1 thought on “Fırka-i Naciye Nedir? Kimlerdir?

  1. Nafi Çağlar
    İyi bir açıklama olmuş

    Mehmet Bir
    Her mezhepten takva üzere olanların, desek…?!

    Ibrahim Halil Er
    cemaatten kasıt inanç/akidevi mezheplerdir….

    Cengiz Dere
    Ibrahim Halil Er o hadis değil uydurma

    Ibrahim Halil Er : Hadisle ilgili diğer çalışmaları burada vermek gerektiği anlaşılıyor.
    ÜMMETİN ÇEŞİTLİ FIRKALARA AYRILACAĞINI HABER VEREN
    RİVAYETLER
    Bu grupta yer alan rivayetler, Müslümanların sadece 73 fırkaya ayrılacağını bildirmektedir, ancak bu fırkaların durumlarına ilişkin herhangi bir bilgi içermemektedirler.
    Ebû Hureyre (58/677)’den rivayet edilmiştir:
    “Yahudiler 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır.”
    Ebû Dâvud, Süleyman es-Sicistânî el-Ezdî, Sünen, Sünne, 1 (H. No: 4596); Hâkim en-Nisâburî, Ebû
    Abdillah Muhammed b. Abdillah, el-Müstedrek alâ’s-Sahîhayn, Beyrut 1990, İlim (H. No: 441); Beyhakî,
    Ebû Bekr Ahmed b. El-Hüseyn, es-Sünenü’l-Kübrâ, Haydarâbâd 1355, X, 208; Zerkeşî, Bedrüddin Ebû
    Abdillah Muhammed b. Abdullah, et-Tezkira fî’l-Ehâdîsi’l-Müştehira, Beyrut 1986, s. 216.
    Aynı rivayet Tirmizî’de şu lafızlarla rivayet edilmiştir:
    “Yahudiler 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da bir o kadar fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır.”Tirmizî, Ebû Îsâ, Îman, 18, (H. no: 2640). Ayrıca bkz. Hâkim, el-Müstedrek, (H. No: 442); İbn Hibbân, Ebû
    Hâtim Muhammed el-Bustî, el-İhsân bi Tertîbi Sahîhi İbn Hibbân, (H. No: 6696)
    İbn Mâce ise aynı rivayeti,
    “Yahudiler 71 fırkaya ayrıldılar, benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır.” İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünen, Fiten, 17, ( H. No: 3991) Enes b. Mâlik (93/711)’ten şu hadis nakledilmiştir:
    “İsrâil oğulları 72 fırkaya ayrılmışlardır. Siz de bir o kadar fırkaya ayrılacaksınız. Biri hariç diğerleri cehennemdedir.”
    şeklinde nakletmiştir.İbn Hanbel, Ahmed b. Muhammed,Tahran tsz. Müsned, III, 120.
    Görüleceği üzere bu tür rivayetlerde, sadece ümmetin kaç fırkaya ayrılacağından söz edilmiştir.

    RİVAYETLERDEN ÇIKARILABİLECEK SONUÇLAR
    Yukarıda beş ayrı grup halinde vermiş olduğumuz rivayetlerden şu sonuçları
    çıkarabiliriz:
    1.Müslümanlar, kendilerinden önceki milletlerden daha fazla bölünüp parçalanacaklardır.
    2.Bu gruplardan sadece birisi kurtuluşa erebilecekken, diğerleri Cehennem’e gideceklerdir. (Fırka-i nâciye inancı)
    3.Kurtuluşa erenler, cemaattir. (Ehl-i sünnet ve’l-cemaat inancı)
    4.Kurtuluşa erenler Hz. Peygamber’in ve ashabının yolu üzere olanlardır.
    5.Bütün bu olup bitecekleri Hz. Peygamber önceden haber vermiştir.
    6.Az da olsa, ümmetin büyük çoğunluğunun Cennet’e, bir fırkasının Cehennem’e gideceğini haber veren rivayetler de vardır. Bu rivayetler, mevcut ayrılmaların, fırkalaşmanın zararlı değil yararlı olduğunu ifade etmektedir.
    7.Fitne ve kargaşa dönemlerinde Müslümanlar çoğunluğa (cemaate) tabi olup, ayrılıkçı gruplardan uzak durmalıdırlar.
    Çıkarmış olduğumuz bu sonuçlar, rivayetlerin mesajlarıdır. Bu mesajların ortak vurgusu ise, cemaat yani Müslümanların çoğunluğudur. Bir rivayette yer alan; “Benim ve ashabımın yolu üzere olanlar” şeklindeki ayrıntı ise, tâbi olunacak cemaatin, Hz. Peygamber’in ve onun ashabının sünneti üzere olmanın gerekliliğini vurgulamaktadır. Daha sonraları, “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat” olarak ifade edilecek olan inancın temeli işte bu rivayetlerde geçen ifadelere da

