Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Faysal Suriye’de Osmanlı hizmetinde bulunuyordu. Medine’ye gidip isyanı başlatmak istiyordu. Bu nedenle 4. Ordu komutanı Cemal Paşa’dan Medine’ye gitmek için izin istedi. Cemal Paşa,Enver Paşa’nın geleceğini ve birlikte Medine’ye gitmek istediklerini belirterek izin talebini red etti.
Olayın bundan sonrasını İngiliz ajan Lawrens’in anılarından okuyalım: “Cemal Paşa, Türk Orduları Başkomutanı Enver Paşa’nın Medine’ye gitmek üzere yola çıktığını ve Enver Paşa’yla birlikte Medine’yi ziyaret edip teftiş edebileceğiz, şeklinde bir karşılık vermişti Faysal’a. Faysal Medine’ye varır varmaz babasının kırmızı sancağını yükseltmeyi ve beraberindeki Türkleri ansızın yakalamayı planlamıştı. Fakat burada şimdilik, davet edilmeyen iki misafirle birlikte develerine binip Medine’ye gideceklerdi ve Arap konukseverliği ilkesinin gereği olorak beraberindekilere zarar vermesi imkansızdı. Ancak planladığı şeyleri Arap başkaldırısının gizliliği ortadan kalkıp açıklığa kavuşuncaya kadar erteleyecekti.
Sonuçta, teftişin ortaya koyduğu ironik durum, her ne kadar korkunç denebilecek boyutlarda kendisini göstermişse de, yine de her şey iyi gitmişti. Enver, Cemal ve Faysal kente giriş kapısının dışındaki açık, dümdüz ovada, tozlu havada, talim yapan, deve savaşı taklidiyle oraya buraya doğru koşuşturan ya da ölümsüz Arap geleneklerine göre atların üzerinde cirit oyunu oynayan askerleri seyretmişlerdi. Enver, sonunda Faysal’a dönerek
-Tüm bunlar, Cihada katılacak olan gönüllü askerler mi? Diye sorunca Faysal,
– Evet, diye karşılık verdi.
Enver, Faysal’a
-Yani bu askerler, mü’minlerin düşmanlarına karşı ölünceye kadar savaşmayı göze alıyorlar mı?
Faysal
-Evet, diye cevapladı.
Daha sonra Arap kabilelerinin reisleri birer birer Enver ve Cemal’le tanıştırıldılar. Müzhec kabilenin reisi Şerif Ali b. el-Hüseyin, Faysal’a iyice yaklaşarak kulağına
-Efendim, bunları şimdi öldürelim mi? Diye fısıldayınca Faysal,
-Hayır, şimdi olmaz. Onlar şimdilik bizim misafirlerimiz, şeklinde cevap verdi.
Çeşitli kabilelerin reisleri Arap Şeyhleri, Faysal’ı daha fazla protesto etmeye başlamışlardı. Çünkü onlar, şu an Enver ve Cemal’e vuracakları iki darbeyle savaşı sona erdireceklerine inanıyorlardı. Enver ve Cemal’i öldürmek için Faysal’a daha fazla baskı yapmaya başlamışlardı. Ancak Faysal, Onlarla birlikte gitmek zorundaydı. Arap şeyhleri uzak bir mesafeden duyabilecek bir şekilde Enver ve Cemal’i öldürmekte ırar ediyorlardı. Fakat Faysal, en iyi arkadaşlarını darağacında katleden bu iki Türk diktatörünün (bu ifadeler Lawrense ait) öldürülmemesi için Arap şeyhlerine yalvarıp yakarmak zorundaydı.
Sonunda Faysal, Arap şeyhlerinden kendisini anlayışla karşılamalarını istemiş, Enver’le Cemal’i çabucak Medine’ye götürmüş, ziyafet ve şölen verilen binanın kapısına kendi kölelerinden nöbetçi tayin etmiş ve daha sonra da Enver ve Cemal’in yolda öldürülmeleri gibi bir tehlikeyi önlemek için onları Şam’a götürene kadar yanlarından ayrılmamıştı.
