BİAT
Sühreverdi, biat konusunda şunları söylemektedir:
“Sadık ve samimi olan mürid, şeyhinin irade ve yönetimine girerse, onun edebiyle edeblenir.
Lambanın kandilinden ışık aldığı gibi, şeyhinin batınından müdidin batınına bir hal geçer.
Şeyhin güzel ve etkili tavrı ve davranışı müride yansır.
Şeyhin kelamı müridin gönlüne telkin edilir.
Tesirli sözler onun iç dünyasına emanet edilen en güzel bir hal olur.
Şeyhte bulunan bu manevi hal, müridin onunla sohbeti ve sözlerini dinlemesiyle kendisine geçer.
Bu hal ancak nefsini mürşide bağlamış kendi nefsinin iradesiniden sıyrılmış ve nefsinin ihtiyarını terk suretiyle mürşidinde fani olmuş bir müridle kamil mürşidi arasında gerçekleşir.
Bu arada ruhi bir bağlılık ve fıtri bir temizlik sebebiyle ikisi arasında manevi beraberlik ve irtibat olur.
Sonra mürid, mürşidiyle iradesini terk etme durumundan, Allah Teala’nın irade ve emirleri karşısında kendi ihtiyarını (iradesini) terk etme durumuna yükselir.
Mürşidinden alıp anladığı gibi, Allah Tela’dan da anlamaya başlar. (Yani onun emirlerini idrak eder.)
Bütün bu hayırların temeli, sohbet ve müridin mürşidine sımsıkı sarılmasıdır.
Biad da bunun başlangıcıdır.”
EK
“Allah kimi sapıtırsa onu doğru yola iletecek bir veli bulamazsın.” (Kehf 17)
Sühreverdi Kimdir?
1 Şâban 539’da (27 Ocak 1145) İran’ın Irâk-ı Acem bölgesinin Cibâl eyaletinde Zencan’a bağlı Sühreverd’de doğdu. Hz. Ebû Bekir’in soyundan geldiği için Bekrî, Teymî ve Kureşî nisbeleriyle anılır. Lakap ve nisbelerindeki benzerlik sebebiyle zaman zaman Sühreverdî el-Maktûl diye tanınan Şehâbeddin Yahyâ b. Habeş ile karıştırılır. Birçok âlim ve sûfî yetiştiren seçkin bir aileye mensuptur.
Bağdat Nizâmiye Medresesi’nde okuyup bir süre aynı medresede müderrislik ve Kasr Camii’nde vâizlik yapan babası Sühreverd kadısı iken bir iftira sonucu idam edildiğinde Sühreverdî henüz altı aylık bir çocuktu. Sühreverdî on altı yaşlarında Bağdat’a amcası Ebü’n-Necîb’in yanına gitti. Burada ondan ve çeşitli hocalardan ders okudu. Şâfiî fıkhını amcasının arkadaşı Ebü’l-Kāsım b. Fadlân ve Ebü’l-Muzaffer Hibetullah b. Ahmed eş-Şiblî’den tahsil etti. Ebü’l-Feth İbnü’l-Battî, Ma‘mer b. Fâhir, Ebû Zür‘a el-Makdisî, Ebü’l-Fütûh et-Tâî gibi âlimlerden hadis, fıkıh ve diğer ilimleri öğrendi. Önceleri kelâm ilmine meylettiyse de amcasının arkadaşı olan Kādiriyye tarikatı pîri Abdülkādir-i Geylânî’nin tavsiyesiyle bundan vazgeçti.
Abdülkādir-i Geylânî (ö. 561/1165-66) ve amcası Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî’nin (ö. 563/1168) vefatından sonra bir mürşid arama amacıyla Basra’ya gitti. Burada bir müddet Ebû Muhammed Abdullah el-Basrî’nin sohbetlerine devam eden Sühreverdî’nin Basra körfezinde Abadan’da abdal diye anılan erenlerle görüştüğü ve Hızır’la sohbetlerde bulunduğu rivayet edilir. Yine orada Ebü’s-Suûd el-Bağdâdî’nin sohbetlerine katıldı. Uzunca bir süre halvete girdi. Daha sonra Bağdat’ta amcasının Dicle nehri kenarındaki tekkesinde ve 590 (1194) yılında Makber mahallesinde vaaz ve irşada başladı. Etkili konuşmaları sayesinde geniş bir kitlenin ilgisini çekti ve birçok kişi kendisine intisap etti. Halife Nâsır-Lidînillâh’ın onu ziyaret ettiği ve Merzübâniyye Tekkesi’nde baş başa görüştükleri kaydedilmektedir. Halife onu kendi adına yaptırdığı tekkeye şeyh tayin etti. Bu dönemde Nâsıriyye, Bistâmiyye ve Me’mûniyye tekkelerinin şeyhliği de şeyhü’ş-şüyûh unvanıyla anılan Sühreverdî’ye aitti.
Halife Nâsır-Lidînillâh döneminde fütüvvet teşkilâtının organize edilmesi çalışmalarında öncülük eden Sühreverdî hilâfet merkeziyle beylikler arasında bazı elçilik görevlerinde bulundu. Dımaşk’a Eyyûbî Sultanı el-Melikü’l-Eşref Mûsâ’ya elçi olarak gittiğinde çok iyi karşılandığı ve kendisine büyük bir saygı gösterildiği söylenir.
Sühreverdî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin babası Bahâeddin Veled’in 617 (1220) yılında Bağdat’a gelişinde kalabalık bir halk kitlesiyle onu karşılamaya çıktı. 618’de (1221) halifeden aldığı menşûru Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’a götürdü. Bu yolculuğu sırasında Malatya’da Necmeddîn-i Dâye ve Konya’da Bahâeddin Veled ile görüştü. 628’de (1231) hac için Mekke’de bulunduğu sırada sultânü’l-âşıkīn lakabıyla tanınan mutasavvıf şair İbnü’l-Fârız ile tanıştı. Bu esnada İbnü’l-Fârız’ın oğullarına ve Mısırlı Ziyâeddin Îsâ b. Yahyâ el-Ensârî es-Sebtî’ye tarikat hırkası giydirdi. Son zamanlarında gözlerini kaybetmesine ve kötürüm olmasına rağmen müridlerinin yardımıyla cuma vaazlarına çıkmaya devam eden Sühreverdî, 1 Muharrem 632’de (26 Eylül 1234) vefat etti, cenazesi ertesi gün Verdiye semtindeki türbeye defnedildi. Tarikatların kuruluş döneminde yaşayan Sühreverdî gençliğinde Abdülkādir-i Geylânî’den feyiz almış, çağdaşlarından Evhadüddîn-i Kirmânî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile görüşmüştür. Evhadüddîn-i Kirmânî’yi Ahmed el-Gazzâlî ve Aynülkudât el-Hemedânî’nin fikirlerini benimsediği için bid‘atçı sayan Sühreverdî ilim ve irşad faaliyetini birlikte yürütmüş, eserleriyle muhafazakâr Sünnî tasavvuf anlayışının temellendirilmesinde önemli katkılarda bulunmuştur.
İbrahim Halil ER