St. Pierre Kilisesi
Antakya’ya geldiğimize göre St. Pierre Kilisesine de uğramamız iyi olurdu. Çünkü bu kilise hristiyanlık tarihindeki ilk kilise olduğu gibi, buradaki Mü’minlere de tarihte Hristiyan ismi ilk kez burada verilmişti.
Kilise, Hristiyan dünyası açısından ilk kilise olma özelliğine sahipti. Hristiyan dünya için Kudüs’ten sonraki en önemli dini mabetti ve Papa tarafından buraya 29 Haziran’da ziyaret edenin hacı olunacağı bildirilmişti.
Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St. Pierre, hz. İsa’nın çekilmesinden sonra hristiyanlığı yaymak için St. Paul ve Aziz Barnabas ile birlikte ms. 29 ve 40 yılları arasında Antakya’ya geldiler ve St. Pierre burada Habibi Necar dağının (Hrisityan dünyasındaki ismi Stauris Dağı’dır) eteklerindeki kayayı oyarak ilk kilisesini inşa edip, insanlara Hristiyanlığı anlatmaya başladı. Hıristiyanlığın Katolik, Ortodoks ve Protestan olarak mezheplere ayrılmadan önceki ilk kilisesi 13 metre derinliğinde, 9 buçuk metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde bir mağaradan oluşmaktadır. Zaten Anadolu’da bu şekilde mağaraların oyularak inşa edildiği bir çok kilise bunlunmaktadır. Sümela manastırı, Niğde ve Nevşehir’deki mağara kiliseleri bunlara örnektir.
Mağara, Hıristiyanlığın Roma Devleti tarafından resmi din olarak kabul edilmesinden sonra yapılan eklemeler ile gotik tarzda bir kilise şeklini almıştır. Aziz Petrus’un ilk Papa olarak kabul edilmesiyle Katolik inancının dünyaya yayılmasında bir merkez konumunu almıştır. 1983 yılında Papa VI.Paul tarafından Hıristiyanlar için Haç yeri olarak ilan edilmiştir. Her yıl 29 Haziran’da Katolik Kilisesince burada bir ayin düzenlenir.
Piskoposluk sıralaması Kadıköy Konsili’nde şöyle tesbit edilmiştir: Roma, İstanbul, İskenderiye, Antakya, Kudüs. Böylece kilisede “pentarşi” diye adlandırılan beşli yönetim anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu durum, Antakya’nın Hristiyan dünyası için önemini göstermektedir. Haçlı seferlerin ilk önemli savaşlardan birisi de Antakya’nın ele geçirilmesi üzerine olmuştur.
Burada şunu da açıklamak durumundayım ki Hristiyanlığın ilk dönemleri ve Havarilerin anlattıkları Tevhid inancıdır…
Mihmandarımız Cafer ile birlikte Sn. Pier kilisesinin bulunduğu dağın eteklerine ulaştık. Yorucu bir tepeden çıkıştan sonra müze olarak kullanılan kiliseye ulaştık. Kilise diyoruz ama aklınıza filimlerde gördüğünüz kiliseler gelmesin. Burası aslıda kayaya oyulmuş bir mağaradır. Mağaranın tabanında tahrip olmuş bir şekilde M.S. 4 ve 5’inci yüzyıllara ait mozaik kalıntısı vardır. Ayrıca mermer küçük St. Pierre’nin heykeli, kutsal sayılan su, saldırı esnasında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan tünel bulunmaktadır. Tabi ki bize bu kaçış tünelini göstermediler.
Dağın üzerinde bulunan küçük kayalardan çıkan sular, kilisenin içindeki bir havuzda toplanmaktadır. Hristiyanlar tarafından bu sular, vaftiz suyunun ilk kaynağı olarak kabul görmüştür. Hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından bu su şifa niyetiyle içilmektedir. Bin yıldan beri süre gelen depremler ve hasarlar yüzünden kayalardan çıkan suyun miktarında azalma meydana gelmiştir.
Aslında öylesine abartılacak görülecek bir şey olmasa da bölgenin tarihi önemi ve ilk tevhid mücadelesinin burada yapılması, dava için insanların nelere katlandığının görülmesi açısından düşündürücü olmuştur. Habibi Necar dağının eteklerinde olan kilise, aynı zamanda Antakya kalesinin de dibindedir. Fakat maalesef meşhur Antakya kalesini göremedik. Ben özellikle Haçlı Seferleri kitabımda Antakya’nın haçlıların eline geçini uzun uzun anlattığımdan özellikle görmek isterdim ama maalesef kale yoktu sadece tepede bir kaç kalıntı kalmıştı. Fakat benim için bölgenin topografyasının görülmesi de önemliydi. Şimdi tarihi olayları anlatırken veya olayı tasvir ederken daha iyi gözümde canlandırabilecek, savaşçıların aslında nasıl bir imkansızlığı başardığını daha iyi anlayabilecektim.
Bol bol resim çektik. Kiliseden çıktığımızda Mihmandarımız Cafer Tayyar, bir patika yola girdi… Nereye gidiyorsun diye sorduğumda “tepede bir çıplak kadın heykeli var, ona bakalım” dedi. Ne yapacağız çıplak kadını deyip geri çevirdim.
Aslında sonra pişman oldum. Çünkü aslında onun çıplak kadın dediği sadece kafası olan büyük bir kadın heykeliydi ve bölgenin tarihi açısından önemli olup Cehennem Bekçisi adıyla da meşhurdu.
