Doğu ve Güneydoğu yemek kültüründe (artık kaldı mı bilmiyorum ama biz hala öyle yapıyoruz) hazırlanan tüm yemekler sofraya konur. Hatta meyve ve tatlılar da konur. Böylece sofra çok kalabalık ve zengin gözükür.
Bu şekilde yapmanın nedeni, dileyen dilediği yemekten yesin. Belli yemekle zorlanmasın. Bunun dezavantajı ise kıymetli ve beğenilen yemeklerin kalmaması oluyor ama önemli olan misafiri memnun etmek…
Ayrıca herkese tek tabak yerine ortaya konur. Herkes en yakınındaki tabaktan yemeğini yer. Bu durumda çok yiyen kişi de utanmamış olur.
Yemek, önce misafire, büyüklere ve alimlere sunulur. Yemeğe o başlaman başlanmaz. Yemekten büyükler ellerini çekti mi sofra kaldırılır. Yemek yenilmesi ayıp olur. Bu nedenle büyükler, karınları doymuş olsa bile diğerleri ellerini yemekten çekmesinler diye ağırdan yer veya yemiş gibi yapar, etraflarındaki insanlarla sohbet eder, takılırlar. Yemek “Amin” diye başlayan dua ile sona erer.
Evin sahibi hizmet eder. Genelde en gençleri hizmet eder. Misafirden genç olanlarda ev sahibine yardım eder. Çoğunlukla sonra yer.
Yemek yerde yenir. Bu nedenle sofra hazırlama derdi olmaz. Bir muşamba veya kağıt yeterlidir. Böylece zengin ve fakir ayırımı ortadan kalkmış olur. Hiç kimsenin ayakta kalmasına izin verilmez. Sofrada sıkış tıkış oturulur. Bir kişinin yemek yemesi için bir kaşığın getirilmesi yeterlidir. Sonradan gelen kişi bile hemen sofraya oturur. Kendisine bir kaşık verilir. O da tabağa kaşığını sallar.
Genelde sofra kabalık olmasına rağmen herkes doyar ve yemek de artar. Çünkü ortak tabakta yenildiğinden hem bir bereket vardır ve hem de on kişinin yiyeceği yemeği yirmi kişi yemiş olur. Yemeğin israfı diye bir şey olmaz. Yemeğin tümü değerlendirilir. Artık diye bir şey yoktur. Artan yemekler daha sonra değerlendirilir.
Tabaktaki yemek mutlaka bitirilir. Buna sünnet etme denir. Hatta en son kalan kişi ekmeği ile tabağı sıyırır. Çünkü yemeğin bir zerresi bile israf edilmemelidir.
Evine kıymetli misafir gelen kişinin yemeğine komşular da katkıda bulunur. Hem yemek getirirler ve hem de yemek yapılmasına yardım ederler.
Yemekten arta kalan kemikler bile çöpe gitmez. Kapıda bekleyen kedi ve köpeklere sunulur. Ekmek israf edilmez. Sofrada çok yemek olmasına rağmen çöpe giden bir yemek olmaz.
Ekmek kırıntıları mutlaka yenir. Herkes kendi kırıntısını yer. Kırıntı bırakmaz. Kırıntıyı almak için parmağını ıslatıp toplar. Çünkü israf haram olduğu gibi nimetin ayak altına alınmaması gerekir.
Herkes ortada yediğinden yani kendine ait bir tabağı olmadığından yemekte bereket olur. Ayrıca, daha az bulaşık çıkar.
Herkes yemeği kendi önünden yer. Ortadaki tabaktan önüne düşen kısımdan yenir. Kaşık tabağın ortasına batırılmaz. Tabağın ortası hep en sona kalır. Çünkü bereket ortadadır diye düşünülür.
Büyükler, küçüklerin ne yediğine dikkat eder, eğer utanıp yemiyorsa önlerindeki etten veya yemeğin lezzetli kısmından ikram ederler. Alimler ve hocalar da sevenlerine önlerindeki lezzetli kısımdan ikram ederler. Sofrada bir bakarsınız ki önünüz etle dolmuş.
Batı yemek kültüründe önce çorba ikramı olur. Sonra sırayla yemekler servis edilir. Herkese tek tabak verilir. Günümüzde açık büfe uygulamasında korkunç yemek israfı yapıldığı gibi, lüks otellerdeki yemek israfı ile bir şehir doyar. Ayrıca, ramazanda lüks otellerde yapılan iftar etkinliklerindeki israf ile insanlar bir sene doyar…
İbrahim Halil ER