodoloji üzerinde yürümüş, fıkıh usûlüne ait Resâil’i ve
Mekâsib isimli eseri üzerine çeşitli çalışmalar yapmışlardır.
b) Usululiler:
Fıkıh usulünü kuran ve geliştirenlerdir. Usululiler, daha çok Kur’an ve mezhepçe kabul edilmiş kesin hadislere dayanarak içtihatlarda bulunmaktadırlar. İmamlardan gelen ve senedi sağlam olmayan hadisleri kabul etmemekte, bunun yerine şii müçtehidlerden gelen, ihtilafsız konuları kabul etmektedirler.
c) Uzlaşma:
Muhammed b. el-Hasen Tûsî (v. 460/1068) Şiilerin büyük üstadıdır. O, bu ekolleri birleştirmeye çalışmış, Usulcülerin istidlal ve içtihadlarını almış, Ahbarilerin de hadis ve haberi vahid konusundaki görüşlerini (haberi vahidin sıhhatini artıracak bazı katkılarda da bulunmuş) alarak uzlaşı yoluna gitmiş ve bu durum şia fıkhının gelişmesini sağlamıştır. O, aynı zamanda şii ve Sünni fıkhını karşılaştırmalı inceleyen mukayeseli fıkıh konusunda da kitap yazmıştır.
Tusi, en-Nihaye isimli eserini Şii usule dayalı sünnet fıkhına ayırmıştır. Bu eserde hadisler arasındaki çelişkileri gidermeye çalışmıştır. Uddetu’l-usûl isimli kitabı, usûlün bütün bahislerini sistemli bir şekilde ele aldığı, bu arada kendi çığırını ve usûlünü açıkladığı önemli bir usûl kitabıdır. Tûsî bilhassa Mebsût ve Hilâf isimli eserlerine, Sünnî fıkıh kitaplarından önemli unsurlar
aktarmış, bu yüzden Şiî fıkhın çehresinde önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. Altıncı asrın ikinci yarısında ortaya çıkan fıkıhçılar bilhassa haber-i vâhidin bir delil olarak kabûl edilmesi konusunda Şeyh’i tenkit etmiş ve bu konuda daha önceki usûlcülerin düşüncelerini müdâfaa etmişlerdir.
Tenkitçilerin en sert olanı Muhammed b. İdrîs el-Hillî’dir (v. 598/1202). Şehîd-i Evvel bilhassa el-Kavâ’id ve’l-fevâid isimli eserinde, Sünnî fıkhı devreye sokmadan, alternatif Şiî fıkhını ortaya koydu. Böylece bağımsız bir fıkıh oluşturmuş oldular.
SONUÇ
Şia’da hadis denildiğinde sadece Peygamberimizin söz, fiili anlaşılmaz, onlar hadis dediklerinde buna 12 imamın söz ve fiillerini de dahil ederler ve bunu da dinde nas kabul ederler. Ehli Sünnetle ayrıldıkları temel nokta bu olduğu gibi, şia bazı sahabeleri kabul etmediğinden onlardan gelen rivayetleri de yok sayar.
Temelde Şiler, usul açısından ehli sünneten büyük bir etkileşim içinde oldular. Özellikle Fıkıh, Fıkıh Usulü ve Hadis Usulü konusunda şia ehli sünneten büyük ölçüde yararlanmış, kavramlar ödünç almıştır. İlk dönem şia alimlerinin bu yakınlaştırma çalışmaları devam etmiş olsaydı büyük olasılıkla aralarında büyük uçurumlar oluşmazdı.
Fakat zamanla şia alimleri kendi mezhebi görüşleri doğrultusunda dönüştürmüş oldular. Bugün bu iki mezhep birbirini tanıyamaz noktaya ulaşmış oldu.
Peki Müslümanların iki büyük bloku olan Sünni ve Şii dünyası bir araya gelebilir veya aralarındaki sorunları çözüp birleşebilirler mi?
Bu soruyu aslında düşündüm. Fakat iki taraf birbirlerinden ayrılmak için o kadar büyük bir ağ örmüş ki tarafların kendi temel ilkelerinden vaz geçmeden bir araya gelmeleri
imkansızdır.
Peki bu durumda ne yapılmalı?
Yapılacak en önemli çalışma ilmi olarak birbirlerini tanımaya çalışmalı, aralarında düşmanlığa yol açan sorunları
ortadan kaldırmak için çaba serf etmeli, siyaseten birbirleri aleyhine çalışmamalarıdır.
Ama şia günümüz İran’ı için milli bir din haline gelmiştir..
İbrahim Halil ER