    Hadislerin Sıhhat Durumları:
    Yukarıda, kaynakları itibariyle değerlendirdiğimiz rivayetlerin çok kısaca sıhhatlerine ilişkin muhaddislerin görüşlerine de yer vermek istiyoruz.
    Ebû Hureyre kanalıyla gelen ve ümmetin sadece kaç fırkaya ayrılacağını belirten rivayetler için Tirmizî, Hasen Sahih tabirini kullanmaktadır. Tirmizî’ye mahsus bir tabir olan Hasen ve onunla birlikte zikrettiği Hasen Sahih, Hasen Garib ve Hasen Sahih Garib gibi kavramların ne anlama geldiğinde muhaddisler ihtilâf etmişlerdir. Tirmizî ise bunları açıklamamıştır. Fakat Hasen Sahih tabirinin, Sahih Ligayrihi anlamına geldiği genel kabul görmektedir. Tirmizî’nin görüşünden hareketle, bu tür rivayetlerin Hasen derecede sıhhatli bir rivayet olduğunu söylememiz mümkündür.
    İbn Hibbân (354/965), bu rivayeti sahih kabul etmiş, Hâkim en-Nisâbûrî (405/1014) ise, Müslim’in şartına göre sahih olduğunu belirtmiştir. Zehebî (748/1347) de Müstedrek üzerine yapmış olduğu et-Telhîs adlı eserinde bu rivayetin
    Müslim’in şartlarına uygun olduğunu söylemiştir. Keza Süyûtî de aynı rivayet için el-Câmiu’s-Sagîr adlı eserinde sahih olduğunu söylemiştir. Bu rivayetin sahih olduğunu
    söyleyen diğer bir alim de Şâtıbî’dir.

