![](https://ibrahimhaliler.com.tr/wp-content/uploads/2025/02/images.jpeg)
Hepimizin zaman algısı farklı farklıdır. Aslında hepimiz aynı zaman dilimini birlikte yaşıyor olsak da zamanın bizim üzerimizdeki algısı farklı farklı olmaktadır. Örneğin sevdiği ile birlikte olan birisi için geçen saatler bir anmış gibi gelir ve zaman ne kadar hızlı geçti derken, hoş olmayan bir ortamda saniyeler yıllar gibi geçer. “… Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac Suresi, 47)
Fakat zaman nasıl hareket etmektedir?
Normalde zihnimiz zamanı düz bir çizgi gibi düşünürüz. Sabah, öğlen, akşam-dün, bugün, yarın gibi… Bu düz çizgi üzerinden doğarız, yaşarız ve ölürüz… Dediler ki: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” zaman bizim için ve geçmiştekiler için hep böyle doğrusal bir çizgi gibi düşünürüz. Her şey belli bir çizgi üzerinde gerçekleşir. Birbirine benzese de farklı farklıdır. Bu nedenle içinde sürekli bir sonraki zamana yetişme telaşı içinde koştururuz. İşe yetişme, sınava yetişme, başarılı olma hep bu zaman algısı ekseninde gerçekleşir. Çünkü her şey belli bir sıra üzerinde gerçekleşmektedir. Zamanı geçmiş olanı değil sıradakini yaşamayı tercih ederiz.
Bizim için zaman doğrusal bir şekilde ilerlerken aradaki benzerlikler de biter, çünkü bir yıl önce olan bir şey bir hafta önce olan bir şeyden farklıdır.
Tabi ki bu zamanı doğrusal bir çizgi şeklinde düşünenlerin mantığıdır ve günümüz insanların çoğu da bu perspektiften bakmaktadır. Fakat zamanı doğrusal bir çizgi değil de dairesel bir döngü olarak bakanların algısı daha farklı olmaktadır. Bu bakış açılarını bölgelere ve kültürlere göre anlatacağız…
Zaman ve Kültürel Farklılıklar
Kültürden kültüre zaman kavramı ve hatta algısı farklı olmuştur. Bugün modern dünyanın kültür algısını Anglo-Avrupa kodladığı için onların algısına göre olaylara bakmaktayız ve Anglo-Sokson/Avrupa zaman kodu doğrusal bir çizgidir. Yani bir çizgi üzerinden bir olay başka bir olayı takip eder. Bu doğrusal zaman çizelgesini kullandığınızda günlük programınızı da buna göre düzenlersiniz. Saat 14:00’daki işiniz bitmemişse ya da randevunuz gerçekleşmemişse hemen programınızın diğer adımına geçersiniz. Bütün hayatınız bu şekilde gerçekleşir. Zaman, sanki üzerinde oturduğunuz bir taşıt gibidir. O, sizi hep bir sonraki durağa ulaştırır. Oradan gerekli şeyleri almadığınız takdirde duramaz, geri dönemez ve inemez bir sonraki durağa doğru yolculuk edersiniz. Bu yolculuk nereye kadar sürecek? Nereye doğru gidiyorsunuz? Başı olduğuna göre sonu neresidir? Sizi nereye taşımaktadır? “Sizi çağıracağı gün, O’na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.” (İsra Suresi, 52)
Anglo-Sakson zaman anlayışının karşısında Arap Zaman anlayışı bulunmaktadır. Tabi ki bu sadece Araplar tarafından uygulanmaz, tüm Müslüman toplum ve tropikal topluluklar tarafından uygulanır. Buna göre zaman sürekli hareket halinde olan doğrusal bir çizgi değil içinde olduğunuz andır. Bu anlayışta olan toplumlarda “An” önemlidir. Anın kıymetini bilmek gerekir. Bir anlamda onlar şöyle düşünürler: Dün geçti, yarın gelmedi o halde içinde bulunduğumuz An’ı değerlendirelim. Çünkü ona hükmedebiliyoruz…
Bu iki farklı zaman algısına sahip insanların birbiriyle ilişkileri sıkıntıya yol açabilir. Anglo Avrupa zaman anlayışına sahip olan birisi için randevu saatine uyma ve görüşme o vakitte gerçekleşmesi gerekir ve hatta buna uyulmaması büyük bir hakaret olarak algılarken, Arap zamanına sahip olan için zaman bir yere kaçmıyor, aceleye gerek yok. İçinde bulunulan anın kıymeti idrak edilmelidir. “Asra (zamana) yemin olsun ki! İnsan hüsrandadır” Asır, 1-2
Zaman Algısı
Zaman kavramı bazen kişiden kişiye hatta karı-koca arasında bile farklılık gösterebilir. Birisi aşırı dakik olurken diğeri anı yaşamaya çalışmakta ve ister istemez aile kavgası yaşanmasına yol açmaktadır. Belki karı ve koca algı farklılığından kaynaklandığını bilmeden birbirlerini suçlayacak ve sonu gelmez kavgalara girişeceklerdir.