Faysal, Enver ve Cemal’e kendilerine gösterilen izzet ve ikramla nezaketin, Arapların misafirlerine karşı gösterdiği hoşgörüden kaynaklandığını söylemişti. Fakat Hicaz’da gördükleri manzaradan pek memnun olmayan ve kuşkulanan Enver’le Cemal, Hicaz’ı kat’i bir şekilde muhasara altına almışlar ve Hicaz’daki Türk askerlerinin takviye edilmesi için yeni kuvvetler gönderilmesini emretmişlerdi. Ayrıca Faysal’ın, Şam’da alıkonulmasını istemişlerdi. Fakat Medine’den, düzensizliği önlemek ve asayişi sağlamak amacıyla Faysal’ın acilen Medine’ye gönderilmesini belirten telgraflar gelmişti. Bunun üzerine Cemal, istemeye istemeye ve rehine muamelesi görmesi koşuluyla Faysal’ın Medine’ye gönderilmesi isteğini kabul etmişti. (İngiliz Casusu Lavrens’in hatıraları, General Allenby’in Hatıraları, Hazırlayan: Faruk Yılmaz, İz Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 29-30)
Not:
İttihat ve Terakki’nin 3 numaralı adamı olan Cemal Paşa, maalesef Suriye bölgesini yönetirken uyutulmuş, etrafında oluşturulan Arap isyanı ve İngiliz çalışmalarını geç fark etmiştir. Suriye’de ileri gelen ailelerin çocuklarını ihtilalci diye asarken, asıl lider kadrosu olan Şerif Hüseyin ve ailesini son ana kadar görmemiştir. Halbuki bunları zamanında ezseydi Arap ihtilali gerçekleşemeyecek veya daha sönük olacaktı. Çünkü ihtilalin liderliğini bir Şerif’in yapması (Seyyid oluyor demektir) ve Mekke Emiri olarak Osmanlı Devleti’nin yayınladığı fetva aleyhine fetva yayınlaması ve hatta dönemin yöneticilerini yani ittihat ve Terakicileri dinden çıkmakla itham edip onlara karşı savaşmanın dinin gereği olduğu fetvasını vermesi tüm Arapları etkilemiştir.
Şerif Hüseyin İttihat ve Terakicilerin dinden çıktığını söyleyerek fetva vermiştir. Çünkü onlar, kafirle işbirliği yaparak Müslümanların halifesini görevinden aldılar.
İttihat ve Terakki’nin ll. Abdulhamid’i tahttan indirmeleri bölge halkını onlardan yüz çevirtmiştir. Halk, artık Osmanlı Devletini Halife’nin değil bir avuç cuntacının yönettiğini ve halifeye karşı çıkan bu cuntanın da dini hassasiyeti olmadığını görmüş veya düşünmüştür.
Yani Arap ihtilali salt milliyetçilik sonucu olmamış, dönemin İttihat ve Teraki partisinin halifeyi tahttan indirmesi ve uyguladığı Türkçülük politikalarına karşı da tepki olmuştur.
Lider kadro, milliyetçilik veya daha doğrusu kendilerine ait bağımsız bir devlet hayali peşinde koşmuş olabilir ama halk yığını için olay din, halifenin hali ve ittihat ve terakki partisinin aşırı Türkçülüğüdür. Yani olay, salt bir Arapçılık da değildir. Bütün şartlar birleşince olay meydana gelmiştir.
Çünkü tüm Arapların isyan ettiğini varsayarsak Osmanlı ordusunun üçte birini oluşturan Arap kökenli askerleri ve Çanakkale’de ölenleri nereye koyacağız. Irak ve Filistin halkı bize sadıktı. Suriye bölgesi de son ana kadar bekledi. Körfez bölgesindeki bazı kabileler (Katarı oluşturan kabileler) de Osmanlı’ya bağlıydı ama artık fiziksel bağ koptuğundan diğerlerinin baskısına boyun eğmişti. Mısır ve kuzey Afrika Arapları zaten bizim yönetimimizde değildi ve üstelik Mısır’da ciddi bir Osmanlı yanlısı muhalefet vardı. Eğer kanal harekatı başarılı olup bazı yerler alınsaydı onlar da İngilizlere karşı isyan edeceklerdi. Ama harekat başarısız olunca tekrar yer altına çekildiler. Zaten daha sonra Osmanlı diye bir şey kalmadı.
Yani Arap ihtilalini hala tüm boyutuyla incelememişiz…
EK
Cemal Paşa bölgede yaptığı idamlar nedeniyle adı Kasap Cemal olarak yayılmıştır. 1919 yılında kurulan Divan-ı Harb tarafından Arap İsyanına yol açmasından dolayı gıyabında idam cezası verilir. 1922 yılında Tiflis’te Ermeni militanlarınca öldürülür.
Cemâl Paşa, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde İttihat ve Teraki Cemiyeti’nin önde gelen yöneticilerindendi. Özellikle Üç Paşalar İktidarı olarak da bilinen 1913-1918 arasında Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyasetinin belirlenmesinde önemli rol oynadı. Ayrıca I. Dünya Savaşı’nda en önemli cephenin komutanı olarak görev yaptı. Bundan dolayı yenilginin ve İttihat ve Teraki Cemiyeti yönetiminin birinci dereceden sorumlularından sayıldı.
İbrahim Halil ER