Mezhepler ve fırkalar tarihi – 3
İbrahim Halil Er
Herkes Bir Mezhebe Tabi Olmak Zorun da mıdır?
Her Müslüman, İslami ilimlerde uzman olamaz. Arapçaya hâkim olamaz. Kur’an ve hadisleri bilemez. Bu nedenle bir müçtehidin içtihadına uyması gerekir. Sahabeler bile daha büyük sahabelerin görüşlerine, içtihatlarına uyarlardı.
Bugün bizler hukukçu veya doktor olmadığımızdan hastalandığımızda güvendiğimiz bir doktorun önerisine uyarken, mahkemede işimiz olduğunda konunun uzmanı bir avukatı görevlendirmiyor muyuz?
Ayrıca, bir mezhebe uymak demek sadece ahvali şahsi dediğimiz kişisel durumlarımızla ilgili kararlar değil, devlet yönetimi, yargı ve siyasi işlerin de bir bütünlük içerisinde olmasına neden olur.
İlk dönem İslam devletleri işte ilmi ve bilgisiyle kendilerini kabul ettirmiş olan bu âlimlerin görüş ve içtihatları üzerinde kararlar vermiş ve bir anlamda devleti oluşturmuşlardır. Bunların en önemlileri dört halifedir. Dört halife hem devlet adamı ve hem de aynı zamanda müçtehittirler. Daha sonraki dönemlerde âlimler ve uzmanların görüşleri üzerine siyasi, sosyal ve yönetim işleri bina edilmiştir. Bu işlerdeki âlimlerin kararları da aslında bir içtihat yani mezheptir. Belli âlimlerin görüşlerinin etrafında toplanmasıyla mezhepler oluşmuştur.
Peygamberimiz Zamanında Mezhep Var mıydı?
Genellikle mezhebe karşı çıkanların en önemli savunmaları veya dayanakları “Peygamberimiz zamanında mezhep var mıydı?” itirazıdır. Aslında bu itirazları onların ne kadar cahil ve bilgisiz olduklarını anlıyoruz.
Çünkü dinin peygamberi bizzat hayatta iken insanların oturup ona rağmen içtihatlarda bulunması doğru olur mu? İnsanlar, bir sorunla karşılaştıklarında doğrudan Resulullah’a götürüyorlardı. Bazen o sorunla ilgili bir ayet de inebiliyordu. Sonunda Peygamberin söylediği son söz oluyordu.
“Deki; ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” Başka bir ayet-i kerime ise: “Peygamber size ne emretmişse alın, neyi yasaklıyorsa ondan da kaçının…”
Mezhepler Ortaya Çıkması Yararlı Olmuş mu?
Mezhepleri ve İslam tarihini incelediğimizde, içtihat ve yorumlarını ön plana alan, dini taassup yapmayan ve bölgelerindeki Müslümanların sorunlarına çözüm bulmaya çalışan mezhepler yararlı olmuştur. Fakat Harici ve Gulatı Şia gibi mezhepler aşırı siyasallaşarak Müslümanlar için sorun yaşatmışlardır. Bunun dışında aşırı kelami konulara dalan, bidatçi ve hurafeci mezhepler de sorun olmuşlardır. Fakat günümüzde mezhep denilince genelde fıkhi mezhepler anlaşıldığından onlar, insanların karşılaştığı gündelik sorunlara İslami çözümler üretmesi açısından faydalı olmuş, İslam’ın insanların gündelik hayatına hâkim kılmasını sağlamışlardır.
Hak Mezhep-Batıl Mezhep Kavramı Nedir?
Hak mezhep veya batıl mezhep kavramı sürekli tartışılmaktadır. Neye göre hak mezhep veya neye göre batıl mezhep diye sınıflandırıyoruz. Bu şekilde sınıflandıran veya ayıran kim olmuştur?
Hak mezhep, Peygamberimizin yolu üzerinde (sünnet) giden kitap ve sünnete bağlı mezheptir. Bu mezhepler sahabelerin, tabiinin ve etba-ı tabiinin oluşturduğu bir sistemdir. Batıl mezhep de sünnete aykırı olan mezheplerdir.
Günümüzde hak mezhep olarak nitelediğimiz ehlisünnet mezhebi olarak fıkıhta Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli; itikatta Maturudi ve Eşari mezhepleri bulunmaktadır. Ama aslında hak mezheplerin sayısı bunlardan çok daha fazlaydı. Fakat bu mezhepler tarih içerisinde yok oldular, bize ulaşmadılar veya usul ve programları bize ulaşmadığı için kayboldular. Tabileri kalmadı. Yalnız bu tabileri kalmayan mezheplerin görüş ve içtihatları diğer mezhepler içerisinde şaz görüşler veya farklı içtihatlar şeklinde nakledilmiştir. Sonunda bu dört mezhep kaldı. Bu dört mezhep İslam âlimlerin ittifakıyla günümüze ulaşmıştır.
Bu mezhepler dışında kalan fırkalar ise ehli bidaa veya ehli kıble denir. Bunların içinde küfre girenler olduğu gibi (rafizi, Batıni) küfre girmeyenler de bulunmaktadır.