Tabi ki zamanı bir de dairesel olarak görenlerin algısı daha farklı olmaktadır. Onlar için her şey birbirini tekrar ve geçmiş suyun suya benzediği gibi günümüze benzer. Bu yaklaşım daha çok tarihte kullanılan bir yaklaşımdır. Kökeni İbn-i Haldun’a kadar uzanır.
Tabi ki zaman algısı sadece bunlarla kalmaz. Şehir hayatı ile kırsal hayat arasında bile zaman algısı farklıdır. Şehirde insanlar sürekli bir şeylere yetişmeye çalışırken, kırsalda böyle bir kovalamaca görülmez ve zaman daha yavaş işler. Bu nedenle köylüler iş yapan ya da ticaret yapan şehirlilerin en büyük şikayeti Köylülerin vurdumduymazlığından veya verdikleri sözlerde durmamalarından kaynaklanır. Çünkü iki tarafın da zaman algısı farklıdır. Köylü için zaman doğrusal değil an’dır ve hatta durağandır. Onların zamanı tabiatın döngüsüne göre şekillenir.
Zaman algısında doğrusal zaman koduna sahip olanlar için geçmiş tecrübe yığını olabileceği gibi bir pişmanlık ve acı dönemi de olabilir. Gelecek ise kaygı ve endişeye yol açabilir. Bu nedenle onlar sadece içinde bulundukları zamana odaklanır ve zaman kayığı onları nereye götürürse oraya giderler.
“Belirli bir zamana bağlı olanlar” için geçmiş tecrübeler yığınıdır ve sürekli öğüt verme, geçmişten örnek verme ve akıl vermeye meyilli olurlar. Çünkü vakit nakittir… Fakat “tam zaman insaın” için ise zamanın getirdiği sonuçlar önemlidir. Hatta hiçbir şekilde zaman harcamasa bile öyle algılar. O, birisine zamanını ayırmayı en büyük cömertlik olarak görür.
“Tam zaman İnsanı” sürekli bir yerlere geç kalabilmektedir. Çünkü onun için andan lezzet alma daha baskındır ama belirli bir zaman insanı için dakiklik önemlidir. Kendisi başkasının zamanını harcamamaya çalışırken aynısını muhatabından da bekler…
Tabi ki burada şu doğru öbürü yanlış iddiasında bulunmak yanlıştır. Çünkü her zaman çizgisinin kendine göre avantaj ve dezavantajları olabilir. Başka insanlara ilişki kurduğunuzda muhatabınızın hangi zaman insanı olduğunu iyi gözlemleyin ve gerekirse kendi zaman algınızı değiştirip farklı bir heyecan deneyin…
Zaman ile ilgili söylenecekler çoktur. Bazı ilim adamlarının veya meşayihlerin zamanı genişlettiği ve bu sayede birçok ilim yaptıkları da söylenir ki o konu bizim algımızın dışında olan bir durumdur.
