Bu sure İbn Ummi Mektum (ra) Hakkında nazil olmuştur.
Bu zat Hatice validemizin dayısının oğludur.
İbni Ümmü Mektûm’un asıl ismi “Amr”dır, fakat Medineliler “Abdullah” diyorlardı. Babası Kays bin Zâide, annesi Âtike bint-i Abdullah idi. Kendisi de annesine nispetle “Ümmü Mektûm’un oğlu” manasında “İbni Ümmü Mektûm” ismiyle meşhur olmuştur.
Bu zat iki gözden âmâ idi. önceleri görürdü. Sonradan kör olmuştur. Bazıları kör olarak dünyaya geldiğini söylerler.
İlk inananlardandır.
Peygamberimizin müezzinlerindendir.
Kör olmasına rağmen bütün namazlarını Mescidi Nebevi’de kılmaktadır.
Peygamber, Medine’de olmadığı zaman onu yerine vekil bırakmıştır.
MÜSLÜMANLIĞI
Bir defasında Peygamberimiz, Utbe bin Şeybe, Ümeyye bin Halef ve Ebû Cehil gibi Kureyş’in ileri gelenleriyle, “Belki içlerinden birkaçı imana gelir de İslam’ın gücü artar, onlara bakarak birçok insan da Müslüman olur.” düşüncesiyle tebliğ vazifesini yapıyordu.
Bu esnada İbni Ümmü Mektûm meclise gelerek Peygamberimize hitaben,
“Yâ Resûlallah, bana Kur’ân okut. Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret.” dedi.
Peygamberimiz onların üzerinde fazla durduğundan, İbni Ümmü Mektûm’la ilgilenemedi.
İbni Ümmü Mektûm, Peygamberimizden cevap alamayınca, arzusunu birkaç defa tekrar etti.
Peygamberimiz ona aldırmayıp yüzünü buruşturup döndü, sözünün kesilmesini istemedi, onlarla konuşmaya devam etti.
Orada bulunanların, “Bu dine hep zayıflar, fakirler, köleler ve âmâlar giriyor.” diye alaylı bir şekilde gülmelerine yol açmamaları için İbni Ümmü Mektûm’u cevapsız bıraktı.
Fakat çok sürmedi, tam sözünü bitirip kalkacağı sırada İlahî ikaz geldi:
“Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü! Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı… Yahut o öğüt alacak ve o öğüt kendisine fayda verecekti… Öğüte ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah’tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın! O Kur’ân bir öğüttür.”
Bu hadiseden sonra Peygamberimiz, İbni Ümmü Mektûm’a iltifat ve ikramda bulundu. Ne zaman onu görse,
“Ey Rabb’imin beni ikazına sebep olan kardeşim, merhaba!” diye latife yapardı. Bazen de hırkasını serer, oturtur, hâlini hatırını sorardı.
Artık ona ailesinin bir ferdi gibi muamele ediyordu.
İbrahim Halil ER