Cehennem bekçisi ya da kayıkçının adı Haron’du. Haron, St. Pierre Kilisesinin 20 m. uzağındadır. Burada kayalara oyulmuş dev bir büst bulunmaktadır. Büst, başında örtü bulunan tamamlanmış kabartma bir insan portresidir. Bu kabartma Antiochus zamanında bir veba salgını sırasında yapılmıştır. Çok sayıda insanın ölümüne yol açan salgını önlemek için bir kahine danışılmış ve onun tavsiyesi üzerine dağa şehre yüksekten bakan bir mask oyularak üzerine ölümleri önleyecek sözler yazılmıştır. Günümüzde bu yazılar mevcut
Ama artık geri dönemezdik… Yol boyu bunun espirisini yaptık. Demek ki insanları cehenneme çekmek için böyle çıplak kadın bekçileri kullanıyorlar, insanlar da ona aldanıp cehenneme atlıyor diyorduk… artık bekçimizi bir başka zaman gelirsek ziyaret ederdik…
Aşağıdan kiliseye baktığımızda gerçekten de heybetli görünüyordu… Batı dünyasının Anadolu topraklarına bu kadar ilgi göstermeleri boşuna değildi. Çünkü bütün inanç değerleri ve kutsalları bizim elimizdeydi. İznik, Efes, Sümela, Meryem Ana, Noel Baba, Ayasofya, İstanbul… bunlar az şeyler değildi..
Bu hak – batıl savaşı bitmeyecekti… çünkü onların istediği bizdeydi…
Hristiyanlık Roma’ya Antakya üzerinden girmişti ve biz burayı müslümanlaştırmış, İslamlaştırmıştık.. günahımız az değildi.. bizi asla sevmezlerdi…
Bu arada Papa’nın 29 Haziran’ı hac günü ilan etmesi üzerine Hatay’da Hristiyanların her yıl 29 Haziran’da kutladıkları St. Pierre Aziz Petrus ve Pavlus Bayramı etkinlikleri yapılmıştır.
Antakya’nın hirsityan dünyası için öneminden dolayı inanç turizmine açılması için çalışma yapılmaktadır. Papa’nın 29 Haziran’ı hac ziyaretine açması da buraya dikkatlerin çekilmesine neden olacaktır. Ama şunu bilin ki hristiyanların dikkatini çeken yerler zamanla sorunun ve savaşın merkezi de olabiliyor..
Asi Nehri
Anadolu’nun nehirlerini bir başka severim. Çünkü dağları gibi tüm tarihimize şahitlik eden ve belki de tek değişmeyen unsur olduklarından dolayıdır. Anadolu’da her uygarlık veya antik kent bir nehrin etrafında kurulmuştur. İşte Antakya’da Asi nehrinin etrafında kurulmuş ve tarih boyunca şehrin sosyal yaşamını şekillendirmiştir.
Nehrin kıyısında oturup künefe yedim, ardından nehrin etrafında tur attım, üzerinde kurulmuş olan köprüde resim çektim.
Mihmandarımız Cafer’e Asi nehri gibi ters misiniz? diye sorduğumda; “benim amirim bir gün bana ne kadar terssin diye çıkıştığında ben de ona -Nehrimiz ters, biz ters olmuşuz çok mu?” dedim…
Evet, asi nehri adı gibi asidir ve herkesin gittiği yerden gitmez, ters akar…
Antik Çağ’ın Orontes’i olan günümüzün Asi Nehri’nin kaynağı, Lübnan Dağları’dır. Nur ve Keldağ arasında bir yatak oluşturan Asi Nehri’nin toplam uzunluğu 380 km. olup, nehrin büyük bölümü Suriye toprakları içinde bulunmaktadır.
Kuzey yönünde yaklaşık 30 km. boyunca Türkiye-Suriye sınırını oluşturacak şekilde akan Asi Nehri, topraklarımıza girdikten sonra batıya döner ve bugün hemen hemen tümü kurutulmuş olan Amik Gölü’nün ayağı Küçük Asi ile birleştikten sonra güneydoğu doğrultusuna yönelir ve yaklaşık 40 km. sonra Samandağ’ın güneyinde bir delta oluşturarak Akdeniz’e kavuşur.
Şehrin hayatını ve dokusunu şekillendiren bu nehrin kıyısında kralların sarayları inşa edilmişti. Antakya’nın kurucusu olan Seleukos’un sarayı da buradaydı…
Günümüzde debi’si ve suyu azalmış olan Asi nehri, Antik Çağlarda üzerinde nehir gemileri çalışmaktaydı. Bu nehir sayesinde Antakya, Akdeniz’e gemi ulaşımı ile bağlanmıştı. Bu durum şehrin ulaşım ve deniz bağlantısı sorununu çözdüğü gibi, ticari açıdan da canlı kalmasını sağlamıştı. Fakat maalesef günümüzde nehir bu imkana sahip değildir. Suyunun azalmış olması, yatağının derinleşmesi bu durumu imkansız hale getirmiştir.
Nehir yatağının derin olması ve nehir kıyısının eğimli olmaması, nehrin kıyısında güzel cafelerin ve çay bahçelerinin olmasını engellemiştir. Ben belediyenin yerinde olsam çevresi müsait olan bazı yerleri yeniden düzenler ve nehri turizme açar, etrafında kafeler yapardım…
İbrahim Halil ER