-Kaderle ilgili yazmakta olduğum kitabımızdan bir bölüm-
Kavramlarımızın içini boşaltıp kendi fikirleriyle doldurdular. Kelimeler bizim varlık sebebimiz. Kelimelere sahip çıkalım. Alem bile iki harften (كن) oluştu. (kef ve nun yani kun)
“Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol-kun كن» demekten ibarettir. Hemen oluverir.” Bazı şeyler takdiri ilahidir. Yani ezelde takdir edilmiştir. Bazı şeyler ise imtihandır.
Her şeyin adalet üzerine olması gerekmiyor, çünkü burada imtihan var. Ayrıca onun adalet anlayışıyla bizimkisi çok farklı. Sabır, şükür ve dua ile hem imtihan başarılı sonuçlanır ve hem de gelebilecek daha zorlu sorulara karşı önlem alınır, ya da o imtihanlar gelmeden dua kalkanıyla yok edilir. Şükür var iken değil, aslında sufiler yok iken şükür yapar. Çünkü köpekler de bulduğunda yer, bulamadığında sabr eder. Sofiler ise bulamadığında şükreder
bulduğunda dağıdır.
Şunu unutuyoruz; biz buraya imtihana geldik, zevk ve eğlenceye gelmedik. Dolayısıyla tüm saldırılar bir imtihan. Buna da sabır, şükür, tevekkül dua gibi kalkanlarla ve zırhlarla baş ederiz.
Kaza sonucu ölümlerin olduğu durumlarda olayı kader olarak nitelemek yerine şöyle bakmalıyız. İhmal edenler suçlu. Eğer ihmal olmasaydı, o insanlar kurtulabilirdi. Yani ALLAH, ezeli ilminde o insanların böyle bir kazada vefat edeceğini biliyordu. Fakat biz bilmiyoruz. Bize düşen tedbiri almaktır. Olayda ihmali olanları yargılamaktır. Çünkü onların bu şekilde ölmeleri böyle bir ihmal sonucu olmuştur.
Yani biz sadece üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Kitap ve sünnete göre yaşamakla mükellefiz. Takdir Allah’ın. Ama biz tercihimizi Allah’ın koyduğu kural ve prensiplere göre yaptığımızdan imtihanı başarıyla vermiş oluruz.
Kader ayrıdır, kadercilik ayrıdır. Kader, Allah’ın ezeli bilgisiyle bizim ne olacağımızı nerede, nasıl ve ne zaman öleceğimizi bilmesidir. Yani sonsuza kadar olan tüm şeyleri onun yaratıcısının bilmesidir kader.
Ama İnsanlara kendi yolunu tercih etme ve kararlarını özgür iradesiyle verme bahşedilmiştir. İnsana verilen en büyük nimet özgür iradedir. Ardından bu özgür iradesini nasıl kullanacağını gösteren aklın verilmesi de ayrı bir nimettir. Dolayısıyla biz yaptıklarımızdan yani seçimlerimizden sorumluyuz. Yoksa biz kader deyip de kendi yaptıklarımızı mazur gösteremeyiz. Bizim yaptıklarımız cuzi iradeyi yani bizim tercihlerimiz belirler.
İnsanların kaderleri olduğu gibi eşyaların da milletlerin ümmetlerin de kaderleri vardır. “Biz her şeyi bir kaderle (ölçü ile) yarattık” Yani tüm evrenin Allah tarafından belli bir ölçü ve kurala göre yaratılmasıdır. Fakat Allah insanın hür iradesine müdahale etmemiştir. Kimseyi zorla imana davet etmemiştir. İnsanların kendi elleriyle yaptıkları onların sorumluluklarındır. Kader deyip geçilmez.
İslam’da kader vardır ama kadercilik yoktur. Seçme hakkımız vardır. Ne yapalım kaderimiz böyleymiş demek iradeyi yok saymaktır. Her hareketimizin sorumluluğu ve kontrolu bize aittir.
Ölümler ve kazalar her ne kadar insanın ömrünün sona ermesi olan kaderle alakalıysa da burada ihmal sahibi olma veya ölüme meydan verme sorumluluğu vardır. Bu tıpkı adam öldüren kişinin durumuna benzer. Nihayetinde o kişinin ömrü sona ermiş olması onu öldüren kişiyi sorumluluktan kurtarmaz. Çünkü bu kişi onu öldürmek istemiştir.
Ülkemizdeki Kader Anlayışı
Ülkemizdeki kader anlayışı malesef ehli sünnet kader anlayışı olmayıp, Cebriye’dir.
Yıllarca cebriye anlayışı bize hocalarımız tarafından ehli sünnet anlayışı diye verildi. Cebriye anlayışı kadercidir. Cüzi iradeyi inkar eder. Ehli sünnet ise özgür iradeyi ve dolayısıyla kulun sorumluluğunu kabul eder.
İnsanlarımızın bu yanlış kader anlayışı düzeltilmedikçe biz ümmet olarak gelişemeyiz. Kanaatimce bu anlayışın yayılmasında emperyalistlerin etkisi olmuştur. Böylece kendilerine isyan etmeyen ve her şeyden Allah’ı sorumlu tutan, kendi sorumluluğunu inkar eden, çaresizliğini takva sanan bir insan yığını oluşacaktı. Kader çaresizlik değildir. Kader inancımızı sahihlememiz lazım.
İbrahim Halil ER