Bahsettiğimiz zaman algısı dünyada gerçekleşen bir zaman algısıdır. Fakat diğer evrenlerde ve uzayda nasıl bir zaman vardır o da ayrı bir durum… “Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.” (Secde Suresi, 5)
Zamanın dünyada farklı ve uzayda farklı olduğu konusu fizikçiler tarafından ortaya atılmıştır. Albert Einstein bunu İzafiyet teorisi ile açıklamaya çalışmıştır. Teoriye göre bütün varlıklar ve varlığın fiziksel olayları görelidir. Zaman, mekan, hareket, birbirlerinden bağımsız değildirler. Aksine bunların hepsi birbirine bağlı, göreli olaylardır. Nesne zamanla, zaman nesneyle, mekan hareketle, hareket mekanla ve dolayısıyla hepsi birbiriyle bağımlıdır. Bunlardan hiçbiri bağımsız değildir, kendisi bu konuda şöyle demektedir: Bu teori sezgisel olarak algılanamayacak, ancak deneysel olarak kanıtlanmış birçok ilginç sonuca varmamızı sağlar. Özel görelilik teorisi, uzaklığın ve zamanın gözlemciye bağlı olarak değişebileceğini ifade ederek Newton’ın mutlak uzay zaman kavramını anlamsızlaştırır. Uzay ve zaman gözlemciye bağlı olarak farklı algılanabilir. Bu teori, madde ile enerjinin ünlü E=mc² formülü ile birbirine bağlı olduğunu da gösterir (c ışık hızıdır). Özel Görelilik teorisi, tüm hızların ışık hızına oranla çok küçük olduğu uygulama alanlarında Newton mekaniği ile yaklaşık aynı sonuçları verir. “Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.” (Mearic Suresi, 4)
İslam dünyasında da “dehriyyunlar” yani her şeyi zamanın eseri olarak kabul eden ilk materyalistler çıkmıştır. Çıkış noktaları zamandır. İslâm’dan önce bazı Câhiliye Arapları arasında dehriyye anlamında materyalist bir dünya görüşünün mevcut olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de, “Dediler ki hayat ancak yaşadığımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız, bizi ancak zaman (dehr) helâk eder” (el-Câsiye 45/24)
Dehrî felsefenin en önemli öncülerinden birisi İbn Ravendi’dir (y. 827-911). Ravendî, kaleme aldığı “Kitâbü’t-Tâc” ve “ez-Zümürrüd” eserlerinde yaşadığımız evrenin ezeli olduğunu ve onun ötesinde manevi de olmak üzere hiçbir varlığın bulunmadığını ifade etmiş ve insanın akıl dışında hiçbir kılavuza ihtiyacı olmadığını ve dolayısıyla peygamberlik, mucize, din ve ibadetlerin anlamsız, gereksiz olduğunu öne sürmüştür. Kavram, mutlak zaman anlamının yanında zaman, devir ve dünya anlamlarına gelen “dehr” kelimesi ile ilişkilidir.
Zaman, İslam’a göre yaratılmıştır ve bizi kapsar. Biz zamanın içinde her şeyi yorumlarken, zamanın sahibi olan için önce ve sonra yoktur ve tüm zamana aynı anda hükmekmekte ve tümünü de aynı anda görmektedir. Bunu biz Resulullah (sav)’in anlattığı cennet ve cehennem hadislerinde daha iyi görmekteyiz. Orada cehenneme giren insanlardan bahsederken aslında şu anda bizim zamanımıza göre henüz gerçekleşmemiş bir andan bahsetmektedir. Bu da ona geleceğin gösterildiğini göstermektedir. Gelecek gösterildiğine göre orada geçmiş ve gelecek bir arada görülmektedir. Bu da zamanın bize ait olduğunu göstermektedir.
Konuyu toparlarsak zaman algısı kişiden kişiye, toplumdan topluma ve kültürden kültüre değişiklik arzettiği gibi onu çözmek bizim gücümüzün üstünde bir durum göstermektedir.