    RİVAYETLERİN SENET TAHLİLİ
    Yukarıda, anlam ve muhteva bakımından sınıflandırmaya çalıştığımız rivayetleri, şimdide hadis edebiyatında yer aldıkları kaynakların güvenilirlik dereceleri bakımından sınıflamaya çalışacağız. Böylece hangi tür rivayetlerin ne derecede güvenilir kaynaklarda yer almış olduklarını görülecektir.
    Muhaddisler başta olmak üzere, bir çok İslam alimi hadislerin bize ulaşmasını sağlayan kaynakların sahihlik derecelerini tabakalar halinde sınıflamışlardır. Bu sınıflamanın yaygın olanına göre I. Tabakada yer alan eserler; Buhârî’nin ve Müslim’in Sahihleri ile İmam Mâlik’in Muvattâ’ıdır. II. Tabakada, Kütüb-i Sitte’nin diğer kitapları, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i yer almaktadır. Bunların dışında kalan eserler ise III. Tabakada yer alırlar. Üçüncü tabakanın dışında kalan IV. Tabakadaki eserlerse itibara alınmayacak eserlerdir. Bizim nakletmiş olduğumuz rivayetler, ilk üç tabakaya giren rivayetlerdir.
    1. Tabakaya Giren Rivayetler:
    Bu tabakaya giren tek bir rivayeti nakletmiş bulunuyoruz. Bu rivayet de Buhârî’nin nakletmiş olduğu, fitnelerin zuhur ettiği zamanda cemaate ve onların imamlarına tabi olmayı tavsiye eden rivayettir. Bu rivayette fırkadan ve bunlardan
    hangisinin kurtulacağından bahsedilmemektedir.
    2. Tabakaya Giren Rivayetler:
    Rivayetlerin çoğu bu tabakada yer alan hadis külliyatlarında geçmektedir. Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce gibi muhaddislerin eserlerinde yer alan rivayetler, hem 73 fırkadan bahsetmektedirler hem de bu fırkalardan hangisinin Cennetlik hangilerinin de Cehennemlik olduklarını açıklamaktadırlar. Rivayetlerin bu tabakada yer alması, İslam alimlerinin bu konudaki rivayetlere değer verip onlarla ilgili hüküm çıkarmalarına neden olmuştur. Çünkü İslam geleneğinde yapılmış olan dini yorumların ve fıkhi hükümlerin büyük çoğunluğu bu tabakadaki hadis külliyatlarında yer alan rivayetlere dayanmaktadır. Kaynaklarımızda bu rivayetlerle ilgili pek çok yorum ve
    şerhin bulunması bu açıdan doğaldır. Burada şöyle bir sorun üzerinde durmamızda yarar vardır. İkinci tabakada yer
    alan hadis eserlerinde nakledilmiş olan rivayetlerin hepsi de sahih midir? Diğer bir ifadeyle, bir hadisin bu eserlerde yer alması onun sahih sayılması konusunda ne ifade
    etmektedir? Kuşkusuz bu soruların cevabı oldukça önemlidir. el-Ecvibetü’l-Fâzıla li Esileti’l-Aşareti’l-Kâmile adlı eserinde Leknevî, bizim sorduğumuz bu soruları sormuş ve
    soruların cevabı sadedinde alimlerin görüş ve kanaatlerini aktarmıştır. Uzunca bir bahsi kapsayan bu problem, sonuç olarak rivayetlerin sıhhatlerinin tespitinin içtihadi
    bir durum olduğu, muhaddislerin belirledikleri sıhhat şartlarının da içtihada dayanması nedeniyle, hiçbir rivayetin “kesin ve mutlak” anlamda Hz. Peygamber’e ait olduğunun iddia edilemeyeceği sonucuna varmıştır.46 Her muhaddisin kendine göre sıhhat şartları belirlemesi, rivayetlerin farklı sıhhat hükümler almasına ve göreceli bir durumun doğmasına neden olmuştur. Bu nedenle, rivayetlerin senetlerine bağlı sıhhat tespitlerinin yanında, metnin sıhhatinin tespiti de önem kazanmıştır.

