Orta Asya’nın önemli bağımsızlık liderlerinden Zeki Velidi Togan’ın Annesi ile ilgili anlattığı bir hatırat bize çocukların eğitiminde Anne faktörünün ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Günümüzde bizi böylesine büyük bir muallimden mahrum etmek için özgürlük sloganıyla annelerimizi evden çıkarmaya çalışmaktadırlar. Anneler çıktığında çocuklar, çocuklar gittiğinde aile, aile gittiğinde toplum, toplum gittiğinde devlet yok olur. Adamlar bizi nasıl yok edeceklerini iyi biliyorlar. Anneler lütfen evinize dönün..
“Şu ANNE’ye bakın!
Bu kadın 1890 doğumlu Togan’ın annesi Ümmülhayat. Başkurdistan’ın Ural dağları yamaçlarında küçük bir dağ/orman köyünde yaşıyor. O günün ve o coğrafyanın ulaşım ve haberleşme şartlarını düşünün… Bu nasıl bir seviyedir, inanılmaz değil mi? Bugün bu seviyede üniversite mezunu yetiştirebiliyor muyuz? Togan anlatıyor:
“918’de Orenburg’da Sovyetler ve 1944’te Türkiye’de İsmet Paşa tarafından hapse atıldığım, okunacak her şeyden mahrum edildiğim vakit en çok annemden öğrenmiş olduğum şiirleri ve Yesevi’nin “Şeb-i Yelda” ünvanlı münacaatını okurken üzerimde annemin tesirinin ne kadar mühim olduğunu gördüm.
1944 hâdiseleri zamanında babamın hâtıraları çoktan unutulmuştu, fakat annemin hayali “hafıza ferişte”si denilen melek gibi yanımda bulunuyordu. Ben bazen, memlekette yaptığım gibi, kendimi annemi kokluyormuşum gibi hissederdim. Onun cazibesi, şiirlerle dolu olan ahlâk telkinlerinde idi. Ben annemin, hayatında hiçbir vakit en küçük bir günah işlemediği ve bana karşı sonsuz samimi olduğu kanaatındayım. Onun bana öğrettiği Farsça ve Türkçe şiirler yalnız ahlâkî parçalardan ibaret değildi; bunların arasında edebî estetik şiirler de vardı.
Onun bana Nevaî’den ezberlettiği “gazel”ler, sonradan bu şairin külliyatını baştan sonuna kadar okuduğumda gördüm ki, seçme parçalardı. Anneme bunları kim öğretmiştir, bilmem. Çünkü “Divan”ın bu parçaları ihtiva eden kısımları bizde yoktu. Öte yandan öğrettiği ahlâkî şiir ve hikâyeler de bir “xrestomatiya (antoloji)” şeklinde bir araya toplanmış şeyler idi, onların çoğu annemin hafızasında idi. Bunlar başlıca Attâr’dan, Celâleddin Rumî’den, Nevaî’den, Yesevi’den, Sufî Allahyar’dan derlenmiş parçalardı.
1957 senesi başında Pakistan’ın Lahor Üniversitesi’nin misafiri idim. Burada Fars edebiyatı profesörü olan dostum Muhammed Baqır’ın evinde 19. yüzyılda Haydarabad Nizamı’nın ordu kumandanlarından aslen Buharalı Özbek olan birisinin de oğluna, aynı annemin bana okuttuğu kitapları ve şiirleri bizzat okutmuş olduğunu görünce bu talim programının 19. yüzyıl Türkleri arasında dahi ne kadar yaygın olduğunu görerek hayret ettim.
Bana öğretilen şiirlerin Farsça olanlarının kimlere ait olduğunu annemin bilmediğini zannederim, bunların seçme parçalar olduğunu, bunların annemden öğrendiğim telaffuzunun da düzgün olduğunu ancak sonradan öğrendim. Muasır İran hükümdarı Muhammed Reza Şah, iki defa huzurlarında bulunduğumda Farsçayı nerede öğrendiğimi sordu. “Annemden” deyince “Yoksa anneniz İranlı mı idi?” dediler.
Çünkü Şehinşah benim telaffuzumun Buhara Tacikçesinden farklı olduğuna dikkat etmişlerdi. İhtimal ki babamın Arapçası gibi annemin Farsçası da Küzenoğulları ve Satlıkoğullarına daha 18. Asırda muallimlik etmiş olan Dağıstanlı üstadlar tarafından aşılanmış edebî Farsça idi.
Namaz “niyet”lerini de annem Farsça olarak öğretmişti. Bana Orta ve Yakın Şark’ın hayatını çok yakından öğrenmek, o diyarlarda çok samimi dostlar kazanmak imkânını vermiş olan Fars dilini severek öğrettiği için anneme daima minnettar kaldım. Annemin siyasetten kat’iyen haberi yoktu. Gelen gazetelere bakmazdı. Yalnız içinde Allah’ın ismi yazılmış olmasın diyerek onların ayak altında kalmasına veya bir şey sarmak için kullanılmasına müsaade etmezdi. Çok dindardı. Namazını hiç bırakmaz ve babam gibi gün doğmadan kalkardı. Şiirden haz alan annemin konuşması çok fasihti. Hemen her cümlesini atalar sözü ile teyit ederek veya araya bir vecize sokarak konuşur. Ö. Özercan”
En büyük öğretmen annedir, çocukları ve yarınları kazanmak istiyorsak anneyi kazanmalıyız…. Anneyi çocuk terbiyesi ve eğitiminde başat rol vermeliyiz. Okullar sadece bilgi verir, ama anne terbiye verir, ahlak verir, edep verir. Din ve vatan sevgisi verir. Lisan öğretir… şiir öğretir… musiki öğretir…. ruh verir… ruhunu katar… biraz da annelerin eğitimciliği üzerinde durmak lazım.
Benim annem de çok şiir, hadis ve kıssa öğretmişti. Hatta anlattığı masalların bile bizi hayata hazırlamak için anlatıldığını hayat yürüyüşümde karşılaştığım sorunlarda onun masallarını hatırladığımda çözümün de orda olduğunu gördüğümde ne kadar büyük bir mürebbi olduğunu anlamıştım. Eski masallar bile aslında çocukları hayata hazırlama ve hayatın tehlikelerine karşı bilinçlendirme vazifesi güderdi. Hele kıssalar birer pedagojik dehaydı. Her olayla ilgili mutlaka bir kıssa veya bir deyimi vardı.
Ümmiydi belki ama aslında irfan sahibiydi… Her yönüyle de eğitmeye çalışmıştı ve her kıssası, masalı birer hikmet barındırıyordu…
İşte biz irfan sahibi annelerimizi yitirdik… Biz hayatı dizilerden ve feminist dürtülerden ibaret gören anneler edindik. Hatta onlar bile kalmadı.. şimdi sokaklarda cirit atan birer cinsel objelere dönüştüler erkeklerin şehvet akan gözlerinin ucunda….
Tekrar medeniyet kurmak istiyorsak bir annenin kucağına vermeliyiz çocuğumuzu ve o medeniyet türküleriyle büyütsün istikbali… Medeniyt onun beşiğinde şekillenecektir. Bu nedenle anneler sahip çıkalım, onları feminist ve mondernist saldırıya yem etmeyelim…
İbrahim Halil ER