Fırka-i Naciye Nedir? Kimlerdir?
Peygamberimiz “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si cehennemlik olup birisi kurtulacaktır.” Demiştir. İşte burada kurtulmuş olan yani fırka-i Naciye olan ehlisünnet velcemaattır. Çünkü sahabe soruyor bu kurtulacak olanlar kimlerdir diye “benim yolumdan gidenler” cevabı veriliyor.
Bu nedenle ehlisünnet vel cemaat aynı zamanda peygamberin yolundan yani sünnetinden gitmektedir.
Diğer 72 fırka cehennemliktir denildiğinde bunların kâfir olduğu anlaşılmasın. Daha çok bunların günahkâr olduğu ve günahlarını çektikten sonra cennete gidebileceği anlaşılmalıdır. Çünkü kalbinde zerre miktarı iman olan cehennemde ebedi kalmaz. Cehennemde ancak kâfirler ebedi kalır. Bazıları 72 fırkanın cehennemlik 1 fırkanın cennetlik olmasını Müslümanların çoğunun cehennemlik olduğu şeklinde algılamışlardır. Bu algı yanlıştır. Çünkü bu 72 fırkanın çoğu sayı bakımdan az olduğu gibi zamanla yok olmuşlardır. Tek bir fırka olan Ehli Sünnet ise Müslümanların çoğunluğunu her zaman oluşturmuştur. Yani tek bir fırka ama çoğunluğun mensup olduğu fırkadır bu.
DÖRT MEZHEP’TEN BAŞKASINA UYULMAZ MI?
Günümüzde bir Müslümanın dört mezhepten başka bir mezhebe uyması caiz değildir. Çünkü diğer mezheplerin usul ve yöntemi bilinmediği gibi ulema bu dört mezhebin hak olduğu konusunda icma etmiştir. İmamü’l Haremeyn Cüneyvi, “Artık dört mezhepten başka bir mezhebi taklit etmek (ona göre amel etmek) meseleleri ve hükümleri kaydedilmiş olmadığı için caiz değildir” demiştir.
İstediğimiz Mezhebi Seçebilir miyiz?
Günümüz gençliği biraz değişiklik aradığından ve toplumdan farklı olmak istediğinden bunu mezhep ve inancından da gösteriyor. Bu nedenle bazıları babadan kalma mezhep yerine kendi mezheplerini kendileri tercih etmek istiyorlar.
Sonuçta dört mezhep de hak mezhep olduğundan bunlardan hangisini benimserse doğru yolda bulunmuş olur. Kişi müçtehitler arasında tercih yapabilir. Fakat toplumun çoğunluğunun dışındaki mezhepleri tercih etmek kişiyi toplumda zor duruma düşürebilir. Çünkü toplumdaki hâkim mezhebe göre tüm ibadetler ve hayat nizamı tanzim ettiğinden bu konuda farklı noktaya düşebilir, ibadetlerinde ve muamelatlarında zorlanabilir. Ama yine de bu mezheplerden istediği mezhebe tabiî ki geçebilir.
İNSAN MEZHEPSİZ OLABİLİR Mİ?
Günümüzde mezhepsizlik cereyanı hızla yayılmaktadır. Bazı Müslümanlar, bir mezhebe bağlı kalmak yerine ayet veya hadislere bakarak kendileri karar vermek istiyorlar. Hâlbuki bu insanların ayet ve hadislerden hüküm çıkaracak bilgi ve donanıma sahip değildirler. Aslında istenen tüm Müslümanların müçtehit seviyesine ulaşıp kendi içtihadını yapmaktır. Fakat bu pratikte uygulanması imkânsızdır. Tüm insanların Arapçaya hakim olması, Kur’an ve Hadis’i bilmeleri imkansızdır. Çünkü dini ilimler de diğer ilimler gibi uzmanlık gerektiren ilimlerdir. Bu ilimlerde ihtisas sahibi olanlar ömürlerini bu ilimlere vakfetmişlerdir. Konuya hâkimdirler. Nasıl ki kanun kitaplarını okuyarak kendi mahkememizde kendimize avukatlık yapmıyorsak (teoride yapabiliriz) hele kritik bir dava ise sıradan bir avukata değil o konuda kendisini ispatlamış bir avukata başvuruyorsak uhrevi hayatımız için de işin ehline başvurmamız gerekmektedir. Üstelik tüm kanun kitapları kendi dilimizle yapılmasına rağmen uzmana başvurma gereğini duyarken neden İslami konularda uzmana başvurmayalım.
Nasıl ki bir insan tıp kitaplarına bakarak kendisini ameliyat edemiyorsa aynı şekilde bu konuda uzmanlaşmadan kendi içtihatlarını yapamaz ve bir müçtehide tabi olmak zorundadır.
Mezhepsizlik cereyanı dinsizlik cereyanına kapı aralar. Bu akımın amacı insanları kendi geleneğinden ve köklerinden kurtarıp tamamen akli ve hatta nefsi bir yapıya ulaştırmaktır. Mezhepsizliği tercih eden bir kişi bir süre sonra aklını ve nefsini, hevasını dolayısıyla şeytanı kendisine rehber edinir. Fakat kişi âlimse o başka…