İmam-ı Buhari’yi tüm Müslümanlar sevdiği gibi ehli hadis kendisine ap ayrı bir önem verir.
Fakat işin ilginç yanı onun vefatına da bir anlamda ehli hadis sebep olmuştur.
Çünkü
İmam-ı Buhari, sadece bir hadisçi değildir. O içtihat sahibi bir müçtehit olup tek kişilik mezhebi de vardır.
Aynı zamanda kelam ve akaid konusunda da derin bir vukufiyeti olup bu konuda da konuşmuştur.
Örneği
1. İmanın artıp eksilmediğini savunmuş, bu konuda Ebu Hanife’yi eleştirmiş, Buhari’deki kitabul İman’daki ilgili hadisleri bir anlamda söyleyenlere cevap niteliğinde yazmıştır.
2.Kur’anın Mahluk olmadığını kabul etmesine rağmen, sözlerimiz ve onun yazıldığı yerlerin mahluk olduğunu söyleyerek Hanbelilerle karşı karşıya gelmiştir.
Zaten onun vefatında bu konudaki görüşü yol açacaktır.
VEFATINA GİDEN YOL
Bağdat’ta yoğun bir Hanbeli eleştirisi ve baskısı üzerine burada kalamayacağını gören Buhari Nişabur’dan gelen davet üzerine buraya yönelir. Kendisini bölgenin alimleri ve halk şehrin girişinde karşılarlar.
Evi soru soranlarla dolup taşar.
Bu arada Hanbeli alim ve muhaddis olan Zuli onun bu teveccühünden kıskanır.
Onun yönlendirmesi üzerine bir toplantıda birisi ona can alıcı soruyu sorar: “Kur’an Mahluk mu değil mi?” Buhari soruyu geçiştirmeye çalışır. Fakat üç sefer ve ısrarla sorulunca cevap vermek zorunda hisseder kendisini. Çünkü o bir alimin bilgisini gizlemeyi ve saklamayı caiz görmemektedir.
Buna göre verdiği cevap şöyledir:
““Kur’an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir; ancak kulların fiilleri (Kur’an’ı okuyuşları) mahlûktur; bu konuda soru sormak ise bid‘attır” Yani Fiillerimiz mahlûktur; bir sözü ifade edişimiz de (Kur’an metnini okuyuşumuz) fiillerimizdendir”
Bu cevap üzerine ortalık karışmış, onu destekleyenler ve karşı çıkanlar birbirlerine girmiştir.
Buhari’nin bu konuda yazdığı bir eseri de bulunmaktadır. Eseri Halku efâli’l-ibâd
Özellikle Zühli’nin kışkırtması ve onun Kur’an’ın mahluk olduğunu söylediğini iddia etmesi halkın ve Hanbelilerin sert tepkisiyle karşılaşmıştır. Özellikle Zühli’nin Kur’anı mahluk kabul edenlerin kafir olduğuna dair daha önceden vermiş olduğu fetva da karşı çıkanların en büyük dayanağı olmuştur.
Düşünebiliyor musunuz? Buhari’ye bile kafir demişler. Üstelik bunu yapanlar ehli hadis ve Hanbeliler. Bu ne yaman çelişki
Olayların büyümesi üzerine Buhari ertesi gün Nişabur’u terk eder.
Buhârî Nîşâbur’dan sonra Merv’e gitti. Kendisini yolda karşılayan şehrin tanınmış muhaddis ve fakihi Ahmed b. Seyyâr görüşlerinin isabetli olduğunu, fakat halkın anlayamayacağı konulara girmemesi gerektiğini söyledi. Buhârî de kendisine iyi bildiği bir mesele sorulduğu zaman susmasının mümkün olmadığını ifade edip, Merv’de durmayarak memleketi Buhara’ya geçti.
Fakat Buhara’da da aynı eziyetle karşılandı. Özellikle Buhara valisinin onun kendi çocuklarına ders vermesini istemesi teklifine sıcak bakmadı. O, ilim öğrenmek isteyenin ilim meclisine gelmesi gerektiğini, isteyen herkese ilim vereceğini, ama ilim adamının devlet adamlarının ayağına gitmeyeceğini söylemesi üzerine vali kinlendi.