    Ibrahim Halil Er
    KONUYLA İLGİLİ KUR’AN’IN MESAJI:
    Kur’an, İslam toplumunun ki Müslümanlar bir topluluktur, hangi esaslar üzerinde varlıklarını devam ettireceklerinin kurallarını belirlemiştir. Hatta bu konunda bir
    hiyerarşi bile vermiştir. Buna göre Müslümanlar, önce Allah’a itaat edecekler. Sonra Hz. Peygamber’e, üçüncü olarak da kendi aralarındaki Ulü’l-emre, yani otorite ve ehliyet sahibi kimseye itaat edeceklerdir. Kur’an’ın sarih olarak verdiği bu mesajı, Kur’an’ın oluşturmak istediği toplumsal yapının ana ilkesi olarak ifade edebiliriz. Bu konudaki ayet şöyledir:
    “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Rasûlüne ve sizden olan (kendi içinizden) emir sahiplerine (otorite ve ehliyet sahibine) itaat edin. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız,
    hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyi Allah’a ve Rasûlüne arz ediniz. Böyle yapmanız hem sizin için daha hayırlı hem de sonuç bakımından daha güzeldir.”
    Kur’an’ı Kerim’de Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmeyi emreden onlarca ayet olduğunu burada hatırlamamız gerekir. Bu durum, Kur’an’ın toplumsal itaate ne derece önem atfettiğini görmemiz bakımından son derecede önemlidir. Ayrıca Kur’an,
    Müslümanların kendi aralarında işlerini “istişare” ile yapmalarını, birbirlerinin fikirlerinden yararlanarak bir konuda en sağlıklı görüşe ulaşmalarını tavsiye eder. Bu Müslüman toplumun en önemli özelliğidir. Bu konudaki ayetlerse şöyledir:
    “Allah’ın sana bir rahmeti sonucu insanlara karşı Merhametlisin. Şayet katı kalpli ve kaba biri olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi. O halde onların kusurlarını affet. Onlar içinin mağfiret dile. İşlerini onlarla istişare et, onlara danış. Bir şeye karar verip azmettiğinde de Allah’a güven. Allah, kendine güvenenleri sever.”
    “Onlar öyle Müslümanlardır ki, Rabb’lerinin davetine kulak verirler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onlar işlerini aralarında istişare ile yürütürler. Kendilerine vermiş olduğumuz
    şeylerden ise hayırda harcarlar.”
    Görüleceği üzere Kur’an, birlikte yaşamanın en önemli ilkesi olan itaat ve işlerin istişare ve şûrâ ile görülmesi hususu üzerinde ısrarlı bir şekilde durmaktadır. Hz. Peygamber’in fiilen ortaya koyduğu uygulaması (sünneti) da bu doğrultuda olmuştur. Sivil toplumda itaat bilinci, belli amaç ve hedefler uğrunda birlikte olabilme şuuru, İslam dininin ilk dönem Müslümanlara kazandırdığı ve daha sonra da bu ilkeye bağlı
    kalındıkça ilerlemelerin ve yükselmelerin gözlendiği bir gerçekliktir. Konumuzla ilgili rivayetleri tashihte başvuracağımız bir diğer Kur’âni ilke de ayrılık ve ihtilâfın yasaklanmasıdır. Kur’an mesajının özünün birlik ve beraberlik
    olduğunu söylememiz mümkündür. Kur’an, bu noktaya o kadar vurgu yapar ki, Müslüman bilinçte otomatik olarak oluşması gereken şey, Müslümanların birlik ve beraberlikleridir. Bu son derecede önemli hususu Kur’an, önce Müslümanların kardeş olduklarını ilan etmekle sağlama alır ve tespit eder. Bu öyle bir kardeşliktir ki, Müslüman toplum arasında iki kişinin bile birbirlerine kırgın olmalarına izin vermez.
    Hemen onların aralarının düzeltilmesini ister. Evet, aralarında iki kişinin bile husumetine yer olmayan İslam toplumunun kutsal kitabı Kur’an, bu hususta şöyle buyurmaktadır:
    “Müminler kardeştirler. O halde araları açık olan iki kardeşinizin arasını hemen düzeltin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.”
    Konuyla ilgili diğer ayetler:
    “Ey iman edenler! Herhangi bir fasık size bir haber getirirse, onu iyice tahkik edin. Yoksa aceleyle o habere göre hareket eder de sonra pişman olacağınız işler yaparsınız… Eğer
    müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa, hemen onların aralarını bulun. Buna rağmen onlar savaşlarını sürdürmeye devam ederlerse, içlerinden saldırgan olan tarafla
