Liberalizmin en önemli özelliği ve belki de en önemli faydası devlet karşısında bireyin haklarını savunması ve gündeme getirmesi olmuştur.
Bu konuda ilk önemli yazılar yazan John Luck, bireyin temel hakları olan özgürlük, yaşama hakka ve mülkiyet haklarının korunması gerektiğini belirtir. Bu haklara bir saldırı olursa devletin bu saldırıları engellemesi gerektiği ve eğer bu saldırıyı devletin kendisi yapıyorsa bireylerin devlete karşı çıkması gerektiğini belirtir.
John Luck’un bu yaklaşımı bir anlamda 19. yüzyıldaki bireycilik (ferdiyetçi) hareketlerini kuvvetlendirdiği gibi devlete karşı bireysel haklarla isyanların ve taleplerin yaygınlaşmasına ve bunun sonunda devletlerin bu taleplere boyun eğmesine yol açmıştır.
Batıdaki bireyin duruşu ve hakları karşısında genelde İslam’ın birey yerine cemiyeti/devleti koruduğu, bireyi topluma feda ettiği eleştirileri gündeme gelmektedir.
Peki bu iddia doğru mudur?
Sanırım bu iddiayı seslendirenler olayın sadece bir yönüne bakarak yorumda bulunmaktadırlar. O yönde İslam’ın toplumsal ve siyasal yönüdür. İslam, hem bireyi ve hem de toplumun çıkarlarını birlikte korumaya çalışır. Devletin bireysel alanlara girmesine karşı çıkarken bireyin de toplumun selameti için kurallara uymasını tavsiye eder.
Peki devlet, bireyin alanlarına saldırdığında birey ne yapabilir? Delete karşı çıkabilir mi? yoksa boyun mu eğer?
Aslında bireyin ne zaman devletin tahakkümüne karşı tavır alacağını Peygamberimizin şu hadisi açıklığa kavuşturmuştur: “Bir münker gördüğünüzde elinizle değiştirin. Elinizle değiştirmeye gücünüz yetmezse dilinizle karşı çıkın. Dilinizle karşı çıkamıyorsanız kalbinizle buğz edin.” Bu hadis aynı zamanda İslam kültüründe muhalefetin kökeni ve yöntemi konusunda da bize yol gösterdiği gibi, varolan siyasi otorite veya toplumun yanlışlıklarına karış çıkabilme referansı da vermektedir.
Yani İslam karşıtlarının iddia ettikleri gibi bireyi topluma kurban etmemektedir.
İbrahim Halil ER