Vali, onun ehli sünnete aykırı düşüncelere sahip olduğunu etrafta yaydı. Bunun üzerine şehirde kargaşa çıktı. İmam-ı Buhari, burada da duramayacağını anladı ve şehri terk etti. Şimdi Semerkand’a doğru yola çıktı.
SON/ECEL
Fakat büyük imam artık yaşlanmış ve yorulmuştu.
Şehir şehir diyar diyar dolaşmak onu zamanından önce yıpratmıştı.
Sağlıklı olmayan bir hayat ve psikolojik baskılar onu erken yıprattı.
Semerkant’ta 3 mil kala gözlerini hayata kapattı.
Vefat ettiğinde ramazan bayramı gecesiydi.
Büyük alim, hayatında kıymeti anlaşılmadı.
Ama vefatından sonra yazdığı Buhari kitabı Kur’an’dan sonra gelen en önemli ehli sünnet kaynağı oldu.
Ne tezat. Ehli sünnete muhalif diye sürekli baskıyla karşılaşan bir insan, ehli sünnetin temel kitabının yazarı oluyor..
Halbuki asıl ehli sünnet oydu.
BUHARİ KİTABININ BAŞINA GELENLERİ DE İNŞALLAH BAŞKA BİR YAZIMIZDA ANLATIRIZ.
HAŞİYE
BUHARİNİN AKİDEVİ GÖRÜŞLERİ VE EHLİ SÜNNETİN OLUŞUMUNA KATKISI
el-Câmiuś-saĥiĥ, ile Halku efâli’l-ibâd adlı kitaplarının incelenmesinden, ayrıca el-Akīde (et-Tevhîd), Ahbârü’s-sıfât, Kitâbü’l-Îmân gibi akaide dair bazı eserler telif etmesinden (Sezgin, I, 134) anlaşıldığına göre Buhârî, ünlü bir muhaddis olmasının yanı sıra itikadî konularla da yakından ilgilenerek Selef inancına aykırı görüşler ileri süren Cehmiyye, Mu‘tezile, Havâric ve Şîa mezheplerini tenkit eden, böylece Ehl-i sünnet mezhebinin oluşumuna katkıda bulunan ilk Sünnî âlimlerdendir.
Ana İslâmî ilimlere ilişkin özlü bilgiler ihtiva eden temel bir kaynak niteliğindeki el-Câmius-saĥîĥ’inde “Kitâbü’t-Tevhîd” (“Kitâbü’t-Tevhîd ve’r-red ale’l-Cehmiyye ve gayrihim”), “Kitâbü’l-Kader”, “Kitâbü’l-Fiten”, “Kitâbü’l-Îmân”, “Kitâbü Bedi’l-ħalk” bölümlerine yer vererek bab başlıklarında ilgili âyetlerden başka, görüşlerini tercih ettiği ashap ve tâbiînin açıklamalarını sıraladıktan sonra bu hususu hadislerle teyit etmesi; diğer “sünen” ve “câmi‘” türü hadis literatüründe yer almayan “Kitâbü’t-Tevhîd”de sıfat, zât-sıfat ilişkisi, esmâ-i hüsnâ, tekvin-mükevven, meşîet-irade, rü’yetullah konularına, “Kitâbü’l-Îmân”da imanın tarifi, unsurları, iman-amel ve iman-günah münasebetine ilişkin konulara girmesi, onun akaid problemleriyle yakından ilgilendiğini açıkça göstermektedir.
NOT: Buhari’ye her ne kadar hanbeli alimleri ve hanbeli mezhebi mensupları karşı çıkmışsa da bu aslında onların yaptıkları hanbeli mezhebine de aykırıdır.
Burada Buhari’yi kıskananlar onun görüşlerini çarpıtarak cahil hanbeli mezhebine mensup halkı aleyhine çevirmiş, galeyana getirmişlerdir.
Özellikle Kur’anın mahlukluğu konusundaki görüşler halkı harekete geçirmiştir. Fakat bu konuda âlimler arasında Ahmed b. Hanbel’e ait olarak bilinen şey şundan ibarettir: Kur’an Allah kelâmıdır ve mahlûk değildir, diğer her şey mahlûktur.
İbrahim Halil ER