    Allah’ın emri gerçekleşinceye kadar siz de savaşın. Şayet bu saldırganlıklarından vaz geçerlerse siz de onları bırakın, aralarını düzeltin ve adil olun. Çünkü Allah adil olanları
    sever.”
    “Ey iman edenler! Sizden hiçbir grup, diğer bir grupla alay etmesin, onları hafife almasın. Ne biliyorsunuz belki de alay ettikleriniz sizden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da, diğer
    kadınlar ile alay etmesinler. Belki de alay edilenler, alay edenlerden daha hayırlıdır.
    Birbirlerinizi karalamayın, Birbirlerinize kötü lakaplar takmayın, bir kimsenin iman ettikten sonra adının kötüye çıkması ve fasık damgası yemesi ne kötü bir şeydir. Kim hatasından dolayı tevbe etmezse işte o kimse kendisine zulmedenlerin tâ kendisidir. (11) Ey iman edenler!
    Zandan (tahkik edilmemiş, doğrulanmamış kanaat) sakının. Çünkü zannın büyük bir kısmı günahtır. Aman birbirinizin gizli hallerini araştırmayın (tecessüs; casusluk, jurnalcilik
    yapmayın). Birbirinizin ardından gıybet edip çekiştirmeyin. Hiç içinizden biri, ölmüş bir kardeşinin etini yemek ister mi? (Bu ne kadar çirkin bir şey öyle değil mi?!) Bakın! Bunu
    işitmek bile sizi tiksindirdi. O halde Allah’ın azabından korkun ve kendinizi bu anılan çirkinliklerden koruyun. Allah, tövbeleri çok kabul edendir. O rahimdir size çok şefkat edendir.
    Vermiş olduğumuz bu ayetler çok açık bir şekilde, Kur’an’ın nasıl sağlıklı bir toplum inşa etmek istediğini göstermektedir. Bu toplum, bir grubun diğerini Cehennemlik ilan edeceği toplum olmaktan sera-süreyya uzaklığı kadar uzaktır. Bu
    toplumda iki kişinin dargınlığına, birinin diğerini küçümsemesine, gizli hallerin araştırılmasına, birbirleriyle savaşıp kavga etmesine asla izin yoktur. Sebep ne olursa
    olsun, Allah’a ve âhirete iman eden Müslümanlar, huzur içinde birlikte ve kardeşçe yaşamak zorundadırlar. Kur’an’ın tesis etmek istediği bu toplumda, birlik ve beraberlik asla vazgeçilmeyecek olan en asli ilkedir. İşte bu hususta Yüce Allah şu mesajını vermektedir:
    “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının. Başka değil sadece Müslüman halinizle ölüp Allah’ın huzuruna gelin. Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Sakın ha sakın bölünüp
    ayrılmayın! Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini hatırlayınız. Hani bir zamanlar siz birbirinize düşman idiniz. Allah kalplerinizi birbirine ısındırdı ve onun lütfuyla kardeş
    oldunuz. Tam bir ateş çukuruna düşmek üzereyken sizi ondan Allah kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki, doğru yola erebilesiniz.” Müslüman topluma Kur’an’ın verdiği bu kadar açık ve net birlik ve beraberlik mesajlarının yanında, Hz. Peygamber’in “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak ve
    bunlardan biri hariç diğerleri Cehennem’e gidecekler” demiş olmasının ne anlam ifade ettiği üzerinde artık durabiliriz.
    Kur’an mesajında olduğu gibi Hz. Peygamber’in (a.s.) de birçok hadislerinde, ümmetinin birlik ve beraberliğine vurgu yaptığı, kardeşliğe, toplumsal birlikteliğe çağrıda bulunduğu bilinmektedir. O kadar ki, bir müminin diğer mümini sevmesini imanlı olup olmamakla ilişkilendirmiştir. Bir Müslüman’ın kendisi için istediği şeyi, kardeşi için de istemeyi keza olgun bir iman için olmazsa olmaz şart görmüştür.
    Bizzat hayatında, ümmetinin birlik ve beraberliğini sağlamak için her türlü tedbire başvurmuştur. Zaman zaman aralarında problem olan, Ensar ve Muhacirleri kardeş yapmış, sınıf farkının neden olacağı iç sorunları gidermeye yönelik, azatlı köleleri hür insanlara komutan ve emir tayin etmiştir. Bu net tavrı ile Hz. Peygamber, oluşturduğu Müslüman topluluğun bölünüp parçalanmasına asla izin vermediği gibi buna
    neden olabilecek sebepleri de mümkün olduğu ölçüde ortadan kaldırmıştır.

    Serhat Öztürk
    Bu hadislerin ilk derlendigi yani kitaplastirildigi zaman dilimi nedir?

    Ibrahim Halil Er
    hadis usulü ile ilgili yazdığımız yazılara bakabilirsiniz…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir